ŞEYTAN AMERİKA

 
Tony Cartalucci, Global Research Küresel Araştırma Merkezi’nde çalışıyor.
ABD Savunma Bakanlığı İstihbarat Ajansı’nın raporlarından ulaştığı, aslında bütün dünyanın bildiği şeyleri deşifre etti.
ABD ve müttefiklerinin Suriye’de Beşar Esad rejimini devirmek için bilinçli olarak IŞİD’i desteklediklerini,
Savunma Bakanlığı’nın 2012’den beri İŞİD terör örgütünün yapılanmasından bilgisi olduğunu yazdı.
 
*
Yazı, herşeyin Suriye’nin İsrail’e karşı direniş cephesinin en ön saflarında yer alması ve ABD ve İsrail için tehdit unsuru olması noktasından başlıyor.
Buna göre ABD yönetimi 2011’den önce Suriye devletine darbe indirmeye çalışmış ama her defasında başarısız olmuştur. 
2011’de ABD ve İsrail, Suriye’de halkı desteklemek bahanesiyle bu kez içeriden Esad yönetimine zorluklar çıkarmaya başlamış,
Bir taraftan da NATO üyesi Türkiye’nin yanı sıra müttefikleri Ürdün ve Suudi Arabistan vasıtasıyla  El Kaide terör güçlerini koordine etmiştir.
 
*
Nihayet ABD; Suudi Arabistan, Ürdün ve Türkiye gibi bölge müttefikleri ile dünyanın dört bir yanından teröristleri Suriye topraklarına sızdırmaya ve onları askeri teçhizat, silah ve para ile desteklemeye başlamıştır.
Öyle ki, Türkiye toprakları ve sınırları teröristlerin cirit attığı ve Suriye’ye rahatça geçtiği bir alana dönüşmüştür.
 
*
ABD Savunma Bakanlığı’nın  Haziran 2014’te Musul’un ve Ramadi’nin İŞİD güçlerinin eline düşmesini daha 2012 yılında planladığı ifşa ediliyor.
Irak Kürt Bölge Yönetimi lideri M.Barzani, önce Musul’un merkezi hükümetin kontrolünden çıkarılması için Sünni BAAS’çılarla doğrudan işbirliğindeyken,
Musul’un düşmesinden sonra İŞİD tehditini ileri sürerek en önemli petrol havzasında yer alan Kerkük’ü kontrolüne alıyor.
Cartalucci, bütün bunların Barzani’nin IŞİD’le  dolaylı olarak işbirliği yapmasının bir sonucu olduğunu,
Nitekim, Barzani’nin Musul’un düşmesinden bir hafta önce ABD, İsrail, Suudi Arabistan, Ürdün ve Türkiye’nin öngörüsüyle  Ürdün/Amman’da  yapılan bir toplantıda KDP ile temsil edildiğini ve Iraklı Sünni BAAS’çılarla birlikte Musul’un düşüşünün planlandığını bildiriyor.
İşin bu noktası Bağımsız bir Kürdistan’a yol verildiği anlamına geliyor…
 
*
Bugün IŞİD Irak’ta El Enbar’ın merkezi Ramadi’yi ele geçirmiş, ardından Suriye’nin Tedmür kentini alarak “Irak ve Suriye’deki hakimiyet alanlarını” birleştirmiştir.
Öte yanda Türkiye’nin desteklediği El Kaideci  El Nusra Cephesi ve Ahrar el Şam arasında anlaşma yapılmış, kuzeydeki daha küçük İslamcı isyan gruplarının çoğu ve ılımlı Özgür Suriye Ordusu birimleri Fetih Ordusu adlı yeni bir şemsiye örgütle, Suriye kuzeyinde İdlib bölgesinde hükümet ordusunu püskürtmeyi başarmış ve Lazkiye sınırına dayanmıştır.
Şimdi Suriye’deki bu güçlere Türkiye’deki ABD üslerinden hava desteği verilmesi planlanıyor.
Bu nokta ise Suriye’nin kuzeyi ve Irak’ın orta bölümünde bir Sünni Araplar için bir yapılanmaya yol verildiği anlamındadır… 
 
*
Bütün bunlar, İsrail’in Suriye ile ilişkilerini belirleyen 1967 Altı Gün Savaşında ele geçirdiği  Golan Tepeleri ve yayılmacı politikalarından gelişiyor ve bu çerçevede büyük bir ABD/İsrail planının işlediğini gösteriyor.
 
