Paris’te Türkiye Daimi Temsilciliğinde beş yıl görev yaptığım Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Kuruluşu OECD, 21 Mayıs 2015 tarihinde üye ülkelerdeki gelir dağılımı ile ilgili önemli bir rapor yayınlamıştır. Üye ülkelerin önemli bir bölümünde zengin ve yoksul arasındaki uçurumun son 30 yılın en yüksek oranına ulaştığı raporda açıklanmıştır.
OECD ülkeleri arasında gelir dağılım adaletsizliği sıralamasında Şili ilk sırayı alırken bu ülkeyi Meksika, Türkiye, ABD ve İsrail izlemektedir. Türkiye, en üstteki ve en alttaki yüzde 10’luk dilimler arasındaki uçurumda Meksika, Şili ve ABD’nin ardından dördüncü sıradadır.
OECD’nin 9 Aralık 2014 tarihinde açıklanan ve 1985 yılından sonraki verileri esas alınarak yayınlanan Gelir Eşitsizliği Ekonomik Büyümeye Zarar Verir mi? raporunda Türkiye’nin bu konuda ilerleme sağladığı belirtilmekle beraber, ülkelerdeki Gini katsayısına göre Türkiye 0,41 ile Meksika’nın ardından en yüksek (en kötü) ikinci orana sahip ülke idi. Diğer bir deyişle 34 OECD ülkesi arasında gelir dağılımı en kötüler arasında ikinciydi.
Gelir dağılımı, bir ülkede belirli dönemler içinde yaratılan gelirin kişiler, hane halkları veya üretim faktörleri arasında bölünmesidir. Amacı, ekonomide gelir farklılıkların ortaya çıkardığı ekonomik ve sosyal sonuçları ortaya koymaktadır.
Türkiye, OECD’nin son raporuna göre yoksulluğu yaşlara göre sınıflandırmasında çocuk yoksulluğunda dünya birincisidir. OECD, Türkiye’de 0-17 yaş grubunda yüzde 28.4’lük kesimin yoksul olduğunu belirlemiştir. Bu oran 18-25 yaş grubunda 16.2, 26-65 yaş grubunda 14.4 ve 65 yaş üstü grupta 18.4’tür.
Rapor’a göre Türkiye’de en zengin yüzde 10’luk kesim, en yoksul yüzde 10’luk kesimden 15.2 kat daha fazla kazanmaktadır. Dünya Bankası verilerine göre Türkiye’de 2002 yılında toplumun en zengin yüzde 10’luk kesiminin geliri, en yoksul yüzde 10’nun gelirinin 14,7 katıdır. 2010 yılında bu makas ancak 14,5 kata kadar gerileyebilmiştir.
TÜSİAD’ın 2014 yılında yayınlanan ve 2002-2011 döneminde kişisel gelir dağılımı eşitsizliğini belirleyen raporunda 2002-2007 arasında gelir dağılımı eşitsizliğinde azalma eğilimi söz konusu iken, 2007-2011 döneminde eşitsizlik ölçülerinde önemli bir gelişme olmamıştır. Gelir dağılımının birinci dönemde eşitliğe yaklaşmasında, büyük oranda gelir dağılımının en üstünde yer alan en zengin gelir grubunun gelirlerindeki oransal azalma etkili olmuştur.
Gelir dağılımın en iyi olduğu 34 OECD ülkesi arasında Danimarka, Slovenya, Slovakya ve Norveç bulunmaktadır. Gini katsayısı esas alındığında Türkiye 1985- 2013 döneminde gelir dağılımı eşitsizliğinin giderilmesinde gelişme göstermiştir ama bu gelişme çok yetersizdir.
TÜİK’in 2013 Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’na göre 2010 yılında toplumun en çok kazanan yüzde 10’luk dilimiyle en az kazanan yüzde 10’luk dilimi arasındaki gelir makas 11,7 kat iken, günümüzde OECD ülkelerindeki en zengin yüzde 10 ile en yoksul yüzde 10 arasında 9.6 kat farklılık vardır.
OECD’nin son raporunda 1980’lerdeki oran 7.1 kat idi. Bu oran 1990’lı yıllarda 8.1, 2000’li yıllarda ise 9.1’e çıkmıştı. 2012 yılında 18 OECD ülkesinde en alt kesimdeki yüzde 40, gelirin yüzde 3’ne alırken ilk yüzde 10 gelirin yarısına sahipti. En üstteki yüzde 1 ise gelirin yüzde 18’ni paylaşıyordu.
