18 Mayıs, Kırım Türklerinin vatanlarından Rus diktatör Stalin tarafından sürgüne gönderilmesinin 71’nci “Soykırım Kurbanlarını Anma Günü” dür. Başbakan Ahmet Davutoğlu, geçen hafta Antalya’da düzenlenen NATO Dışişleri Bakanları toplantısında Ukrayna krizinin Avrupa’nın güvenliğinin ne kadar kırılgan olduğunu gösterdiğine işaret ederken “Rusya’nın illegal ilhakı kabul edilemez. Kırım Tatarlarının izolasyonunu engellemek hayati önem taşıyor” diyerek, ikinci bir sürgün olayı ile karşılaşan Kırım Türklerine destek vermiştir.
Bu destek sözde değil özde olmalıdır. Aksi halde bir anlamı olmaz.
Eskişehirspor taraftarlarının 1944 sürgününün 71’nci yıldönümünde Kırım Türklerinin yanında olduğunu açıklaması çok anlamlıdır. Kendilerine bir Kırım Türkü olarak teşekkür ediyorum.
Ankara’da dün Tandoğan Meydanı’nda yapılan mitingde; Turgut Özal Üniversitesi’ndeki yüksek lisans öğrencilerim Abdullah Sencer Gözübenli, Hasan Hakses ve Muhammet Murat Arslan’ın da katkılarıyla tarafımdan kaleme alınan, HESA düşünce kuruluşunca desteklenen, Kırım Gelişim Vakfı tarafından yayınlanan “Ukrayna Krizi ve Kırım Türklerinin Geleceği” başlıklı bir kitapçık dağıtılarak Rusya’nın Kırım’da giriştiği insanlık ve hukuk dışı girişimlerine dikkat çekilmiştir.
İstanbul Kırım Derneği Başkanı Celal İçten tarafından açıklanan basın bildirisinde, Rus-Sovyet rejimi tarafından sürgüne gönderilen 423 bin Türk’ün yüzde 46’nın 22 gün süren yolculuk ve sonrasındaki bir kaç ay içinde soğuk, hastalık ve açlıktan hayatlarını kaybettiği belirtilmiştir.
Kırım Türklerinin 1944 yılında sürgüne gönderilmesinden sonra doğan hakları kendilerine iade edilmemiş, Kırım’da değiştirilen Türkçe yer isimlerinin iadesi Ukrayna yönetimi tarafından başlatılmışken işgalci Rus yönetimi tarafından durdurulmuştur. Hukuk dışı Rus yönetimi Kırım’ın Türkçe olan ismini Tavriya olarak değiştirme sürecini başlatmıştır.
Kırım’daki yasa dışı silahlı Ruslar camilere girerek manevi değerlerimize hakaret etmeye başlamış, Kırım’daki Türkler üzerinde yoğun bir baskı kurulmuş, Kırım Milli Meclisi ile Türkçe yayın yapan TV Kanalları, Haber Ajansları ve Radyolar ve Türk okulları kapatılmıştır.
Kırım Tatarlarının Lideri Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu, Kırım Tatar Milli Meclisi Başkanı Refat Çubar, Kırım Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Kırım Temsilcisi İsmet Yüksel ve Sinaver Kadir’in 5 yıl süre ile Kırım’a girişleri yasaklanmış, Reşat Ahmet öldürülmüştür.
Kırım’da silahlı Rus güçleri tarafından kaçırılan ve bir daha kendilerinden haber alınamayan insan sayısı 30’u geçmiştir. Milli Meclis Başkan Yardımcısı Ahdem Çiygöz tutuklanmıştır.
27 Şubat 2014 tarihinde silahlı gruplar Kırım’daki bölgesel parlamento binasını basmış ve alelacele Rusya yanlılarından oluşan yeni hükümet seçilmiştir. Yeni yönetim, Rusya’ya katılım kararını 6 Mart’ta almış ve kararı 16 Mart‘ta referanduma götüreceğini ilan etmiştir. Uluslararası toplumun tanımadığı ve Kırım Tatarlarının boykot ettiği referandumdan Rusya’ya katılım kararına onay çıkmış, Moskova da bölgeyi 18 Mart‘ta ilhak etmiştir.
