Atatürk’ün Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, savcılara verilen “Cumhuriyet Savcısı” unvanının isim babasıdır.
Lozan’da doktora yaptıktan sonra yurda dönen değerli bilim adamı ve politikacı, Atatürk tarafından ‘Hukuk Reformu yapmakla’ görevlendirilir. Ata’nın huzurunda ‘Hukuk Reformu” tartışılırken Bozkurt, “Cumhuriyet Savcısı” adı üzerine çok tepki alır ve eleştirilir:
Ona “Neden sadece savcılara Cumhuriyet Savcısı diyorsun?” diye sorarlar.
Cumhuriyet Başbakanı,
Cumhuriyet Bakanı,
Cumhuriyet Müsteşarı,
Cumhuriyet Valisi,
Cumhuriyet Büyükelçisi olmuyor da,
Neden Cumhuriyet Savcısı?
Savcılara neden bu imtiyaz?
Atatürk, Bozkurt’a “Ne diyorsun?” der.
Bozkurt’un cevabı çok net olur:
“Çünkü öyle zaman olur ki, Cumhuriyeti korumak için başbakandan, bakandan, müsteşardan, validen, büyükelçiden bile hesap sormak gerekebilir. İşte o hesabı soracak olan Cumhuriyet Savcısı’dır.”
Atatürk, gülümseyerek hoşnut kaldığını belli eder. “Devam et Bozkurt” der.
İşte şimdi, değerli devlet adamı Mahmut Esat Bozkurt’un sözünü ettiği o dönemden geçiyoruz. İşte şimdi “Cumhuriyeti korumak için başbakandan, bakandan, müsteşardan, validen, büyükelçiden bile hesap sorulması gereken” bir dönemi yaşıyor, bir döneme tanık oluyoruz. Hem de tartışmaya bile gerek kalmayacak kadar açık, seçik bir “ihanet ortamının”nın tam merkezinde bulunuyoruz.
Bir zamanlar başbakanken RTE:
“Ben Büyük Ortadoğu Projesinin eşbaşkanıyım, şimdi o görevi yapıyorum…“ demişti. Ve bunu tam 34 yerde açıklamış, tekrarlamıştı…
Bir zamanlar bir bakan çıkmış, “Ben ABD Dışişleri Bakanı ile gizli bir anlaşma yaptım, şimdi onun içeriğini söyleyemem” demişti…
Bir müsteşar çıkmış, “Başbakan, PKK ile görüşmek için beni görevlendirdi” demişti.
Peki, eski Başbakanın 34 yerde “eşbaşkanı” olduğunu vurguladığı Büyük Ortadoğu Projesinin anlamı neydi? Nasıl bir projeydi bu?
Özet ve net söyleyelim: Bu, ülkelerin yer altı ve yerüstü zenginliklerini yağmalayarak, halkları köleliye mahkûm eden, Amerika’nın bir sömürü ve paylaşım programıdır. Doğrudan devletlerin sınırlarını değiştirmeyi hedeflemektedir. 24 ülkeyi kapsamaktadır ve içerisinde Türkiye de vardır.
Bu Yenidünya düzeninin haritası ABD tarafından çizilmiş, Amerikan Silahlı Kuvvetleri dergisinde yayınlanmıştır. Ayrıca 15 Eylül 2006’da Roma’da yapılan bir NATO toplantısında da subaylarımızın gözü önünde duvara asılmıştır.
Bu haritaya göre vatanımız Kürt, Ermeni, Rum ve daha başka etnik bölgelere ayrılmaktadır. Doğu, Güneydoğu bölgesi Kürtlere verilmekte, Diyarbakır Kürdistan’ın başkenti yapılmaktadır. Bu gerçek daha sonra Eski Başbakan tarafından 16 Şubat 2004 gecesi Kanal D ekranında da ortaya konmuştu. Başbakan şunları söylemiştir: “Şu anda Amerika’nın da Büyük Ortadoğu Projesi var ya Genişletilmiş Ortadoğu yani, bu proje içerisinde Diyarbakır’ı bir merkez yapacağız. Bunu başarmamız lazım.”