TÜİK’e göre yüzde 20’lik gruplarda en yüksek gelire sahip son gruptakilerin toplam gelirden aldığı pay yüzde 46.6 iken, en düşük gelire sahip ilk gruptakilerin toplam gelirden aldığı pay yüzde 6.1’dir. Buna göre son yüzde 20’lik grubun toplam gelirden aldığı pay, ilk yüzde 20’lik gruba göre (P80/P20 göstergesi) 7.7 kattır.
Gini katsayısı ise 0.400’dür.
Gini katsayısı ülkede yaratılan ekonomik değerin nüfusa ne derece eşit paylaştırıldığını ölçmek için kullanılan bir ekonomik göstergedir. 0 ile 1 arasında değişen oranlarda sıfıra yakın değerler gelir adaletini gösterirken, yüksek oranlar yaratılan gelirin çok kısıtlı bir nüfusun elinde toplandığını gösterir.
KOÇ Holding Yönetim Kurulu Üyesi Ali Koç, 26 Şubat 2015 tarihinde iş arayan milyonlarca insanın, kabul edilemez şartlarda çalışan işçilerin ve buna bağlı giderek artan toplumsal ve sosyal gerginliklerin daha fazla oyalanmaya, daha fazla ötelenmeye tahammülü olmadığına inandığını söylemiş ve şu tespitte bulunmuştur: “Büyüme trendinde olmayan bir şeyler var. O da reel ücretler. Ücretlerin milli gelirden aldığı pay büyümemektedir. Her şey yükselirken reel ücretlerin düşmesi, ücretlerin milli gelirden aldığı payın düşüyor olması, kendi içinde kabul edilmesini çok güç bir fenomen olarak görüyorum.”
Türkiye’de sekizinci Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in geçmiş seçim dönemlerinde söylediği “Benim işçim, benim memurum, benim emeklim, benim köylüm, benim esnafım” deyişi adı geçen her gruba gelirden daha fazla pay verme ve ona sahiplenmenin bir göstergesidir. Özetle, toplumdaki politik güç, genel oy tabanına hoş gelecek önlemleri alarak gelir dağılımını isterse etkileyebilmektedir.
Türkiye’de gelir dağılımım bozuk olduğu için dolar milyarderi sayısı da çok fazladır. İsviçre merkezli UBS adlı finans kuruluşunun raporuna göre 2014 yılında 38 dolar milyarderi bulunan Türkiye, dünya üzerinde en fazla dolar milyarderine sahip 14’ncü ekonomiye sahip ülkedir. Fakat büyük bir çelişki olarak Türkiye maalesef IMF 2014 yılı verilerine göre kişi başına gelir bakımından 184 ülke arasında 66’ncı sıradadır.
Gelir dağılımı, belirli bir sınırın altında kalanların dağılımından çok, nüfusun tamamına ilişkin dağılımını belirlediği için yoksulluktan daha geniş bir kavramdır. Gelir dağılımı ve yoksulluk arasında sıkı bir ilişki vardır. Belirli bir gelir seviyesinde gelir dağılımındaki eşitsizlik ne kadar artarsa, yoksulluk içinde yaşayan kişilerin oranı da o ölçüde yükselir.
Gizli hesaplardaki müşteri sayısı itibariyle Türkiye, 3 bin 105 müşteri ile listelenen 34 ülke arasında 9’ncu sıradadır. Türkiye, açılan gizli hesaplardaki para miktarına göre yapılan sıralamada ise 3.5 milyar dolar ile 23’ncüdür. Türkiye’den müşterilerin açtığı hesaplar içerisinde en yüksek tutar 263.7 milyon dolarlık bir hesaptadır.
Bu durum, Türkiye’de korkunç bir gelir ve servet eşitsizliğinin göstergesidir.
TÜİK 2014 aile verilerine ilişkin istatistikleri 5 Mayıs 2015 tarihinde açıklamıştır. Buna göre, yoksulluk sınırının altında yaşayan hane halklarının oranı yüzde 22,4’tür. Evdeki çocuk sayısı arttıkça yoksulluk uçurumu da büyümektedir.
Türkiye’de gelir ve servet dağılımının ne kadar bozuk olduğunun bir göstergesi de, İstanbul’da 31 Mayıs’a kadar devam eden Autoshow fuarında fiyatları 100 bin Euro’dan (286 bin TL) başlayıp 675 bin Euro’ya (1,9 milyon TL) çıkan Jaguar, Porsche, Aston Martin, Ferrari, Maserati, Lexus, BMW, Audi, Jeep ve Land Rover gibi lüks otomobillerin ilk 4 günde adeta yok satmasıdır.