Kırım Türkleri, 1420 yılında Altın Orda İmparatorluğu’ndan ayrılarak Kırım Hanlığı olarak bağımsızlıklarını kazanmıştır. Bu tarihten 1783 yılında Çarlık Rusya’sı tarafın¬dan ilhak edilinceye kadar Kırım Hanlığı içinde yaşamışlardır.
Kırım Türkleri, Rusya’nın esaretine girdikten sonra gördüğü zulüm ve haksızlıklardan dolayı büyük gruplar ha¬linde Kırım’dan ayrılmaya başlamışlardır. Zorunlu göçe 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması zemin hazırlamıştır. Anlaşma ile Kırım Hanlığı bağımsız bir bölge olarak Osmanlı Devleti ve Rusya tarafından kabul edilmiştir.
Bunu fırsat bilen Rusya, Kırım Hanlığını yok etmek için girişime başlamıştır. Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet isimli kitabında bu duruma dikkati çekmiştir. Cevdet Paşa, bağımsızlık kurularak Rusya’nın Kırım Tatarları üzerine sağlamış olduğu “himaye” hakkı ile Kırım’ı manen istila ettiğini yazmıştır.
Rus Çariçesi II’nci Katerina’nın Hanlık tahtından Devlet Giray’ı indirip yerine himaye ettiği Şahin Giray’ı getirmesi üzerine Osmanlı Padişahı I’nci Sultan Hamit, “Rusların asıl amacının Kırım’ı ilhak etmek olduğunu” açıklayarak bir tarihi gerçeğin altını çizmiştir.
Rus Çariçesi II’nci Katerina’nın generali Grigoriy Aleksandroviç Potemtekin, Karasu’da II’nci Katerina’nın Kırım’ı kendi ülkesine kattığına ilişkin bir bildiri yayınlamış, Kırım Tatarlarından bu duruma razı olmayıp gitmek isteyenlere yollarının açık ol¬duğunu açıklamıştır.
Bu emrivakiyi kabul etmeyen Kırım Türklerinden bir kısmı Osmanlı İmparatorluğuna göç etmeye başlamıştır. Bu göç, 20’nci yüzyıla kadar devam etmiştir.
18 Mayıs 1944 tari¬hinde Tatarlar Almanlarla işbirliği yaptığı gibi haksız bir gerekçeyle ve Stalin’in özel emriyle bir gecede trenlere bindirilerek başta Özbekistan olmak üzere Orta Asya’ya sürülmüştür.
Sovyetler Birliği döneminde 1965 yılında Yüksek Sovyet Prezidyum Başkanı olan Uk¬raynalı Nikolay Viktoreviç Padgorniy Devlet Başkanı sıfatıyla 5 Eylül 1967 tarihinde yayınlandığı bir Predziyum Kararnamesi ile Kırım Türklerini “affettiğini?” açıklamıştır. Bu Kararnamede sürgüne gönderilen soydaşlarımıza söz verilen hakların hiçbiri veril¬memiştir.
Büyük Rus Ansiklopedisi Provetchtheie’in 1903 baskısında 1887 yılındaki is-tatistiklere göre Kırım’da yerli halklar arasında etnik orijin bakımından Tatarların oranı yüzde 88’dir. Bir asır sonra oran çok düşmüştür. Bunda, geçen süre içinde Tatarlara yö¬nelik izlenen asimilasyonlar ve yok etme politikalarının büyük rolü olmuştur. Padgorniy Kararnamesi’nden sonrada Kırım’a gidip yerleşmek isteyenlere çeşitli baskılar uygulan¬mış, gelenlerin bir kısmı geldikleri yerlere gönderilmiştir.
Sürgün sırasında henüz sekiz aylık olan Mustafa Cemiloğlu’nun 1968 yılında Tatar Milli Hareketi’nin başına geçmesiyle Kırım Tatar Hareketine canlılık gelmiştir.
Rusya ile Türkiye hiçbir dönemde gerçek anlamda dost olmamıştır.
Rus Çarı Nikolay Saint Petersbug’da 9 Ocak 1853’de Osmanlı için “Kollarımız arasında hasta, ağır hasta bir adam var” demiş ve 12 Mayıs 1860 tarihinde The New York Times’da bu ifade yer almıştır. (Avrupa’nın hasta adamı: Sick man of Europe)
Rusya Devlet Başkanı Vlademir Putin 3 Aralık 2012 ve 1 Aralık 2014 tarihlerinde Türkiye-Rusya Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi toplantısı için Ankara’ya gelmiştir. Özellikle son ziyarette Kırım’ın Rusya tarafından işgali “es” geçilmiştir.
