BAĞDAT PAKTI GİBİ BİR ŞEY

ABD’nin 5+1 ülkeleriyle  İran’ın nükleer programına ilişkin elde ettiği anlaşma, “İran’ın dünya politikasına eklemlenmesi”, “Ortadoğu’da istikrarın oluşması” gibi fikirlerin yayılmasına yol açtı.
Anlaşma ile birlikte şimdi olası gelecek senaryoları konuşuluyor.
 
*
İran nükleer enerjiyi kullanma hakkını kabul ettirmiş, nükleer silah elde etmeye çalışmadığını kanıtlamıştır.
Batı’nın ağır yaptırımlarının iptali İran’ın kendi doğal kaynaklarını kullanmasına ve ekonomik olarak ayağa kalkmasına neden olacağı ve Ortadoğu’da etki gücünü artıracağına da şüphe bulunmuyor…
 
*
ABD ise İran’ın nükleer programını 10 yıl süre ile ertelemiş, sıkı bir denetim mekanizmasını kurma olanağını yakalamış görünüyor. 
Ama bu anlaşmanın tek alternatifinin de İran’a askeri saldırı olduğu öğrenilmiştir…
 
*
Çaresiz, ABD’nin İran’a İslam devrimini yaygınlaştırmaktan vazgeçmesi halinde Filistin’de, Lübnan’da, Suriye, Irak ve Bahreyn’de etkisini sürdürmesine yol vermesi kaçınılmaz sonuç olarak görülüyor.
Nitekim ABD yakın zaman önce Suriye İç Savaşını Cenevre Barış Görüşmeleri sürecinde Rusya ile çözmeye çalışır ve Ortadoğu’yu Rusya ile paylaşma fikrini sürdürürken, bugün bu fikri terketmiştir.
Şimdi Ortadoğu’daki gücü Suudi Arabistan ve İran arasında dağıtmanın bir yolunu oluşturuyor; İran ile cepheleşmeyi istemiyor, İran sorunsalını durgunluğa, Ortadoğu politikasını Soğuk Savaş çerçevesine taşıyor…
 
*
Bu noktada 1955′ te Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’ya nüfuz etmesini önlemeye yönelik olarak NATO’nun  bir uzantısı olarak kurulan “Bağdat Paktı”nın yeni bir açılımının hayata geçirildiğine ilişkin emareler görünüyor.
Bu kez İran; hem SSCB’nin o dönemki rolünü üstlenmiştir hem de Ortadoğu’da nüfuz ettiği alanlarda karşısında Sünni Arapların oluşturduğu NATO’nun uzantısı bir savunma örgütü buluyor… 
 
Bağdat Paktı temelleri Türkiye ile Irak arasında 24 Şubat 1955′ te yapılan anlaşma ile atılmış ve İran, Pakistan ve İngiltere Pakta sonradan katılmıştı.
Arap Birliği’ne üye devletlere ve işbirliği yapmak isteyen Ortadoğu devletlerine açık tutulan bu anlaşmaya Irak’tan başka hiçbir Arap  devleti katılmadı.
Çünkü özellikle Mısır, bu Paktı Arap Birliği’ ne karşı en ağır darbe saydı ve şiddetle karşı çıktı.
Nitekim Türk-İngiliz birlikteliği Arapların Türkiye’ye karşı tedirginliğini de arttırdı, Türk-Arap dostluğu sarsıldı…
Batı karşıtı kamp güçlenirken, gereksiz bir şekilde Bağdat Paktı üyesi olan Türkiye bölgeye yabancılaştı ve çok daha fazla Batı’ya bağlandı.
Arap ülkeleri ise Sovyetler Birliği ile uyumlarını hızlandırdı ve Sovyetlerin bölgeye girmesine olanak sağlarken, Türk-Sovyet ilişkilerine de gölge düştü…
 
*
Şimdi,ABD bir süredir Ortadoğu’nun bölüşümünde Suudi Arabistan ve İran arasında kalan İsrail’in güvenliği için öngördüğü bir mekanizmayı ileri sürüyor. 
Bağdat Paktı’nın yeni bir açılımında; 26. Arap Birliği Zirvesi’nde, barışa yönelik bölgesel bir güvenlik tehdidi durumunda devreye girmek üzere birleşik bir Arap gücü kurulmasında mutabakat sağlanmıştır.
Bu suretle Ortadoğu’da Suudi Arabistan-İran ekseninde Araplar Suudi Arabistan liderliğinde NATO’nun bölgedeki oluşumu anlamında “Ordulaşma”yı sağlarken,
Hem İsrail’in müttefiki Arap’ların ‘Milli Güvenliği’, hem de İsrail’in İran Şii Ordusuna karşı güvenliği teminata alınıyor.
 
