MHP hakkında yazı yazmak ve yorum yapmak, her babayiğidin harcı değil. Hele hele benim gibi, kendisini Türk Milliyetçisi olarak tanımlayan ve daha çok milliyetçi çizgisiyle tanınan internet sitelerinde yazı yazan bir yazar için. Çünkü bizim çocukların galeyana gelip beğenmedikleri yazıların yazarına hakaret etmeleri, en galiz küfürleri sıralamaları, tedaviye ihtiyaç duyacakları derecede bir psikiyatrik vak’adır. Oysa gerçekler bazen acı, ancak meyvesi son derece tatlıdır. Bizim küfürbaz çocuklar, bunu mutlaka öğrenmek zorundadırlar. Zira Ülkücüye en çok yakışan libas, edep ve güzel ahlaktır. Hazımsızlık ve sindirim bozukluğu, insanı mahveden bir rahatsızlıktır. Bunu yakından bilirim. Çünkü ben de yaşıyorum bu rahatsızlığı zaman zaman!
Dolayısıyla; benim durumumdaki bir yazarın, MHP hakkında yazacağı yazının, en başta objektivitesinden kuşku duyulur! Ancak ne var ki; ben ne MHP’nin üyesiyim, ne de bir başka partinin. Sadece sıradan bir seçmen ve sokaktaki adamım ben. Bu bakımdan yazacaklarımın doğruluğundan olmasa bile samimiyetinden asla şüphe edilmemelidir.
…
Geçenlerde Ülkücü yazarlarımızdan bir dostum, yazmış olduğu yazıda şöyle bir ifade kullanmış: “8 Haziran’a kadar susmayan, fitne çıkaran haindir! Bundan sonrası Sayın Bahçeli ve ekibinden sorulur. MHP’de değişiklik görmeyen medya ve yüzde 18-20’lere razı olan partililer yanlış yoldadır.”
Bu düşünceye küçük bir çekince ile katılıyorum. Zira MHP hakkında yapılacak olumlu ve yapıcı tenkitler davaya ihanet ve fitne olarak yorumlanmamalıdır. Bizim çapımızdaki adamların, olayları önceden keşfetme veya tahmin etme yeteneği olmadığına göre, bizim ancak olayların vukuundan sonra bazı yorumlarda bulunmamız kaçınılmazdır. Bu sebeple; yapılacak her yoruma ihanet, fitne ve münafıklık olarak bakmamak gerekiyor.
Diyeceksiniz ki; e siz de o zaman yorum yapmayın! İyi de kardeşim siz, diğer partiler hakkında cayır cayır yazdığımızda ve en keskin ifadeleri kullandığımızda hiç böyle demiyordunuz, hatta alkış tutuyordunuz! MHP hakkında yazınca mı işin rengi değişiyor? Neyse; bu kadar tıraş ve zılgıt yeter. Şimdi gelelim sadede.
Evet; bizce de başta Ülkücüler olmak üzere; Türk Milliyetçileri, 8 Haziran’a kadar davaya hizmeti dokunacak olumlu tenkit ve teklifler dışında susmak zorundadırlar. Ne kadar önemli olursa olsun; planlarını ve projelerini 8 Haziran sonrasına ertelemek, onların MHP’ye verecekleri en büyük destek olacaktır. Çeşitli sebeplerle içleri kan ağlasa ve parti yönetimine karşı şahsi kinleri olsa bile, bunu yapmak zorundadırlar. Atalarımızın koyduğu toplumsal ilke gereğince bu arkadaşlarımız, “Kan kussalar bile, kızılcık şerbeti içtik” demek durumundadırlar. Çünkü 7 Haziran seçimleri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihinin bizce de en önemli dönüm noktalarından birisidir. Zira bu seçimler, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın ilk üç maddesinin geleceğinin oylanacağı seçimlerdir. Bu seçimler, ulus devletin, üniter yapımızın ve hukukun üstünlüğüne dayalı laik demokratik cumhuriyetimizin istikbalinin oylanacağı bir seçimdir çünkü.