Türkiye Cumhu¬riyeti tarihinde ilk defa 1915 olaylarının yıldönümü vesilesiyle 23 Nisan 2014’de Başbakan seviyesinde Ermenilere taziye mesajı yayınlanmıştır: “Hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi ile¬tiyoruz.”
İşgalden sonra 9 Mayıs 2014 tarihinde Kırım’ı ziyaret eden Putin, Başbakan Erdoğan gibi “18 Mayıs’ta 1944 tehcirinde hayatlarını kaybeden Kırım Tatarlarının huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz” de¬memiş ve Çarlık Rusya’sının Türkler, Osmanlı ve Türkiye’ye karşı olan duygularına teslim olmuştur.
Kırım Tatarları, Türkiye ve Anadolu Türkleri için çok önemlidir. Bu öneminden dolayı 21 Mart 2014 tarihinde Rusya Büyükelçisi A. G. Karlov Eskişehir’e yaptığı ziyaret kapsamında Rusya Federas¬yonu Tataristan Cumhuriyeti Kültür Bakanı A. M. Sibagatullin ile beraber Tatar Kültür Evine ziyarette bulunmuştur.
Rusya Büyükelçiliğinin sitesinde o tarihte yer alan haberde “Tatar Kültür Evinde Büyükelçi Eskişehir Tatar diasporası temsilcileriyle sohbet etti” denilmiştir ama Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Karlov nedense Kırım Tatarları ile görüşmemiştir. Bu ziyaret tamamen bir algı yaratma operasyonudur. Tıpkı Ankara’da 18 Mayıs sürgününden 20 gün önce gerçekleştirilen Tataristan etkinliği gibi.
Demokrasi ve insan haklarının çağdaş ve uygar ülkelerde büyük önem kazandığı günümüz dünyasın¬da insan haklarına saygı göstermeyen rejimlerin çağdaş dünyadan soyutlanması kaçı¬nılmazdır.
Bugün, Kırım Türklerinin vatanlarından sürgün edilişini ve Rusya tarafından soykırıma uğratılmasını Türk ve dünya kamuoyu önünde kınıyor, soykırım ve mücadele şehitlerimizi rahmetle anıyoruz.
Bugün saat 18.30’da Şeker Mahallesi Zekeriya Canıgüroğlu Parkı’nda “Sürgün Anıtı ve Anma Töreni” gerçekleştirilecektir.
Akşener ile Karluk’a Yapılan İftiralar Aynı
İki gazeteci bir TV programında TBMM Başkanvekili ve MHP İstanbul Milletvekili Meral Akşener‘e “O kaseti olan bir kadındır. Bir kadına hiç de yakışmayacak kasetleri var. Bu kesin” diyerek iftirada bulunmuştur. Sayın Akşener’e yapılan iftirayı kınıyorum. Failleri belli olduğu için Meral Akşener hukuki yollardan hakkını arayacaktır.
Fakat 1994 yerel seçimlerinde ANAP Büyükşehir Belediye Başkan adayı olduğum dönemde Mesut Yılmaz’a yazılan ve Prof. Dr. Ferruh Çömlekçi’nin taklit imzası ile basına da dağıtılan mektupta şahsıma yönelik iftirayı atan kişi Tanrı’nın huzuruna çıktığı zaman acaba nasıl hesap verecektir?
Mektup, Türk demokrasi tarihine “kara bir leke” olarak yazılmıştır. Seçimlerin şaibeli bir şekilde tarafımdan kaybedilmesi üzerine Mesut Yılmaz tarafından şahsıma yöneltilen bir soru, sahte mektup konusunu açıklığa kavuşturmuştur ama kuvvetli hukuki delil olmadığından yapacak bir şey kalmamıştır.
Bu kişinin (Prof. Dr. Ferruh Çömlekçi değil) şahsıma yöneltmiş olduğu adi iftira konusunda ilahi adalet er ya da geç gerçekleşecektir. Aradan 21 yıl geçmiştir ama iftira unutulmamıştır ve de unutulmayacaktır.
Bir yanıt yazın