*
Üstelik ABD, Hürmüz Boğazı’nda İran’ı caydırmak ve körfez ülkelerini korumak için donanmalarına yüklediği ve operasyonel hale getirdiği Füze Savunma sistemiyle birlikte konuşlandırdığı tüm serilerinde Patriot bataryalarını,
Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Küveyt, Katar, Umman’a sağladığı veri bağlantılarıyla birleştirilen, İsrail ve Türkiye’de konuşlandırılan  füze savunma sistemleri ve patriot sistemleriyle “tek tetik” oluşturan ve bölgedeki kendi sistemine entegre ettiği füze kalkanını Rusya’ya yönlendirmede daha güvenilir ve işlevsel hale getirebilecektir.
 
*
Bu noktada Türkiye’nin bir NATO üyesi olmanın ötesinde, ne İsrail ne Suudi Arabistan liderliğinde  sağlanan “Ordulaşma” ya katılan ülkelerin çoğu ve İran Şii Ordusu eksenindeki ülkelerle de dış politikasında sorunlar yaşadığı görülüyor.
Türkiye’nin bu yalnızlığına, NATO’yu oluşturan Avrupa Birliği ülkeleri de eklendiğinde;
 
*
Nükleer anlaşmaya varmak üzere olan ve ekonomisi büyük oranda petrol ithalatına bağlı, yaptırımlar nedeniyle büyük ekonomik sıkıntı çeken İran için doğalgazı kendi toprakları üzerinden Avrupa’ya taşınmasında alternatifsiz Türkiye hüviyeti; 
İran’ın İsrail’in denetiminde olan Kürdistan’ı ve Kürdistan kaynaklarını da yanına alarak, kendi savunma çerçevesi ve yeterli stratejik-asimetrik tamponları kapsamında Türkiye’yi çok rahatlıkla bypass edebilir özellik taşıyor…
 
*
Bu suretle yeni bölüşümde İsrail’in yayılma politikasını belirleyen “Nil Nehri’den Fırat’a kadar” sloganıyla belirlenen Mit’ine de yol veriliyor.
*
Türkiye’nin önüne bu kez  daha ısrarcı “Ermeni Soykırımı” sorunu getiriliyor…
27.4.2015
ABD'nin 5+1 ülkeleriyle  İran'ın nükleer programına ilişkin elde ettiği anlaşma, "İran'ın dünya politikasına eklemlenmesi", "Ortadoğu'da istikrarın oluşması" gibi fikirlerin yayılmasına yol açtı.
Anlaşma ile birlikte şimdi olası gelecek senaryoları konuşuluyor.
 
*
İran nükleer enerjiyi kullanma hakkını kabul ettirmiş, nükleer silah elde etmeye çalışmadığını kanıtlamıştır.
Batı'nın ağır yaptırımlarının iptali İran'ın kendi doğal kaynaklarını kullanmasına ve ekonomik olarak ayağa kalkmasına neden olacağı ve Ortadoğu'da etki gücünü artıracağına da şüphe bulunmuyor...
 
*
ABD ise İran'ın nükleer programını 10 yıl süre ile ertelemiş, sıkı bir denetim mekanizmasını kurma olanağını yakalamış görünüyor. 
Ama bu anlaşmanın tek alternatifinin de İran'a askeri saldırı olduğu öğrenilmiştir...
 
*
Çaresiz, ABD'nin İran'a İslam devrimini yaygınlaştırmaktan vazgeçmesi halinde Filistin'de, Lübnan'da, Suriye, Irak ve Bahreyn'de etkisini sürdürmesine yol vermesi kaçınılmaz sonuç olarak görülüyor.
Nitekim ABD yakın zaman önce Suriye İç Savaşını Cenevre Barış Görüşmeleri sürecinde Rusya ile çözmeye çalışır ve Ortadoğu'yu Rusya ile paylaşma fikrini sürdürürken, bugün bu fikri terketmiştir.
Şimdi Ortadoğu'daki gücü Suudi Arabistan ve İran arasında dağıtmanın bir yolunu oluşturuyor; İran ile cepheleşmeyi istemiyor, İran sorunsalını durgunluğa, Ortadoğu politikasını Soğuk Savaş çerçevesine taşıyor...
 
*
Bu noktada 1955' te Sovyetler Birliği'nin Ortadoğu'ya nüfuz etmesini önlemeye yönelik olarak NATO'nun  bir uzantısı olarak kurulan "Bağdat Paktı"nın yeni bir açılımının hayata geçirildiğine ilişkin emareler görünüyor.
Bu kez İran; hem SSCB'nin o dönemki rolünü üstlenmiştir hem de Ortadoğu'da nüfuz ettiği alanlarda karşısında Sünni Arapların oluşturduğu NATO'nun uzantısı bir savunma örgütü buluyor... 
 