Öte yandan, her ne kadar kimi icraatlarını beğenmeyip, zaman zaman tenkit etsek de, şu an için Türkiye Cumhuriyeti’ne ve cumhuriyetin temel niteliklerine adam gibi sahip çıkacak tek parti MHP olarak gözükmektedir. Her ne kadar “Anayasanın ilk üç maddesine dokundurtmayız” diyorsalar da ve bizim de devleti ve cumhuriyeti kuran parti olarak kabul ettiğimiz CHP’nin ne yapacağını kestirmek ise bazen oldukça zor. Özellikle Kürtler ve Kürtçe konusunda takınmış olduğu tavır, özellikle bazen AKP’yi ve HDP’yi bile sollayacak biçimde çıkışlar yapması, ister istemez insanda kuşku uyandırıyor. İki de bir 1989 yılında hazırlattıkları “Kürt Raporu”na atıfta bulunmaları ve “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı” çevresinde söyledikleri ve özellikle, iktidara geldiklerinde Türkiye’nin bu anlaşmanın bazı maddelerine koyduğu rezervleri tamamen kaldıracaklarını söylemesi, bizim CHP hakkındaki kuşkularımızı depreştiren bir konudur.
MHP Kendisine Hedef Koymalıdır!
Bu bakımdan her şeye rağmen, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin üniter yapısının, ulus devlet özelliğinin ve Türk kimliğinin korunması konularındaki tavrı gayet net olan MHP, bizlere ümit vermeye devam etmektedir. Bütün sıkıntı, MHP’nin yeterince aktif ve gayretli olmaması konusunda yoğunlaşıyor galiba. Bu bakımdan, yukarıda kendisinden alıntı yaptığımız Ülkücü yazarın, şu cümlelerini de oldukça önemsiyoruz: “MHP, evvela hedef koymalı, ‘Ülkücü’ kelimesinin lugat anlamına uygun koşmalıdır. İdealiniz yoksa boşa debelenmeyin!”.
Bizce de MHP kendisine hedef koymalıdır. Ancak hedefler akılcı, gerçekçi ve mantıklı olmalıdır. Ayakları yere sağlam basıyor olmalıdır. Bilimsel temellere dayanmalıdır. Erişilebilir olmalıdır. Hedefler büyük ve zor seçilirse, ulaşılamadığında insanda umutsuzluk yaratır. Bu bakımdan MHP’li Yusuf Halaçoğlu’nun “%40-41 oy oranı” şeklinde ortaya koyduğu hedef çok büyük ve ulaşılması zor bir hedeftir.
Evet; biz de MHP için genel olarak kabul edilen %20’ler civarındaki bir oy oranını başarı olarak görmüyoruz. MHP, mutlaka bu oranın üstüne çıkmak zorundadır 7 Haziran’da. %25-30 aralığı bence de gerçekçi bir hedeftir ve bu oran MHP için başarı sayılacaktır. Yazısından alıntı yaptığımız yazar, MHP’nin seçimler sırasında deyiş türü ve halk müziği tarzındaki müzikler çalmasının gına getirdiğini ve bu anlayışın değiştirilmesi gerektiğini söylüyor.
Bu konuyu ben de defalarca yazdım daha önce. Hatta biraz acımasız bile davrandım bu konuda. “Dilaver Cebeci ‘Ölürüm Türkiyem” şiirini yazmasaydı, Mustafa Yıldızdoğan da bu şiiri bestelemeseydi MHP galiba büsbütün müziksiz kalacaktı!” dedim. Yine aynı düşüncedeyim ben. MHP, şu Mustafa Yıldızdoğan takıntısından kurtulmak zorundadır. Bu konuda M.Yıldızdoğan’ın Adanalı olmasının bir etkisi var mı bilmiyorum ama MHP, şöyle gümbür gümbür bir seçim şarkısı yaptırmak durumundadır. Bestecisinin kim olduğu hiç önemli değil; burada bestecinin siyasi düşüncesi değil, ortaya koyacağı beste önemlidir. Mesela; Mozart gâvurun önde gidenidir ama bence onun “Türk Marşı” da denilen bestesi bir harikadır. Ben onun bestesini dinlerken, hep Mohaç’taki Türk atlılarını gözümün önüne getiririm çünkü…
Bizimle Yürü Türkiye!
Öte yandan; çalıntı malıntı; Türkiye’de taraflı tarafsız herkesin, AKP’nin dombrasını sevdiği de bir gerçek kardeşim. Hatta ben de beğendim AKP’nin o seçim şarkısını! Öte yandan, MHP’nin de CHP’nin Ali Taran’ı ve AKP’nin Erol Olçak’ı çapında mutlaka profesyonel bir reklamcısı olmak zorundadır. MHP’in eğer bunlar çapında bir reklamcısı ve propaganda uzmanı olsaydı, mesela şu “Bizimle Yürü Türkiye” sloganını kullandırmayabileceğini düşünüyorum ben.
Yani ben, açıkçası bu sloganı sevmedim ve beğenmedim! Türkiye neden sizinle yürüsün kardeşim, siz Türkiye ile yürüseniz daha güzel olmaz mı? Bu anlamda bir slogan bulsaydınız çok daha yakışı kalmaz mıydı? Bir tarafta ısrarla ve elbette maksatlı olarak “biz milletin hizmetkârıyız” diyen bir siyasi parti var, bir tarafta da millete emir veriyorlar ve millete tepeden bakıyorlar şeklinde yorumlanabilecek şekilde “bizimle yürü Türkiye” diyen bir siyasi parti! Peki, hangisini size daha sıcak geliyor? Siz önce, hedefinizin doğru olduğuna ve bu hedefe en kestirmeden ve en ekonomik şekilde sizin bulduğunuz yoldan varılacağına inandırmak zorundasınız Türkiye’yi.
Onun için de plan ve projelerinizi iyi hazırlamak ve iyi anlatmak durumundasınız. Bütün planlarınızı, iktidar partisinin hataları üzerine yaparsanız ve bütün miting konuşmalarınızı o hatalar üzerine bina ederseniz, Türkiye sizinle yürümez. Kusura bakmayın lütfen. Elbette iktidarın hatalarını gümbür gümbür anlatın meydanlarda. Ancak sizin aynı hatalara düşmeyeceğinizin inandırıcı ve ikna edici şifrelerini de verin millete.
MHP’nin Aday Listesi
Artık listeler kesinleşmiştir. Üzerinde fazla yorum yapmak hiç kimseye yarar getirmez. Ancak gelin görün ki; gazeteci merakım ister istemez ağır basıyor ve benim AKP ve CHP listeleri üzerinde yapmış olduğum gibi MHP listesi üzerinde de yorum yapmamı zorunlu kılıyor.
Öncelikle belirtelim ki; MHP’nin denildiğine göre %38 oranında da olsa eski adayları liste dışı bırakması yerinde olmuştur. Zira Ülkü Ocakları gibi aktif bir gençlik örgütü olan MHP’nin, bu genç potansiyeli değerlendirmemesi düşünülemezdi. Dolayısıyla; mesela Tunca Toskay örneğinde olduğu gibi, MHP’nin yaş ortalamasını yükselten bazı ak sakallıların liste dışında bırakılmış olması yerinde olmuştur. Tıpkı boşanma haberleri basına yansıyan Konyalı Bal ailesinin ve Manisalı Sümer Oral’ın da liste dışında bırakılmasının isabetli olduğu gibi.
Belki çok kişi şaşırmış olabilir ama Özcan Yeniçeri’nin aday gösterilmemesi benim beklediğim bir sonuçtu ve beklenen sonucun gerçekleşmiş olması MHP için kesinlikle bir kayıp değildir. Zira medyada adeta bir fenomen haline gelen ve kendisine uzatılan her mikrofona bağıra çağıra konuşmayı alışkanlık haline getiren, televizyon ekranlarının ve meclisin basın salonunun gediklisi olan, ancak özünde hiçbir şey demeyen Özcan Bey’i her nedense ben fazla tutmamıştım.
Ahad Andican ve Zeki Çakan gibi ANAP’lı iki eski bakanın, MHP listelerinde kendilerine yer bulmalarının, yaş ortalamasını yükseltmeleri dışında MHP’ye nasıl bir katkısı olacak onu seçimlerde göreceğiz. Tıpkı 28 yıldır TBMM’de bulunan ve milletvekilliğini iyiden iye devlet memurluğu haline getiren Murat Başesgioğlu’nun MHP’ye getireceği faydanın ne olduğunu da seçimlerde ve seçimler sonrasında göreceğimiz gibi.
