Nükleer Uzlaşmada İran’ın Kazancı
Nükleer Uzlaşmada İran’ın Kazancı
Lozan’da İran ile büyük güçlerin vardığı mutabakatın nihai antlaşma olmadığını, fakat buna oldukça yaklaşan bir belgenin paraf edildiğini öncelikle belirtelim. 12 yıldan beri devam eden zaman zaman uzlaşmaya yaklaşan hemen her seferinde bir noktadan sonra iplerin koptuğu bir müzakere süreci izlemekteyiz. Bu süreçte bir tarafta İran, karşı tarafta ise P5+1 (Permanent: Daimi – BM Güvenilik Konseyi’nin 5 Daimi Üyesi, ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa ile Almanya) bulunmaktadır. Sadece bu fotoğraf dahi İran’a içte ve İslam dünyasında farklı bir prestij sağlamaktadır. 1996’da ABD’nin D’Amato Yasası’yla İran’ın petrol üretimindeki yatırım süreçleri ciddi darbe almış, geçen süre zarfında batı (Hıristiyan) dünyasında prestiji azalmış, ekonomik bakımdan her geçen yıl daha kötüleşmiştir. 2006’dan itibaren yürürlüğe giren BM Güvenlik Konseyi kararlarıyla da Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’na aykırı hareket ettiği iddiasıyla dozu gittikçe artan yaptırımlara muhatap olmuştu.
Nisan başında paraf edilen son belge ile İran’ın nükleer teknolojiye sahip olma hakkı tanınmış demektir. İran bu hakkının tanınmasını, Obama ise bu derece geniş denetimin kabul edilmesini zafer olarak kabul etmektedir. Belgenin imzalanması ile nükleer programa bağlı yaptırımların kalkması beklenmektedir.
Yıllardır süren görüşmelerden sonuç alınmadığı halde niçin şimdi sorusu akla gelmektedir. Bu mutabakatın da öncekiler gibi bir süre sonra havada kalacağı, iplerin kopacağı beklenebilir. Nitekim bu ihtimal her iki tarafça da dile getirilmektedir. Zaten son mutabakatın uzun süre önce planlanmış görüşmeler sonucunda elde edildiği halde tabiri caizse paldır küldür paraf edildiği izlenimi mevcuttur. Ancak İran’da Ruhani liderliğinin bu konudaki kararlılığı ile Obama’nın da iç dengeleri gözardı etmeden uzlaşma taraftarı olmayı tercih etmesi önemlidir. Daha da önemlisi bölgesel gelişmelerde uzlaşılmış İran’a gittikçe daha fazla ihtiyaç duyulacak olmasıdır. IŞİD ile mücadele süreci yanında Suriye konusunda temel konularda mutabık kalınması ve Yemen’deki gelişmeleri bu bağlamda zikredebiliriz.
İran’ın insan hakları, terör ve balistik füzeler sebebiyle maruz kaldığı yaptırımlar da vardır. Ancak nükleer programı yüzünden uygulananlar en fazla can yakanıdır. Sözleşmeye varılmasıyla bu bölümle ilgili olanlar kalkacaktır. Bu durum İran halkı ve ekonomisi için son derece önemlidir. Eğer bu süreç sağlıklı işlerse diğer alanlardaki yaptırımların kalkması kolaylaşabilir. Bununla beraber ne İran ne de İsrail diğer konularda uzlaşmaya pek yanaşmayacak gibi görünüyor. Çünkü hiç sıcak çatışmaya girmemiş bu iki devletin sürekli çatışma görüntüsü içinde olmaları ikisi için de kazançlıdır.
Günümüzde birinci sınıf devlet olmak nükleer güç olmaya bağlıdır. BM Güvenlik Konseyi üyeleri dışında nükleer silaha sahip devletler olarak Hindistan, Pakistan, İsrail ve Kuzey Kore sayılabilir. Bununla beraber atom bombasına sahip olmadığı halde nükleer teknolojiye sahip devletler de bulunmaktadır: Almanya, Japonya, Kanada, Güney Kore ve diğerleri.
İran on yıllardır İsrail’in nükleer silaha sahip olduğu gerekçesiyle kendisinin de bu silaha sahip olma hakkı olduğunu savunur. Tahran için atom bombasına sahip olmak adeta milli hedef haline gelmiştir. Ancak uluslararası siyasetin gereği bunu açıkça telaffuz etmeyip hedefinin sadece nükleer teknolojiye sahip olmak –elektrik enerjisi ve diğer amaçlarla- olduğunu deklare etmiştir. Nitekim varılan mutabakat, atom bombası üretme kapasitesine yaklaşmayacak derecede İran’ın nükleer teknolojiye sahip olmasını, bunu geliştirmesini garanti etmektedir. Belirtmek gerekir ki nükleer teknolojiye sahip bir devletin istihbarat ordularını atlatarak merdiven altında atom bombası yapması kolay değildir. Zaten önceki uzlaşmalarda bu noktada ipler kopmuştur. İran nükleer silah üretebilecek bir denetim dışı alan istemiş, fakat kabul edilmemiştir. Bu mutabakatta ise denetim konusundaki bütün talepleri kabul etmiştir. Böylece mutabakat Obama’ca “tarihi anlaşma” olarak adlandırılmıştır.
Bu alanda Türkiye’nin esamisinin okunmaması oldukça hazindir. Nükleer silaha sahip olma hevesini bir tarafa bırakarak başta enerji olmak üzere nükleer teknolojinin nimetlerine doğrudan sahip olma bu ülkenin de hakkı olsa gerek. Doğrudan bu teknolojiye sahip olmak bir yana bir başka ülkenin nükleer santral kurması on yıllarca engellenmiş, bu meyanda adeta bir destan ortaya çıkmıştır. Nükleer santraldaki riskler konusunda söylenecek çok şey var. Fakat yanıbaşımızda Ermenistan bir bakıma taş devri nükleer santralini halen çalıştırabilmekte, bütün Avrasya’yı her an korkunç bir radyasyon tehlikesi ile karşı karşıya bırakmaktadır. Buna karşın çevreciler veya bu alanda uyarması, önlem alması, santralın işlemesini durdurması gereken kurumlar üç maymunları oynamaktadırlar.
Mutabakatın başarıyla yürümesi halinde İran’ın ekonomik bakımdan ayağa kalkması beklenmektedir. Bu durumun Türkiye’nin aleyhine olması beklentileri gerçekçi değildir. Daha fazla ihracat ve ithalat yapan bir İran’dan en fazla Türkiye istifade edecektir. Buna karşın dış politikada Türkiye’nin daha da yalnızlaşma ihtimali bulunmaktadır. Belirtmek gerekir ki Yemen’deki gelişmeler yüzünden İran’a karşı beyanat Cumhurbaşkanının ağzından çıkmış olup bu sözler hükümeti bağlamamaktadır. Zaten halen Türkiye’de başkanlık sistemi bulunmamaktadır.
Oncevatan, 07.04.2015
alaeddinyalcinkaya@gmail.com
Konu Hakkında okumaya devam et: İsrail
Bir yanıt yazın