* 
Bağdat Paktı temelleri Türkiye ile Irak arasında 24 Şubat 1955' te yapılan anlaşma ile atılmış ve İran, Pakistan ve İngiltere Pakta sonradan katılmıştı.
Arap Birliği'ne üye devletlere ve işbirliği yapmak isteyen Ortadoğu devletlerine açık tutulan bu anlaşmaya Irak'tan başka hiçbir Arap  devleti katılmadı.
Çünkü özellikle Mısır, bu Paktı Arap Birliği' ne karşı en ağır darbe saydı ve şiddetle karşı çıktı.
Nitekim Türk-İngiliz birlikteliği Arapların Türkiye'ye karşı tedirginliğini de arttırdı, Türk-Arap dostluğu sarsıldı...
Batı karşıtı kamp güçlenirken, gereksiz bir şekilde Bağdat Paktı üyesi olan Türkiye bölgeye yabancılaştı ve çok daha fazla Batı'ya bağlandı.
Arap ülkeleri ise Sovyetler Birliği ile uyumlarını hızlandırdı ve Sovyetlerin bölgeye girmesine olanak sağlarken, Türk-Sovyet ilişkilerine de gölge düştü...
 
*
Şimdi,ABD bir süredir Ortadoğu'nun bölüşümünde Suudi Arabistan ve İran arasında kalan İsrail'in güvenliği için öngördüğü bir mekanizmayı ileri sürüyor. 
Bağdat Paktı'nın yeni bir açılımında; 26. Arap Birliği Zirvesi'nde, barışa yönelik bölgesel bir güvenlik tehdidi durumunda devreye girmek üzere birleşik bir Arap gücü kurulmasında mutabakat sağlanmıştır.
Bu suretle Ortadoğu'da Suudi Arabistan-İran ekseninde Araplar Suudi Arabistan liderliğinde NATO'nun bölgedeki oluşumu anlamında "Ordulaşma"yı sağlarken,
Hem İsrail'in müttefiki Arap'ların 'Milli Güvenliği', hem de İsrail'in İran Şii Ordusuna karşı güvenliği teminata alınıyor.
 
*
Üstelik ABD, Hürmüz Boğazı'nda İran'ı caydırmak ve körfez ülkelerini korumak için donanmalarına yüklediği ve operasyonel hale getirdiği Füze Savunma sistemiyle birlikte konuşlandırdığı tüm serilerinde Patriot bataryalarını,
Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Küveyt, Katar, Umman'a sağladığı veri bağlantılarıyla birleştirilen, İsrail ve Türkiye'de konuşlandırılan  füze savunma sistemleri ve patriot sistemleriyle "tek tetik" oluşturan ve bölgedeki kendi sistemine entegre ettiği füze kalkanını Rusya'ya yönlendirmede daha güvenilir ve işlevsel hale getirebilecektir.
 
*
Bu noktada Türkiye'nin bir NATO üyesi olmanın ötesinde, ne İsrail ne Suudi Arabistan liderliğinde  sağlanan "Ordulaşma" ya katılan ülkelerin çoğu ve İran Şii Ordusu eksenindeki ülkelerle de dış politikasında sorunlar yaşadığı görülüyor.
Türkiye'nin bu yalnızlığına, NATO'yu oluşturan Avrupa Birliği ülkeleri de eklendiğinde;
 
*
Nükleer anlaşmaya varmak üzere olan ve ekonomisi büyük oranda petrol ithalatına bağlı, yaptırımlar nedeniyle büyük ekonomik sıkıntı çeken İran için doğalgazı kendi toprakları üzerinden Avrupa'ya taşınmasında alternatifsiz Türkiye hüviyeti; 
İran'ın İsrail'in denetiminde olan Kürdistan'ı ve Kürdistan kaynaklarını da yanına alarak, kendi savunma çerçevesi ve yeterli stratejik-asimetrik tamponları kapsamında Türkiye'yi çok rahatlıkla bypass edebilir özellik taşıyor...
 
* Bu suretle yeni bölüşümde İsrail'in yayılma politikasını belirleyen "Nil Nehri'den Fırat'a kadar" sloganıyla belirlenen Mit'ine de yol veriliyor. * Türkiye'nin önüne bu kez  daha ısrarcı "Ermeni Soykırımı" sorunu getiriliyor... 27.4.2015 - 7593

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir