Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir müslüman evlâdıydı, ABD’nin “Yaratıcı Kaos” stratejisi doğrultusunda, kimi Arap ve bölge devletleri yardımıyla Arap toplumunu ve topraklarını küçük küçük parçalara ayırmak, Arap ordularını zayıflatmak ve nihayet İsrail’e bağlı kıldığı ordular vasıtasıyla bölgeye hakim olmasına taşeron oldu.
*
Bu misyonunda siyasi iktidarını Fethullah Gülen cemaati ile paylaştı.
İkisi de kara gözlüydü, birlikte Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde icra-yürütme-yargı unsurlarına, tüm kurumlara, özerk kuruluşlar, sermaye, silahlı kuvvetlere ve siyasi partilere hakim oldular.
Erdoğan cemaati tasfiye ettikten sonra, bugünün devletini Milli İstihbarat Teşkilatı merkezinde ABD-CIA, İsrail-MOSSAD ve kendine bağlı unsurlarla birlikte yönetiyor.
Bu yeni Türkiye’dir -hay,bin belâ! Kemal Kılıçdaroğlu da partisine yeni CHP diyor!
*
Erdoğan’ın beyniyle daha çocukluğunda oynanmıştı.
Eğitildiği “La şarkıyye la garbiyye illa İslamiyye illa İslamiyye’ felsefesiyle Türkiye’yi hep Müslüman Ortadoğu’nun bir parçası olarak algıladı.
Türkiye’nin bütünlüğünü, ulusal birliği ve tam bağımsızlığını belirleyen, bunlarla bağdaşmayan ödünlerde bulunulmasını engelleyen Türkiye 1.Meclisinin Misak-ı Milli’sine değil,
Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin ülke sınırlarını Suriye ve Irak’ın kimi bölgelerini de kapsar biçimde belirlediği Misak-ı Milli’sine inandı.
*
Ama ABD; “anam babam aman, kaçın kurası bu/ ne baş belası bu” dur.
İsrail özel kuvvetleri ve istihbarat ajanları ile birlikte Türkiye ve Arap ülkelerinde besleyip yetiştirdikleri İslamcı dini ve siyasi liderlerin, siyasetçilerin, İslami özgürlük savaşçıları ve aktivist kuruluşların İslamcılık söylemlerinin asla demokrasi ile ilgisinin olmadığını, onca akan kan ve gözyaşından sonra anladı.
*
İslamcılar Tunus’ta, Libya ya da Mısır’da, başka ülkelerde de nifak saçan, ikiyüzlü ve takiyyeci politikalarıyla bireyler bazında kitleleri hissen ,fikren, fiilen sokuyor, zarar görmelerine neden oluyordu.
Radikalizm çığ gibi üremiş, insanlık suçları işlenirken terör Batı’nın kapısına dayanmıştı.
Mısır’da Muhamed Mursi ve Müslüman Kardeşler Örgütü’nden başlanarak radikalizmin dini ve siyasi liderleri ve kadrolarının tasfiyesine başlanıldı.
Fethullah Gülen ve cemaati de payını aldı.
*
Fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan, son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin ülke sınırlarını Suriye ve Irak’ın kimi bölgelerini de kapsar biçimde belirlediği Misak-ı Milli çerçevesinde;
Suriye ve Irak’ta sosyolojiler değişirken çıkacak mezhepsel ve etnik kimliklerin ulusal ya da bölgesel çatışmalara neden olmamasını ileri sürüyor,aslında “Bölgeyi kazanırsam petrolü ve Misak’ı Milli topraklarını da kazanırım “politikasına yatıyordu.
*
Bugün Erdoğan hâlâ, ABD’nin, üstelik BM’den müdahale yönünde bir karar alınmamasına rağmen, “İstekliler Koalisyonu” olarak Irak’a askeri harekatta bulunmasıyla başlattığı,
Zamanla bütün Ortadoğu’ya yaydığı, son olarak Arap dünyasında egemenlik kurmak için Araplık ve İslam uyumluluğundan oluşan bir ideoloji üzerine oturan Suriye’ye açtığı ideoloji değiştirterek lağvetme savaşına destek veriyor.
*
Bu savaştan esinle mütemadiyen yeni Türkiye anayasasının Başkanlık Sistemini kapsamasını, milliyetçi değil, çoğunlukçu ve otoriter olması gerektiğini düşünüyor.
Hâlâ, gözlerini kısıp, şöyle bir hayal kurmaya başladığında, kendini Allah’ın sevgili kulu, İslam’ın halifesi, Türkiye’nin en muhteşem sultanı olarak görüyor ama dünya tıbbının elinden bir şey gelmiyor…
*
Üstelik Erdoğan’ın İslamcılığı peşinde Türkiye, devletlerin uluslararası ilişkiler açısından görevlerini belirleyen, 1947’de BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen kararlara aykırı davranmakta sınır tanımıyor.
Mütemadiyen Suriye’de ve Irak’ta Suudi Arabistan, Katar’ın fonladığı radikal örgütleri silahlandırıp-yönlendirmek ve savaşa salmakla diğer bir devletin iç işlerine müdahale etmek, başka bir devlet sınırları içinde iç savaş çıkarmak, insan hakları saygılı olmamak, barışı tehdit edici davranışlardan uzak durmamak, hukuku ihlal edenlerle yardımlaşmak fiillerine bulaşıyor.