Sinan Oğan gibi Mehmet Şandır’ın da listelerde kendisine yer bulamaması oldukça ilginç. Mersin, MHP’nin güçlü olduğu bir yer. Eğer geçmiş yıllardaki başarıyı yakalayamazsa Mehmet Şandır’a konuşma hakkı doğacaktır gibime geliyor. Ruhi Ersoy’u bir televizyon programında izlemiş ve beğenmiştim. Ruhi Ersoy’un, Osmaniye ikinci sıradan meclise girecek olmasını MHP adına bir kazanım olarak görüyorum. Tıpkı İstanbul 2. Bölge 3. sıradan listeye giren okul arkadaşım İsmail Faruk Aksu’nun da MHP için bir kazanım olduğunu düşündüğüm gibi.
Aday listeleri açıklanmazdan çok önce de yazdığım gibi; Merkez Bankası Eski Başkanı Durmuş Yılmaz, MHP için kesinlikle iyi bir tercih, ancak Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığı konusunda benim hala tereddütlerim vardır. Tıpkı bazı prens ve prenseslerin aday listelerinde kendilerine yer bulmaları konusunda da tereddütler yaşadığım gibi.
Kimdir o prens ve prensesler; Adnan Kahveci’nin oğlu Cihan Kahveci, Fahrettin Aslan’ın oğlu Mehmet Aslan, Gündüz Aktan’ın oğlu Suphi Aktan, Mehmet Haberal’ın oğlu Erkan Haberal ve Faruk Loğoğlu’nun gelini Elif Loğoğlu. Bütün bunlara ilave olarak kadınlara çok az yer verilmiş olması da MHP için bir eksikliktir diye düşünüyorum.
Meral Akşener mi? Valla kim hangi listeye ekler bilemem, ancak ben kendisini erkeklerin listesine çoktan ekledim bile! TBMM Meclisi Başkanlık kürsüsünden hangi erkek başkan vekili salonda kendisine sataşan adamı meclis kulisinde düello yapmaya davet edebildi bilmiyorum. Ancak Meral Hanım onu da yaptı iyi mi? Kendisini kesinlikle destekliyorum. Benim gözümde Meral Akşener, tarihin seyri içinde anlatılan asil Türk kadınlarının bileşkesi ve destanlarda geçen Türk anasının, ete kemiğe bürünmüş halidir. O, artık bir Bacıyan-ı Rum’dur benim gözümde. İhsanoğlu’nun yerine eğer Meral Hanım cumhurbaşkanı adayı yapılsaydı, inanın çok daha başarılı bir netice alınırdı. Allah yolunu açık etsin.
Listelerde dikkatimi çeken bir başka husus da, Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Edip Semih Yalçın’ın Gaziantep’ten İstanbul 1. Bölgeye kaydırılması ve onun yerine Gaziantep’te Prof. Dr. Ümit Özdağ’a yer verilmiş olmasıdır. Şahsen tam tersi olsaydı, daha faydalı olurdu diye düşünüyorum. Zira Edip Semih Yalçın’a göre Ümit Özdağ, çok daha tanınmış ve karizması çok daha yüksek birisi. Türkiye’nin neresinden aday gösterilse kazanacak bir potansiyeli vardır. Üstelik hem AKP’nin, hem de CHP’nin bütün ağır toplarının kümeleştiği İstanbul 1. Bölgede MHP, ancak Ümit Özdağ gibi kişisel karizması son derece yüksek bir adayla yarışabilirdi diye düşünüyorum. Kim bilir belki de yanılan benimdir.
“Her türlü milliyetçilik ayaklarımın altındadır” diyerek Türk milliyetçiliğini ayaklar altına alan ve bu sebeple olacak, “kaçak” olduğu konusunda yaygın iddialar bulunan yeni sarayını bir Türk din adamının hayır duasıyla değil de sarayında ağırladığı ilk yabancı konuk olan Koca Papaz Francis’e açtıran, ancak bu koca papazın dün (12.04.2015) itibarıyla “Türkler Ermenilere soykırım uygulamıştır” demesiyle ne yapacağını şaşırarak Vatikan Büyükelçisini apar topar geri çağırmak zorunda kalanların hüküm sürdüğü bir memlekette, Türk Milliyetçiliğinin iktidar olmasına her zamankinden daha çok ihtiyaç vardır; ne dersiniz…
Bir yanıt yazın