TÜRKİYE ANAYASASINA VE YASALARINA GÖRE BU BİR SUÇTUR.
“Anayasayı tebdil, tağyir ve ilgaya teşebbüs suçudur.
Deniz Gezmiş ve arkadaşları işlemedikleri bir suçtan yargılanıp, idama mahkûm edilmişlerdi. Gerçekte Türkiye’nin bağımsızlığını, bütünlüğünü onlar savunuyordu. Emperyalizme karşı canlarını ortaya koyarak mücadele vermişlerdi. Ama şu anda işbaşında bulunan iktidar Türkiye’yi bölme, parçalama girişiminde bulunmaktadır ve “Anayasayı tebdil, tağyir ve ilgaya teşebbüs” suçu işlemektedir.
Görünen o ki, ihanet giderek derinleşmekte, netleşmektedir.
Bugün at izi ile it izinin birbirine karıştığı karanlık bir ortamdan geçiyoruz. Ulus devlet, Cumhuriyet, Atatürk yok edilmeye, herkesin gözü önünde ülke parçalanmaya çalışılıyor.
Bütün bu işler olup biterken, Yüce Atatürk’ün “CUMHURİYETİ KORUMA, KOLLAMA GÖREVİ”ni verdiği savcılar da ortalarda görünmüyor. Neredeler, ne yapıyorlar, harekete geçmek için daha neyi bekliyorlar? Bilen yok!
BU ÜLKEYE DOĞAN ÖZ GİBİ YÜREKLİ, YURTSEVER CUMHURİYET SAVCILARI GEREKİYOR.
Çünkü o, ne ABD’nin, ne cemaatlerin ne de AKP’nin savcısıydı. O, Cumhuriyetin ve aydınlanmanın savcısıydı.
24 Mart 1978 yılında Kontrgerilla tarafından işte bu nedenle katledildi. Çünkü o, ölümünden kısa bir süre önce Kontrgerilla yapılanmasını ortaya çıkaran bir dava hazırlığı içerisindeydi. Bülent Ecevit’e de bu konuda bilgi sunmuştu.
Cumhuriyet savcısı Doğan Öz, başlatacağı büyük soruşturmanın bir ön çalışması olarak kısa bir rapor hazırlamıştı. Bu raporda Uğur Mumcu gibi o da şu içinde yaşadığımız “teslimiyet günleri”ni o zamandan görmüş, şunları not etmişti:
“Şiddet olayları, anarşik eylemler olarak nitelendirilebilecek kadar basit değildir. Amaç, demokrasi umudunu yok etmek; onun yerine faşist düzeni gündeme getirmek ve bütün unsurlarıyla yürürlüğe koymaktır. Böylece ABD ve çokuluslu ortaklıklar, Ortadoğu sorununu büyük ölçüde çözmek amacını gütmektedirler. Bize göre bu sonuca ulaşmada CIA, kontrgerilla gibi gizli örgütlerin yönlendirmesi vardır. Bu örgütler, devlet aygıtını geniş ölçüde kendi amaçlarına uygun şekle dönüştürerek demokrasi düşmanı akımları iktidar yapmayı öngörmüşlerdir.”
Ayrıca, yolsuzluk dosyalarına, siyasal cinayetlere el koyup, DGM’lere karşı çıkması, Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı şeriatçı örgütlere nefes aldırmaması bardağı taşıran son damla olmuştu.
Günümüzde Cumhuriyet düşmanlarının her yanı bir veba gibi sarması, bebek katillerinin Türkiye üzerinde söz sahibi olması, Doğan Öz’lerin azlığından, yandaş savcıların, cemaat savcılarının çokluğundan kaynaklanmaktadır.
İhanetler karşısında namuslu, dürüst, Atatürkçü, Cumhuriyetçi savcılar neden susuyorlar? Harekete geçip, Atatürk’ü, Cumhuriyeti, vatanı korumak için daha neyi bekliyorlar…
Bir yanıt yazın