AKP, şu 13 yıllık iktidarı döneminde o kadar çok suç işledi, o kadar çok yasa çiğnedi ki yere göğe sığmaz oldu…
O kadar çok yalan söyledi, o kadar çok minare çaldı ki artık minarelere kılıf bulamaz oldu…
Önlerinde koskoca bir Yüce Divan var şimdi… Yüce divan bekliyor onları…
Ne yapıp edip, seçimi kazanmak zorundadırlar…
Ya kazanacaklar, ya kazanacaklar…
Başka çözüm yok…
Geriye dönüş yok…
Ya kazanacaklar ya kaçacaklar…
Ya kaçacaklar ya yargılanacaklar…
Bunu ben söylemiyorum. Bunu AKP eski milletvekili ve Erdoğan’ın eski, en önemli dış politika uzmanlarından Suat Kınıklıoğlu söylüyor. Bakın ne diyor:
“Erdoğan’ın şu an büyük problemi var. Erdoğan’ın çıkış YOLU YOK. Eğer AKP seçimleri kaybederse ya hâkim karşısına çıkacak ya da ülkeyi terk etmek zorunda kalacak. 17 Aralık skandalı ile ilgili davayı her ne kadar Erdoğan engellese de büyük bir çoğunluk bu olayın peşini bırakmayacak. Emekliliğinde Ege Denizi’nde, sahilde güneşin tadını çıkarması konusunda Erdoğan’a şans verilmesi konusunda hiçbir senaryo yok…” (Alman Die Zeit Gazetesi)
Siz, bu güne değin anayasayı uygulama zorunda olan bir içişleri bakanının çıkıp, “Ben anayasayı tanımıyorum…” dediğini duydunuz mu hiç?
Siz, ”TERÖR ÖRGÜTÜ İLE GÖRÜŞEN ŞEREFSİZDİR, NAMUSSUZDUR” deyip, sonra da kendi ülkesini, kendi vatanını bölmek için teröristlerle, kapalı ya da açık ortamlarda müzakereler yapan devlet adamlarını gördünüz mü hiç?
Siz hiç şimdiye dek şu yemini ettikten sonra,
“Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılâplarına ve lâik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, milletin huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma, Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”
Diyen bir Cumhurbaşkanının dünyada ya da ülkemizde meydan meydan dolaşıp, bir parti başkanı gibi propaganda yaparak, bir parti lehine çalıştığını hiç gördünüz mü?
Siz, “milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma” ant içmiş bir devlet adamının cemaate hitaben “Ne istediniz de vermedik!” dediğini, sonra da Arnavutluk gezisinde “Biz Türkiye’de “Paralel Yapılanma” ile mücadele ediyoruz. Büyük bir tehlikeye dönüşen bu yapıyı resmen bir terör örgütü olarak kabul ediyoruz. Ülkemizde ve dünyanın her yerinde bu örgütle mücadelemiz kesintisiz olarak sürecektir…” dediğini ve BİR TERÖR ÖRGÜTÜ saydığı bu çağdışı dinci kuruluşa altın tepsi içinde millet egemenliğini sunduğunu ve bunu itiraf ettiğini gördünüz mü, duydunuz mu hiç?
AKP, günümüzde “Terör Örgütü” olarak kabul ettiği bu cemaatle 17 – 25 Aralık operasyonlarına dek gül gibi geçinmiş, paralelci emniyet müdürlerini, hâkimleri, savcıları atamış, bazı oluşumların ortaya çıkmasında birlikte kararlar almıştı…
Diz dize, yan yana, kucak kucağa bir yaşantı sürmüştü…
Ama işin içine çıkar çatışması girince, “Öküz ölmüş, ortaklık bozulmuştu…”
Peki, ne olmuştu 17 -25 Aralık baskınlarında?
Ayakkabı kutularına gizlenen milyonlarca dolarlar, para sayma makineleri, 700 bin euroluk kol saatleri bulunmuştu… Daha sonra da operasyonlarda adları geçen Egemen Bağış, Muammer Güler, Erdoğan Bayraktar ve Zafer Çağlayan’ların görevden alınması gündeme gelmişti…
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ise operasyonların ardından şu konuşmayla bazı gerçekleri ortaya dökmüştü:
“Ben ne yaptıysam Başbakan’ın (Tayyip’in) talimatıyla yaptım. Başbakan’ın da istifa etmesi gerekir. Şu anda hükümetten de, milletvekilliğinden de istifa ediyorum.”
Bu sözler dikkate alınmadı…
Ama daha sonra bu baskınları, ev aramalarını yürüten savcılar emniyet müdürleri görevden alındı… Tutuklanan bakan çocukları aklandı, serbest bırakıldı… El konulan bavullar dolusu paralar, faizleri ile birlikte sahiplerine iade edildi…
Günümüzde ise “paralel yapı”, “terör örgütü” dedikleri dinci yapılanmanın liderinin elini öpmek için 2013 yılında Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Pensilvanya’ya gittiği ortaya çıktı. O bu gerçeği şu sözlerle itiraf etmişti:
“Ben Gülen’i Eylül 2013’te Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bilgileri dâhilinde Pensilvanya’da ziyaret ettim.”
Hem bir kuruluşa “Terör örgütü” diyeceksin, hem de onun liderinin elini öpmek için taa Pensilvanya’lara gideceksin…
Sözün kısası: AKP, yüzde 33’lük, 35’lik GERÇEK oy oranı ile Türkiye’nin Yargısını, milli eğitimini, emniyetini, sosyo – ekonomik düzenini hallaç pamuğu gibi attı…
Yapısını, genlerini bozdu…
Ama asıl zorluklar, güçlükler, krizler seçimden sonra ortaya çıkacaktır… Çünkü ücretler, maaşlar, gelirler hızla düşmekte, pahalılık, enflasyon hızla artmaktadır…
Hazine tamtakırdır…
Direnişler, grevler, boykotlar kapıdadır…
Şu anda 20 bin metal işçisi grevdedir ve bu bir başlangıçtır. Bursa’da, Kocaeli’nde Renault, Tofaş ve Ford’da başlayan direniş Ankara’ya, daha sonra tüm Türkiye’ye yayılacaktır…
AKP, seçilse bile 2016’nın sonunu göremeyecektir…
Onun önünde bir tek seçenek vardır:
Ya Kazanacaktır, Ya Kaçacaktır…
Kaçamazsa da yargılanacaktır…
Bir yanıt yazın