*
Golan Tepelerindeki su kaynakları İsrail- Suriye, İsrail-Filistin arasındaki esas sorunu oluşturuyor.
Su kaynaklarına erişimin olmaması halinde hem İsrail’in, hem de Suriye ve Filistin’in varlığını sürdüremeyeceği biliniyor.
Golan Tepelerinin işgali Suriye ile İsrail arasında iki ülkenin Filistinliler, Sünni Araplar, Kürtler ve diğer  azınlıkların sorunlarını da ivmeliyor.
Sonuçta HAMAS, Hizbullah, Müslüman Kardeşler gibi sayısız İslami örgüt ve Kürtler derken,  dinci ve etnikçi terörizmle, işte Suriye trajedisi ortaya çıkıyor. 
 
*
Fakat giderek İsrail, dinci ve etnikçi terörle kaynayan bir bölge ile kuşatılırken,güvenliği ve esenliğini her zamandan daha çok ister duruma gelmiştir.
Üstelik Suriye’de BAAS rejimi değişikliğinin gerçekleşmesinin mümkün olmadığı ve rejimin büyük bir potansiyele sahip olduğu da görülmüştür.
 
*
Bu durumda, her hâlikârda Suriye ile yapılacak bir barış anlaşmasının BAAS partisi ile yapılacağı gerçekliği ortaya çıkıyor.
Üstelik BAAS partisi İsrail’i bir Yahudi Devleti olarak tanıyabilecek, bölgede Laik Arap Milliyetçiliğine dayanan biricik oluşumdur.
O halde BAAS geleneğinden gelen Iraklı Sünnilere de iktidar gücü vermek gerekmekteydi…
 
*
O yüzden nükleer programına ilişkin elde edilecek anlaşma ile İran’ın dünya politikasına eklenmesi ve Ortadoğu’da istikrarın oluşması stratejisi oluşturuldu.
Ağır yaptırımların iptali halinde İran’ın kendi doğal kaynaklarını kullanacağı, ekonomik olarak ayağa kalkacağı ve Ortadoğu’da etki gücünü arttıracağı düşünüldü.
Şimdi Ortadoğu’daki gücü Suudi Arabistan ve İran arasında dağıtmanın yolu örülüyor.
Bu sayede güya “bir taşla iki kuş vuruluyor” ve ABD, Suriye İç Savaşını  Rusya ile çözmeye çalışır ve Ortadoğu’yu Rusya ile paylaşma fikrini sürdürürken, bu fikirden vazgeçmiş bulunuyor…
 
*
Ama bu stratejinin başarısı için Viyana’da Batı’nın her türlü misafirperverliği ile gözü açılmaya çalışılan İran’ın 5+1 grubu ile sürdürdüğü görüşmelerde nihai anlaşmaya varılması ve ardından göstereceği tutumu önem kazanıyor.
İran’a  uygulanan yaptırımların kaldırılması ve İran’ın nükleer faaliyetlerini denetleme meselesinde ABD’nin talepleri, nihai anlaşma taslağını hazırlama yolunda göze çarpan en ciddi engel olarak görülüyor.
 
ABD Başkanı Obama’nın, nükleer müzakerelerde yönetiminin kararlarını Kongre üzerinde güçlü nüfuzu olan İsrail lobileriyle eşgüdümde tutmak çabası eleştiriliyor.
Obama tüm seçenekler masada derken, nükleer anlaşmaya vardıkları takdirde İran’ın terörü desteklemesi ve İsrail’i tehdit etmesi gibi sorunların geride kalacağını iddia ediyor.
İran bu iddiaya, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumunun teyid ettiği üzere nükleer programının  tamamen barışçıl ve sivil amaçlı olduğu,
Ama Ortadoğu’da bölgesinde nükleer silahı olan, bölgeyi ve hatta tüm dünyayı tehdit eden tek rejimin İsrail olduğu teziyle karşılık veriyor. 
Üstelik İran’ın muhalifi ülkeler İsrail, Suudi Arabistan, Türkiye ve diğerleri gerilimi sürekli üst düzeyde tutuyor, ABD bu koalisyonun ahengini bir türlü tutturamıyor.
 
Doğrusu herşey ABD’nin kirli, kanlı, dehşetengiz ayak oyunları ve Ortadoğu’da kimi bölünmeleri göze alarak, yazık ki radikal terör örgütleri eliyle Suriye kuzeyinde ve Orta Irak’ta birleşik bir Sünni Arap kuşağı oluşturulması öngörüsünün gerçekleşmesi  hayaline dayanıyor.
Doğrusu hiçbir şey, Suriye’nin genelinde sabit kalan dengeyi değiştirmiyor,çünkü iç savaşın tüm tarafları dış desteğe dayanıyor.
Dış desteğe dayanan yeni askeri çabalar çatışmaları daha da şiddetlendiriyor, savaşı uzatıyor ve daha kanlı hale getiriyor…
 
*
İnsan olan “Yaşasın Amerika” diyemiyor…
 
27.5.2015
 
Tony Cartalucci, Global Research Küresel Araştırma Merkezi'nde çalışıyor.
ABD Savunma Bakanlığı İstihbarat Ajansı'nın raporlarından ulaştığı, aslında bütün dünyanın bildiği şeyleri deşifre etti.
ABD ve müttefiklerinin Suriye'de Beşar Esad rejimini devirmek için bilinçli olarak IŞİD'i desteklediklerini,
Savunma Bakanlığı'nın 2012'den beri İŞİD terör örgütünün yapılanmasından bilgisi olduğunu yazdı.
 
