Dünya tarihinde pek çok örneğine rastlandığı gibi, Türkiye’de Cumhurbaşkanı seçilen kişinin de bir iktidar sarhoşluğu içine girerek,
‘’milletin babası’’ rolüne soyunduğu çok açık. Son olarak sigara içen
yurttaşları ‘’Cumhurbaşkanı söylüyor, hala içiyor terbiyesiz herif!’’
diye azarlaması, daha önce felakete uğramış madencilere ‘’İsrail
dölü’’ diyerek tekme tokat dalması gibi semptomlar tuhaf bir ruh
halinin göstergesi.
Bu duruma 1000 odalı sarayı ve 200 milyon dolarlık uçağı
eklediğinizde, dünyanın dikkatinin bu kişi üzerinde toplanmasına ve
Batı medyasının eleştiri dozu yüksek yazılar yayınlamasına şaşmamak
gerekiyor.
Tarih bize, güç sarhoşluğu çılgınlık boyutlarına yükselmiş ve
‘’tanrılaştığını’’ hisseden siyasetçilerin, ülkelerini felakete
götürdüğünü anlatan örneklerle dolu.
Bence ne yazık ki Türkiye de bu eğik düzleme girdi.
Ama esas soru şu: Tayyip Erdoğan bu durumu yaratan kişi midir yoksa
bir sonuç mu?
Soruyu başka türlü sorarsak; Erdoğan iktidardan gittiği zaman
Türkiye’nin yönetim sorunu bitecek midir?
Buna ‘’Evet’’ cevabı verebilmeyi çok isterdim çünkü bu, çok kolay bir
çözüm olurdu.
Ama ne yazık ki cevabım ‘’Hayır!’’
Her ne kadar, kişilerin tarihte oynadığı rolü inkar etmesem de
biliyorum ki Tayyip Erdoğan sebep değil bir sürecin sonucudur. Ve
sorun, onun gitmesiyle bitmeyecektir.
Sorun onu iktidara getiren, üst üste dokuz seçim kazandıran, bir sürü
yolsuzluk ve yönetim skandallarına rağmen körü körüne peşinden giden
halktır. Daha doğrusu halkın bir bölümüdür.
Bu halk yığının Anadolu müslümanlığıyla, gelenekle, ahlakla, haram
helal kavramıyla, merhametle, şefkatle hiçbir ilgisi yoktur. Köyden
kente göçle başlayan, ne köylü ne kentli olabilen, bütün değer
ölçülerinden kopmuş, vahşi birer yaratık haline gelmiş, talandan
yalandan pay kapmaya çalışan ve literatürde lumpen proletarya olarak
tanımlanmış olan kitledir bu.
AKP’ye oy vermiş olanların tümünü böyle yaftalamak doğru değil
elbette. İçlerinde düzgün ve samimiyetle oy veren seçmenler de
olabilir. Ama o kitlenin genel karakteristiği budur.
Bu kesim kendini önce arabesk müzikle gösterdi. Güzelim türküleri,
geleneksel şarkıları, Anadolu’nun büyük şiir geleneğini terk eden
insanlar, bir anda mide bulandırıcı seslere, insanın kulağını
tornavida gibi delen elektro bağlamalara, içinde hiçbir hakiki lirizm
ve hüzün barındırmayan ‘’Ben de isterem!’’ saldırganlığına kaptırdı
kendini. Şehirler kaçak mahallelerle, üzerinde demir filizleri
bırakılmış sıvasız çirkin yapılarla, lağım kokan mahallelerle doldu.
Suç oranı ve özellikle kadına karşı şiddet akıl almayacak ölçülerde
arttı.
Bunun adına ‘’muhafazakarlık’’ denilebilir mi? Elbette denilemez.
Aşağı yukarı sayıları kırk milyon dolayında tahmin edilen bu kitle
Itri, Mimar Sinan estetiğine de sahip değildir; Anadolu’da yüzyıllarca
aydınlık bir nehir gibi akmış olan Karacaoğlan, Pir Sultan, Dadaloğlu
temizliğine de.
Dolayısıyla bu kesim muhafazakar değil, Türkiye’ye çarpık ve ahlak
ölçülerinden yoksun bir ‘’modernleşme’’ sunan yeni bir oluşumdur.
Lafı uzatmadan söyleyeyim. Bu kesimin hayatta en çok nefret ettiği
model uygarlaşma, kültür, temizlik ve zarafet simgesi Mustafa Kemal
Atatürk, kanıyla canıyla savunduğu lideri ise şimdiki
cumhurbaşkanıdır. Kimse kendini aldatmasın. Sayıları çok kalabalık
olan bu kesim, ne olursa olsun, hangi skandal patlarsa patlasın sonuna
kadar liderini destekleyecek ve Cumhuriyet’e karşı çıkacaktır.
Erdoğan siyasi ömrünü tamamlasa da ona benzeyen başka bir lider
bulmakta gecikmeyecektir.
Çünkü Türkiye’nin çürüyen kesimi , bu bozulmayı önce müzikle, sonra
hayatımızın her alanına egemen olan lumpenleşme ve arabeskleşmeyle
ifade etmeye devam ediyor. Gafil aydınlardan (!) destek alan lumpen
kültür, örgütlü cehaletle beslenerek kılcal damarlarımıza kadar
yayılıyor.