*
Halbuki Dünya’da bugün, devletlerin hükümetlerin ve bireylerin hukuksal ve siyasal karar ve hareketlerinin eleştirilmesi, takdir edilmesi, meşruluğu ya da gayrimeşruluğunun tartışılmasının ortak belirleyicisi olan ve toplumların özgürlüğü ve gelişmelerinde ön şart olarak kabul edilen “Hukukun Üstünlüğü”nü talep eden kimi çok güçlü ülkeler, ABD merkezinden Türkiye’yi de uluslararası suç işleyen bir ülke olarak kınıyor ve cezalandırılmasını talep ediyor.
*
Doğrusu Ortadoğu trajedisi insanlığı çok yormuş, vicdanlarda ağır travmalar yaratmış müteşebbislerin mutlaka ceza alması yönündeki talepleri ivmelemiştir.
İşte bu sırada ABD’nin 5+1 ülkeleriyle İran’ın nükleer programına ilişkin elde ettiği anlaşma ile İran’ın dünya politikasına eklenmesi ve Ortadoğu’da istikrarın oluşması fikri geliştiriliyor.
*
İran’ın Batı’nın ağır yaptırımlarının iptaliyle kendi doğal kaynaklarını kullanması ve ekonomik olarak ayağa kalkmasıyla Ortadoğu’da etki gücünü artıracağı öngörülüyor.
Nitekim ABD yakın zaman önce Suriye İç Savaşını Rusya ile çözmeye çalışır ve Ortadoğu’yu Rusya ile paylaşma fikrini sürdürürken, bugün bu fikri terketmiş görünüyor.
Ya? Şimdi Ortadoğu’daki gücü Suudi Arabistan liderliğinde Sünni Arap kuşağı ve İran liderliğinde Şii kuşak arasında dağıtmanın yolu oluşturuluyor…
*
Suriye’nin kuzeyi ve Irak’ın Kürdistan ve Şii bölgeleri arasında Sünni Arap Kuşağı oluşuyor.
İşte lider kadroları ve militanlarının kimlikleri İstihbarat Merkezlerince bilinen,
Çoğu Amerikan pasaportlu dünyanın bir çok ülkesinden birkaç bin kiralık asker eskisinden kurulu, Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) çetesi, temel olarak bu misyonu yürütüyor,gayrı resmi olarak ABD adına kara harekâtı yapıyor.
*
Bu kuşağın kurulmasıyla,1955′ te Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’ya nüfuz etmesini önlemeye yönelik NATO’nun bir uzantısı olarak kurulan “Bağdat Paktı”nın yeni bir açılımının hayata geçirilmesine yönelik belirtiler gözleniyor.
Bu kez İran; hem SSCB’nin o dönemki rolünü üstlenecektir, hem Ortadoğu’da nüfuz ettiği alanlarda karşısında Sünni Arapların oluşturduğu NATO’nun uzantısı bir savunma örgütünü bulacaktır!
*
Dünya, tam bu noktada ABD’nin Ortadoğu’nun haritasını yeniden çizmek için bilinçli olarak IŞİD’i desteklediği,
Savunma Bakanlığı’nın 2012’den beri İŞİD terör örgütünün yapılanmasından bilgisi olduğuna ilişkin bilgi ve söylemlerle sarsılıyor.
*
ABD öyle mi, diye soruluyor!
Ortadoğu’da herşeyin ABD’nin kirli, kanlı, çirkin ve dehşetengiz ayak oyunları ve Ortadoğu’da kimi bölünmeleri göze alarak radikal terör örgütleri eliyle Suriye kuzeyinde ve Orta Irak’ta birleşik bir Sünni Arap kuşağı oluşturulması öngörüsünün gerçekleşmesi stratejisine dayandığı fikri;
ABD’yi gün geçtikçe insanlık vicdanı ve Uluslararası hukuk önünde köşeye sıkıştırıyor,muhalif ülkelerin eli güçleniyor.
*
Ne ki, ABD “anam babam aman, kaçın kurası bu/ ne baş belası bu” dur.
Türkiye’de 7 Haziran Genel Seçimleri’ne gidilirken,suçu çevirmek ve bir başkasına atmak için bir buçuk yıl önce Suriye’ye giden TIR’ların silah dolu olduğu haberlerinin bu kez fotoğrafları yayımlanıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan nezdinde Türkiye’nin uluslararası hukuk suçu işlediği sabitleniyor.
*
Mısır’da M.Mursi’nin tutuklu olduğu cezaevinde, demir parmaklıkların arkasında bir derinden “O’nun canı can, benimkisi patlıcan” kızgınlık sitemleriyle inlediği söyleniyor!
Birleşmiş Milletler’den MİT TIR’larıyla mühimmat taşındığına ilişkin yayınlanan görüntülerle ilgili olarak, “Hangi taraf olursa olsun, Suriye’de savaşan gruplara silah yollanmasına karşıyız” açıklaması geliyor.
ABD hem kendini aklamak ve muhalif ülkeler karşısında kuyruğu titretmemek,hem “Bölgeyi kazanırsam petrolü ve Misak’ı Milli topraklarını da kazanırım ” İslamcı oportunizmine son vermek üzere, 8 Haziran Pazartesi gününden itibaren Erdoğan’ı, Beştepe Noteri olarak AkSaray’a atamaya hazırlanıyor.
Uluslararası Hukuk Divanı’nın zamanı geldiğinde ceza kesmesi gününe kadar…
4.6.2015
Bir yanıt yazın