*
Yazı, herşeyin Suriye'nin İsrail'e karşı direniş cephesinin en ön saflarında yer alması ve ABD ve İsrail için tehdit unsuru olması noktasından başlıyor.
Buna göre ABD yönetimi 2011'den önce Suriye devletine darbe indirmeye çalışmış ama her defasında başarısız olmuştur. 
2011'de ABD ve İsrail, Suriye'de halkı desteklemek bahanesiyle bu kez içeriden Esad yönetimine zorluklar çıkarmaya başlamış,
Bir taraftan da NATO üyesi Türkiye'nin yanı sıra müttefikleri Ürdün ve Suudi Arabistan vasıtasıyla  El Kaide terör güçlerini koordine etmiştir.
 
*
Nihayet ABD; Suudi Arabistan, Ürdün ve Türkiye gibi bölge müttefikleri ile dünyanın dört bir yanından teröristleri Suriye topraklarına sızdırmaya ve onları askeri teçhizat, silah ve para ile desteklemeye başlamıştır.
Öyle ki, Türkiye toprakları ve sınırları teröristlerin cirit attığı ve Suriye'ye rahatça geçtiği bir alana dönüşmüştür.
 
*
ABD Savunma Bakanlığı'nın  Haziran 2014'te Musul'un ve Ramadi'nin İŞİD güçlerinin eline düşmesini daha 2012 yılında planladığı ifşa ediliyor.
Irak Kürt Bölge Yönetimi lideri M.Barzani, önce Musul'un merkezi hükümetin kontrolünden çıkarılması için Sünni BAAS'çılarla doğrudan işbirliğindeyken,
Musul'un düşmesinden sonra İŞİD tehditini ileri sürerek en önemli petrol havzasında yer alan Kerkük'ü kontrolüne alıyor.
Cartalucci, bütün bunların Barzani'nin IŞİD'le  dolaylı olarak işbirliği yapmasının bir sonucu olduğunu,
Nitekim, Barzani'nin Musul'un düşmesinden bir hafta önce ABD, İsrail, Suudi Arabistan, Ürdün ve Türkiye'nin öngörüsüyle  Ürdün/Amman'da  yapılan bir toplantıda KDP ile temsil edildiğini ve Iraklı Sünni BAAS'çılarla birlikte Musul'un düşüşünün planlandığını bildiriyor.
İşin bu noktası Bağımsız bir Kürdistan'a yol verildiği anlamına geliyor...
 
*
Bugün IŞİD Irak'ta El Enbar'ın merkezi Ramadi'yi ele geçirmiş, ardından Suriye'nin Tedmür kentini alarak "Irak ve Suriye'deki hakimiyet alanlarını" birleştirmiştir.
Öte yanda Türkiye'nin desteklediği El Kaideci  El Nusra Cephesi ve Ahrar el Şam arasında anlaşma yapılmış, kuzeydeki daha küçük İslamcı isyan gruplarının çoğu ve ılımlı Özgür Suriye Ordusu birimleri Fetih Ordusu adlı yeni bir şemsiye örgütle, Suriye kuzeyinde İdlib bölgesinde hükümet ordusunu püskürtmeyi başarmış ve Lazkiye sınırına dayanmıştır.
Şimdi Suriye'deki bu güçlere Türkiye'deki ABD üslerinden hava desteği verilmesi planlanıyor.
Bu nokta ise Suriye'nin kuzeyi ve Irak'ın orta bölümünde bir Sünni Araplar için bir yapılanmaya yol verildiği anlamındadır... 
 
*
Bütün bunlar, İsrail'in Suriye ile ilişkilerini belirleyen 1967 Altı Gün Savaşında ele geçirdiği  Golan Tepeleri ve yayılmacı politikalarından gelişiyor ve bu çerçevede büyük bir ABD/İsrail planının işlediğini gösteriyor.
 