Bu manzaraya, lumpenlerin ele geçirdiği muazzam para ve iktidar gücünü
de eklerseniz geleceğin hiçbirimiz için kolay olmadığı çok açık.
Erdoğan bu kitlenin lideridir ve onun yokluğunda yeni bir lider
bulacaklarına hiçbir kuşku yok.
Mustafa Kemal aydınlığını savunan kitleler birleşene ve kendi
aralarındaki çelişkileri gidererek, evrensel değerleri savunan bir
Türkiye kültürü yaratana kadar acılar devam edecek.
Zülfü Livaneli,
Zülfü Livaneli’den bir yorum….
Yorumlar
-
Bizler, kendilerini AYDIN sayan karanlık insanlar o saf yüce HALKIMIZA ne verdik ki onlardan ne isteyebilelim..?
Bir “KÖY ENSTİTÜSÜ KURMU”nu bile beş yıl yaşatamadık. “Köy enstitülerini Cumhuriyetin eserleri içinde en kıymetlileri sayıyorum. Buradan yetişen evlâtlarımızın başarılarını ömrüm oldukça candan ve yakından takip edeceğim..!” diyerek mangalda kül bırakmayan çeyrek paşamız zamanından, taaa 1946’lardan başladı o yüce halkımızın uyanışına set çeken karartma girişimleri…
Biz Livaneliler….. divane olmayalım; sorunların kökenine inelim; çözüm üretelim…
Sen şuna inan ki: “HALKIMIZA NE VEREBİLİRSEK KARŞILIĞINI KARESİYLE ALIRIZ..!”
Sağa sola büktelemeyelim! Ne ekmişsek onu biçiyoruz Sayın Zülfü kardeşimiz..! Cehalet ektiğimiz topraktan güneşli bilim edinemeyiz..! Sorumluluğu özümüzde arayacağız Dooost, özümüzde arayacağız..!
m.a.a. -
Sayin Livaneli,
Degerlendirmenize yurekten kailiyorum. Ancak size de sormam gerekiyor: Tahminen milyon dolarlarin sahibi olarak yazi yazmak ve muzik yapmak disinda toplum icin acaba ne yaptiniz? Dunyadaki Turk kulturlerinin birbirini tanimasi, ulkenin geri kalmis bolgelerinin de alt yapilarinin tamamlanmasi, koyden kente gocun en onemli sebebi olan is bulma ve sehirdeki imkanlarin da kirsala yayilmasi icin etkin oldugunuz donemlerde bile birseyler yapma ihtiyaci duydunuz da biz mi fark etmedik? Son paragrafinizdaki dilek cok guzel ifade edilmis ama o sadece bir dilek. Varliginiz da olduguna gore bu dileginiz icin birseyler yapiyor musunuz?
Bahsettiginiz eksenini kaybetmis kitlelerin mevcudiyetinin iki onemli sebebi vardir: Kirsal kesimlere alt yapi goturulmeyerek geri birakilmasi ve dolyisiyla sehirlerin demografisinin ve yapisinin (zaten olmiyan altyapisi nedeniyle) bozulmasi ve toplumda dusunme ya da ozgun olmayi yasaklayan askeri ihtilallerdir (Ben de 24 sene DZ. K.K.K.liginda hizmet ettim ve binbasi rutbesinde ayrildim).
Egitim sistemi ve her gelen iktidarin kendi dogrularini millete dayatmasi bugunlerin en onemli sebebidir. Unutmayin ki ulkenin ekseni esas itibariyle 11 Kasim 1938’de kaymistir. Ismet Inonu denen zat Ataturk’u zerrecik kadar anlamamis, hep O’na muhalafet olmus ve hatta sagliginda bile O’nun aleyhinde propoganda yapacak kadar nankorlesmistir. O’nun olumuyle birlikte Ingiltere ve Fransa ile yaptigi anlasmalarla SADABAT ve BALKAN Paktlarini pasiflestirmis, FIR hattini ve oniki adalari Yunanlilara teslim etmis, zamaninda dunyada ilk uc ucak fabrikasindan birisi bizimken, Marshall yardimiyla onu da kapattirmis. Ustelik kagit paralarimiza kendi resmini bile bastirmistir. (RTE hiz olmazsa henuz paralara kendi resmini bastirmadi).
Sayin Livaneli Ataturk’un uzerinde durdugu en onemli husus tarihimizi gercek huviyetiyle ogrenerek gurur duymamiz, yanlislarimizdan ders almamiz ve dunya Turkleriyle yakin kultur birligimizi ileriye goturmemiz, ulkemiz icindeki butun farkli kulturlerin kendilerini ifade ederek kulturel zenginlige herkesin ortak olmasini gaye edinmistir. Siz kendinizi cogu zaman kultur kisisi olarak gorursunuz. Ataturk’un bu ideal ve gayeleri icin toplum adina ne yaptiniz ki herkese Ataturk dersi vermeye kalkiyorsunuz. Eger aydin ve varlikliysaniz once Ataturk’u anladiginizi millete ispat edin, milletin acligi, refahi icin projeler sunun ve en onemlisi de Ataturk gibi milletinizi taniyin. Eger tanir ve bu millet icin birseyler yaparsaniz kisa surede millet arkanizdan gelecektir.
Bir yanıt yazın