Fuarın ilk 4 gününde 3 adet Aston Martin, 2 adet Lexus, 90 Audi, 89 BMW, 7 Jaguar, 6 Porsche, 14 Land Rover, 4 Jeep, 1 Ferrari ve 1 Maserati satılmıştır.
Bu kapsamda yaklaşan 7 Haziran seçimlerinde özellikle muhalefet partilerinin “gelir ve servet adaletsizliğini giderici vaatleri” önem taşımaktadır. Başbakan Ahmet Davutoğlu muhalefet partilerinin asgari ücret vaatlerine tepki göstermiştir ama, gelir dağılımındaki bozukluğu gidermek için kamunun yaptığı sosyal yardımları da göz ardı etmemek gerekir.
Bir ülkede gelir ve servet eşitsizliği, dezavantajlı grupların eğitim fırsatlarını azaltmakta, onların sınıf değiştirme sıklığını aşağı çekmekte, kişilerin yeteri kadar beceri geliştirememelerine yol açmaktadır.
Ülkeler gelir ve servet eşitsizliğini azalttığı ölçüde daha fazla büyümekte, sosyal adalet sağlanmakta, yoksullara devletin yaptığı sosyal yardımlar azalmakta ve büyüme için yeterli kaynak elde edilmektedir.
Gelir ve servet eşitsizliğinin arttığı bir ekonomide siyasi ve ekonomik istikrar tehlikeye girer. Bu açıdan bakıldığında Hükümetin gelir dağılımı konusundaki eleştirilerine çok fazla tepki göstermemesi gerekir.
Ben, gelir dağılımı konusundaki adaletsizlere duyarlı olmayanların Karl Marx’ın Zincirlerimizden Başka Kaybedecek Neyimiz Var! kitabını okumalarını tavsiye ederim.
Türkiye’nin OECD Daimi Temsilciliğinde beş yıl görev yapan biri olarak OECD’nin son raporundan sonra Necip Fazıl Kısakürek’in şu dörtlüğünü sizlerle paylaşmak istedim:“Allah’ın on pulunu bekleyedursun on kul, Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul,
Kurt yapmaz bu taksimi kuzulara şah olsa, Yaşasın kefenimin kefili karaborsa.”
Yok Saymakla Maalesef Yok Olmuyor
Belçika’daki ilk türbanlı milletvekili olan Türk kökenli Mahinur Özdemir, 1915 olaylarını “soykırım” olarak tanımlamadığı için geçen hafta partisinden ihraç edilmiştir. İhraç kararı; 1915 olaylarını “soykırım” olarak tanımlayan Hümanist Demokrat Merkez’in (CDH) bu konudaki politikasını benimsemeyen Brüksel Bölge Parlamentosu milletvekili Özdemir’in kararı tanımaması üzerine alınmıştır.
CDH Başkanı Benoit Lutgen daha önce “CDH içinde bir inkârcı varsa anında kapı dışarı edilir” açıklamasını yapmıştı. CDH Özdemir’e ulusal, Avrupa ve uluslararası seviyede tanınan tüm soykırımların tanınması şartını 10 Nisan 2014 tarihinde imzalatmıştı. 1982 doğumlu Özdemir, 2009’da yapılan bölgesel seçimlerde CDH tarafından 21’nci sırada aday gösterilmesine rağmen aldığı tercihli oylar sayesinde Brüksel Bölge Parlamentosu’na girmeyi başarmıştı.
Demek ki, Avrupa Parlamentosu’nun sözde soykırım kararını ”yok hükmünde” saymakla soykırım kararları yok olmuyormuş!…
Bozkır: “Kıbrıs Sorunu Bu Yıl Çözülür”
AB Bakanı Volkan Bozkır Türkiye İş Kadınları Derneği toplantısında yaptığı konuşmada Kıbrıs sorununun bu yıl çözüleceğini ve bunun sonucunda bloke edilmiş 14 başlığın bir anda açılır hale geleceğini söylemiştir.
Bir AB uzmanı olarak ben bu yıl Kıbrıs sorununun çözüleceğine ve 14 başlığın bir anda açılır hale geleceğine inanmamaktayım.
Eski Başbakanlardan Tansu Çiller’in , 7 Mayıs 1995 tarihinde Hürriyet gazetesine verdiği demeçte, “En geç 1998’de Avrupa Birliği’ne tam üyeyiz” dedikten sonra, “Bu iş zor olmayacak, imajım etkili olacak.” açıklamasını Bakan Bozkır’ın göz ardı etmemesi gerektiğini düşünmekteyim.
Yazıları posta kutunda oku