Aslında bizim “Yavru”nun abisinin ilk doğum tarihi Kasım 1957, hatta gününü de verebilirim 18 Kasım 1957. Anası hem onu doğurmuş hemde bağrına basarak büyümesi için elden geleni yapmıştı.
Yeni yetme ufaklık, etrafında kendisini ikide birde dövmek isteyen yaşça çok büyük komşu çocukları olduğundan, kendisinden beklenilmeyen inanılmaz bir hızla büyümüş ve kısa bir zaman içinde gözü kara, hiç bir zorluktan yılmayan güçlü bir delikanlı olmuş. Birgün komşu delikanlı, anasını yanına alıp kendisini dövmeye geldiğinde, kendisinin de anası elinde sopa, bizim delikanlının yardımına yetişmiş ve komşularına, ana oğullu unutulmaz bir dayak atmışlar.
Bu tarihe geçen dayaktan sonra ananın bir yavrusu daha olmuş, abisi ise doğumun hemen sonrasında vefat etmiş. İkinci yavru, etrafta kendisini dövmekle tehdit eden komşu çocukları olmasına rağmen yanında anası olduğu için, yan gelip yatmayı tercih etmiş. Anası gak dediğinde ağzına yemeğini, guk dediğinde suyunu verdiğinden, yaşadığı rahatlık çok hoşuna gitmiş ve hep yavru kalmayı tercih etmiş. Yaşadığı eve on paralık bir katkısı bile olmamış. Neyi varsa anası yapmış kendisine…
Yıllar içinde tam bir mirasyedi gibi hayatına devam ettiğinden hep yavru kalmayı sevmiş. Çalışıp, didinip kendi ayakları üstünde durmayı da pek benimsememiş, ekmek elden su gölden olduğu için…
Günlerden bir gün anasının yıllar içinde kendi boğazından kesip oğlu rahat yaşasın diye yaptıklarına sahip çıkmak düşüncesi girmiş kafasına. ‘Etrafta dolaşayım, bir bakayım, anam benim haberim ve katkım olmadan rahat edeyim diye neler yapmış’ diyerek düşmüş yollara.
Önüne çıkan ilk yer Ercan Havaalanı olmuş.
Terminal binası, havaalanı, pisti, park alanı, kargo binası, gümrük, polis, güvenlik sistemi, yakıt ikmal merkezi, ikram bölümü, inen kalkan uçaklar vs. çok etkilemiş kendisini.
Havaalanında rastladığı aksaçlı bir kişiye sormuş, nedir bu, kim yaptı bunları diye.
Aksaçlı adam, “Bizim daha evvel havaalanımız ne gezerdi evladım” diye söze başlamış. “Köyümüzden çıkmaya bile korkardık, yollarda öldürülmemek için. Komşu çocukları çekip gittikten sonra yapıldı hep bunlar…
Burayı ilk gördüğüm günü hatırlıyorum” diye devam etmiş sözlerine.
“Asfaltı aşınmış ve içindeki çakıl taşları zaman içinde sökülüp döküldüğünden üzeri pütür pütür olmuş, yaklaşık 12 metre genişliğinde bir pist ve şimdi İstanbul Havayollarının hangarının olduğu yerde de, bahçe duvarı dikeyleme dikilmiş kamışlardan oluşmuş üzeri lamarina (galvaniz saç) kaplı 3 odalı bir binası vardı. Elektriği ve suyu bile yoktu” demiş.
“Bu gün ise, 60 metre genişliğinde ve 2950 metre uzunluğunda pisti var. Pistinin beton bloklarını, büyük yolcu ve kargo uçaklarının inişine göre yapmışlar, muhteşem bir de terminal binası ve araç park yeri var artık” diyerek bir başka anısını daha dile getirmiş.
“Buraya havaalanı ilk yapıldığında, uluslararası ışık ve aydınlatma sistemi olmadığı için uçaklar gece iniş yapamazlardı ve uçuşlar da hep gündüz yapılırdı. O günlerde evin reisi, Trabzon havaalanı diye bir yer için sipariş edilmiş pist aydınlatma sistemini, Trabzon havaalanına kurdurtmadı ve buraya gönderdi ve gece uçuşları da o şekilde başladı oğlum… Galiba senin hem haberin yok, hem de senin bahçende olduğu halde pek bir katkın da yok… Keşke bir tek çiviyi olsun sen çakmış olaydın” diyerek sözlerini sonlandırmış…
(Devam edecek)
Ata ATUN
Yazıları posta kutunda oku