Nurullah AYDIN
31 Mayıs 2015-ANKARA
HİPNOZ ALTINDAKİ TÜRKİYE YUGOSLAVLAŞMA SÜRECİNDE Mİ?
Soğuk savaş sonrası Balkanlarda Tito önderliğinde Yugoslavya kuruldu. Üçüncü dünya liderliğine de öncülük yaptı. Ancak etnik ve dinsel ayrımcılık tohumları atıldı. Kısa sürede çatışmalar sonrası parçalandı, bölündü ve nihayet devletçikler kuruldu.
Aynı süreci Irak’ta yaşadı. Libya, Suriye, Yemen, Sudan, Nijerya, Somali aynı süreci yaşıyor.
Kitleler, çoğu kez, yaşanılan toplumsal, siyasal sürecin arka planını anlamakta zorlanır. Yaşanılanlar, tarih olduktan sonraysa yapılacak bir şey kalmaz.
Geçmişi belleğine kazıyan insanoğlu, yaşananların nedenlerini ve olası sonuçlarını algılamakta nedense aynı feraseti gösteremez.
Gerçekleri bildiği halde; ısrarla geçmişe takılıp kalan, bugünü sorgulamayan, yarına ilişkin öngörü ortaya koymayan ya korkaktır, ya haindir, ya işbirlikçidir ya da ajandır.
Değişim-Dönüşüm operasyonu nedir? Milli/Ulus devlet niteliğinin çözülmesi, siyasi coğrafyanın küçülmesi, millet bilincinin dağıtılıp etnik ve mezhepsel kompartımanlara bölünme, geleceğe yönelik ortak hedeflerden vazgeçilerek, amaçsız sürüye dönüşümün tamamlanması.
Medya illüzyonuyla, topluma şırıngaladığı psiko kültürel narkozun etkisinin operasyon tamamlanıncaya kadar geçmemesini istemektedir. Ortadoğu halklarının verilen narkozun etkisinden kurtulup kurtulamayacağını zaman gösterecektir.
Bulunduğu coğrafyada hiçbir iddiası kalmamış, kaderini ve geleceğini belirleme iradesini kaybetmiş, emperyal sistemin verdiği rolü itirazsız benimseme psikolojisinin yönetimden başlayarak tüm halkı etkisi altına alması için adeta toplu hipnoz seansı yapılmış gibidir.
Tarih bize devletlerin güç katsayısının sahip bulundukları ekonomileri olduğunu göstermektedir. Ekonomik olarak komşularından üstün olanın siyasal, askeri gücünün de yüksek olması doğaldır.
Türkiye’nin kurucu kadroları; milli ekonomiye dayalı, bağımsız bir güç olması halinde ulus devlet olarak bu coğrafyada yaşayabileceğini Osmanlı çöküşünün acı deneyimlerinden öğrenmişlerdi. Bürokrasinin, ordunun milli olabilmesinin temel şartının ülke ekonomisinin milli olmasından geçtiğini yaşanan trajedilerden çıkarmışlardı.
Sorulması gereken ekonomisi milli olmaktan çıkarılmış, büyük sermayesi uluslararası sermayeye eklemlenmiş bir Türkiye, milli devlet olarak yaşayacak mıdır?
Oyun son derece açık oynandığı halde anlaşılamaması şaşırtıcıdır. Kopan gürültü, yaşanan postmodern kargaşa ve karmaşa, ekonomik olarak teslim alınan bir ülkenin milli kalmakta direnen bürokrasisinin, ordusunun tasfiyesidir.
Tasfiye programının ulus ötesi karar mercileri; ulus devletin, ulusal ekonominin infazını milli dirençle karşılaşmadan sonuçlandıracak psiko kültürel sihirli reçete arayışındadırlar.
Halkın derin bilinçaltında yaşattığı kolektif duyarlılığını köreltip, milli kimliğe, kültüre dönüşüp ulus bilinciyle harmanlanan din algısının yok edilmesini bu nedenle zorunlu görmektedirler.
Halkın milli kimliğe dönüştürüp içselleştirdiği din algısı; emperyalizm güdümündeki tarikat-cemaatlerin, kitleleri köleleştiren kayıtsız şartsız itaat-biat reçeteleriyle değiştirilmektedir.
Milli/Ulus devletin tasfiyesiyle; ekonominin, siyasetin, devletin denge kurumlarının, yani sistemin baştan aşağı emperyalizmin arzuları doğrultusunda yeniden düzenlenmesi operasyonunu, toplumun stratejik olarak algılayamadığı görülmektedir.
Kurumların suçlanıp itibarsızlaştırılması, aşağılanması, halkın kolektif gurur sembolü olmaktan çıkarılıp bir nefret simgesine dönüştürülmesi, tasfiye operasyonunun sonucudur.
Devletin temel nitelikleri değiştirilmek istenirken, ulus devletten postmodern sömürgeye dönüşümün kurumsal ve fiziki en büyük engelinin ortadan kaldırılması gerçekleştirilmektedir!
Ülkenin siyasi coğrafyasının küçültülmesi için düğmeye basılmıştır.
Operasyon; yerel-milli olan her unsura aralıksız sürdürüleceği anlaşılmaktadır.
Günün Sözü: Gücünü yabancılardan alan, halkını aldatanların sonu bellidir.
Bir yanıt yazın