*
Golan Tepelerindeki su kaynakları İsrail- Suriye, İsrail-Filistin arasındaki esas sorunu oluşturuyor.
Su kaynaklarına erişimin olmaması halinde hem İsrail'in, hem de Suriye ve Filistin'in varlığını sürdüremeyeceği biliniyor.
Golan Tepelerinin işgali Suriye ile İsrail arasında iki ülkenin Filistinliler, Sünni Araplar, Kürtler ve diğer  azınlıkların sorunlarını da ivmeliyor.
Sonuçta HAMAS, Hizbullah, Müslüman Kardeşler gibi sayısız İslami örgüt ve Kürtler derken,  dinci ve etnikçi terörizmle, işte Suriye trajedisi ortaya çıkıyor. 
 
*
Fakat giderek İsrail, dinci ve etnikçi terörle kaynayan bir bölge ile kuşatılırken,güvenliği ve esenliğini her zamandan daha çok ister duruma gelmiştir.
Üstelik Suriye'de BAAS rejimi değişikliğinin gerçekleşmesinin mümkün olmadığı ve rejimin büyük bir potansiyele sahip olduğu da görülmüştür.
 
*
Bu durumda, her hâlikârda Suriye ile yapılacak bir barış anlaşmasının BAAS partisi ile yapılacağı gerçekliği ortaya çıkıyor.
Üstelik BAAS partisi İsrail'i bir Yahudi Devleti olarak tanıyabilecek, bölgede Laik Arap Milliyetçiliğine dayanan biricik oluşumdur.
O halde BAAS geleneğinden gelen Iraklı Sünnilere de iktidar gücü vermek gerekmekteydi...
 
*
O yüzden nükleer programına ilişkin elde edilecek anlaşma ile İran'ın dünya politikasına eklenmesi ve Ortadoğu'da istikrarın oluşması stratejisi oluşturuldu.
Ağır yaptırımların iptali halinde İran'ın kendi doğal kaynaklarını kullanacağı, ekonomik olarak ayağa kalkacağı ve Ortadoğu'da etki gücünü arttıracağı düşünüldü.
Şimdi Ortadoğu'daki gücü Suudi Arabistan ve İran arasında dağıtmanın yolu örülüyor.
Bu sayede güya "bir taşla iki kuş vuruluyor" ve ABD, Suriye İç Savaşını  Rusya ile çözmeye çalışır ve Ortadoğu'yu Rusya ile paylaşma fikrini sürdürürken, bu fikirden vazgeçmiş bulunuyor...
 
*
Ama bu stratejinin başarısı için Viyana'da Batı'nın her türlü misafirperverliği ile gözü açılmaya çalışılan İran'ın 5+1 grubu ile sürdürdüğü görüşmelerde nihai anlaşmaya varılması ve ardından göstereceği tutumu önem kazanıyor.
İran'a  uygulanan yaptırımların kaldırılması ve İran'ın nükleer faaliyetlerini denetleme meselesinde ABD'nin talepleri, nihai anlaşma taslağını hazırlama yolunda göze çarpan en ciddi engel olarak görülüyor.
 
* 
ABD Başkanı Obama'nın, nükleer müzakerelerde yönetiminin kararlarını Kongre üzerinde güçlü nüfuzu olan İsrail lobileriyle eşgüdümde tutmak çabası eleştiriliyor.
Obama tüm seçenekler masada derken, nükleer anlaşmaya vardıkları takdirde İran'ın terörü desteklemesi ve İsrail'i tehdit etmesi gibi sorunların geride kalacağını iddia ediyor.
İran bu iddiaya, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumunun teyid ettiği üzere nükleer programının  tamamen barışçıl ve sivil amaçlı olduğu,
Ama Ortadoğu'da bölgesinde nükleer silahı olan, bölgeyi ve hatta tüm dünyayı tehdit eden tek rejimin İsrail olduğu teziyle karşılık veriyor. 
Üstelik İran'ın muhalifi ülkeler İsrail, Suudi Arabistan, Türkiye ve diğerleri gerilimi sürekli üst düzeyde tutuyor, ABD bu koalisyonun ahengini bir türlü tutturamıyor.
 
* 
Doğrusu herşey ABD'nin kirli, kanlı, dehşetengiz ayak oyunları ve Ortadoğu'da kimi bölünmeleri göze alarak, yazık ki radikal terör örgütleri eliyle Suriye kuzeyinde ve Orta Irak'ta birleşik bir Sünni Arap kuşağı oluşturulması öngörüsünün gerçekleşmesi  hayaline dayanıyor.
Doğrusu hiçbir şey, Suriye'nin genelinde sabit kalan dengeyi değiştirmiyor,çünkü iç savaşın tüm tarafları dış desteğe dayanıyor.
Dış desteğe dayanan yeni askeri çabalar çatışmaları daha da şiddetlendiriyor, savaşı uzatıyor ve daha kanlı hale getiriyor...
 
*
İnsan olan "Yaşasın Amerika" diyemiyor...
 
27.5.2015 - 20150707 collective defence img 375

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir