İDAMININ 84 . YILINDA “ MİLLİ ŞEHİT” KAYMAKAM KEMAL BEY
Prof.Dr. Turgut Turhan
(DAÜ Hukuk Fakültesi)
Her sene Türkiye’nin önüne getirilen “Ermeni tehciri” ve soykırım iddiası, özünde İngilizlerin Türkiye’nin başına açtığı bir beladır. Almanya gibi, Orta Doğu petrollerine yaklaşmak isteyen İngiltere, daha 1800 li yılların sonunda Anadolu’yu işgal etmeye düşünmeye başlamıştır. Bu nedenle, olası bir işgalde Osmanlı ordusunu arkadan vurabilecek en önemli etnik güç olarak Ermenileri gören İngilizler, Ermenilerin 1894 yılında başlayan ve belli aralıklarla devam eden örgütlenme ve ayaklanma girişimlerini hep desteklemişlerdir. İşte “tehcir” denilen olay da, İngilizlerin kışkırtması ve desteklemesi ile Osmanlı ordusunu arkadan vuran Ermenilerin, orduyu vurdukları yerden uzaklaştırılmasını, sürülmesini ifade etmektedir.
13 Kasım 1918 de İstanbul’a ayak basan İngilizlerin padişah Vahdettin ve sadrazamlarından iki temel isteği olmuştur. Bunlar İttihat ve Terakki üyeleri ile Almanlara yakın olanlar ayıklanarak etkisizleştirilmesi ve Ermeni tehcirine herhangi bir şekilde karışmış bulunanlar yargılanarak şiddetle cezalandırılmalarıdır. Hemen belirtelim ki, İngilizlerin bu isteklerini kabul etmek, kendi ifadesiyle “İngiliz milletine kuvvetli sevgi ve hayranlık duyan” ve “umudunu tanrıya ve İngilizlere bağlayan” Vahdettin ve sadrazamları için hiç de zor olmamıştır. Nitekim Vahdettin, 23 Kasım’da İngiliz gazetesi “The Times”a vermiş olduğu beyanatta, “Ermeniler hakkında icra edilen muameleyi büyük bir teessür ile öğrenmiş bulunmaktayım. Bu gibi fenalıklar ve insanların öldürülmesi kalbimi kırdı. Bu vakıaların müsebbiplerinin son derece şiddetle cezalandırılması için derhal tahkikat açılmasını emrettim” demek suretiyle İngilizlerden gelecek her türlü tehcir suçlaması için soruşturma yapılmasının kapısını sonuna kadar açmıştır.
Vahdettin’in İngilizlere yaranmak için verdiği bu tavizleri, üyelerinin yarısı azınlıklar arasından seçilen ve bu nedenle bünyesinde Ermenilerin de bulunduğu! “tehcir tahkikat komisyonları” kurması izlemiştir. İngiltere’yi arkalarına alan bu Ermeni üyelerin yaptıkları asılsız ihbarlar sayesinde sayıları 1397 yi bulan aydın, yazar, gazeteci, vali, kaymakam, milletvekili ve paşalar dahil çeşitli rütbede ordu mensubu “tehcire katıldıkları ve Ermenilerin ölümüne sebebiyet verdikleri” suçlaması ile o dönemin meşhur hapishanesi olan “Bekir Ağa Bölüğü”ne kapatılmıştır. İşte, İngilizlerle Vahdettin ve ekibinin işbirliği ile başlayan bu insan avı sayesinde tehcire katıldığı iddiasıyla Bekir Ağa Bölüğüne kapatılanlar arasında Boğazlayan Kaymakamı ve Yozgat Mutasarrıf Vekili olan Kemal Bey de bulunuyordu.
Tehcir sırasında Ermenilerin öldürülmesine sebep olduğu iddiasıyla daha önce de yargılanmış ve beraat etmiş bulunan Kemal Bey’in aynı suçtan ikinci defa yargılanmasına!! Şubat 1919 da başlanmıştır. Vahdettin’in tercihi ile kurulan İstanbul “Divan-ı Örfi Harbi” sinde yargılanmaya başlanan Kemal Bey hakkında ileri sürülen temel iddia, Boğazlayan köylerinde bilerek ve isteyerek Ermenilerin ölümüne sebebiyet verdiği iddiası olmuştur. Ama Kemal Bey, “Düne kadar hakimler heyeti olan sizler, şu dakikada bir tarih mahkemesi sıfatını almış bulunuyorsunuz” cümlesiyle başladığı savunmasında, bu iddiaların hepsinin birer iftira ve uydurma olduğunu ve bu iddiaların ispatlanamayacağını, zira bu fiilleri işlemediğini, sadece ve sadece İçişleri Bakanlığının emrini yerine getirdiğini dile getirmiştir. Bu konuşmasının üzerine, mahkeme başkanı Mahmut Hayret Paşa Kemal Bey’e, “Mahkemenin hükmünü hiçbir etki altında kalmaksızın vicdani kanaatine göre verecektir” diyerek Kemal Bey’e teminat vermiştir. Nitekim, mahkeme iddiaları gerçekten de ispatlayamamıştır. Başkanın dile getirdiği teminat ve mahkemenin iddiaları ispatlayamaması üzerine yeni sadrazam “İngiliz Ferit” daha fazla dayanamamış ve adil karar vermekte direnen başkan Hayret Paşa’yı görevden alarak, yerine lakabından bile nasıl bir insan olduğu anlaşılan, ittihatçı düşmanı “Nemrut (Kürt) Mustafa Paşa” yı mahkemenin başkanlığına getirmiştir.
“Nemrut Mustafa Paşa”nın mahkeme başkanlığına getirilmesiyle mahkeme tam bir İngiliz-Ermeni gösterisine dönüşmüştür. Mustafa Paşa, “İngiliz Muhipler (Sevenler) Cemiyeti”nin başkanı ünlü hain ve casus Sait Molla’yı mahkemenin sorgu hakimliğine getirmiştir.Öte yandan, iddialarını o zamana kadar ispatlayamayan mahkeme, bir yandan Patrikhane, diğer yandan da Ermeni derneklerinin gazetelere ilan vererek bulduğu yalancı şahitlerle yargılamayı sürdürmeye başlamıştır. O günleri anılarında anlatan ve kendisi de bu mahkemelerce sorgulanan Celal Bayar’ın, bu mahkemeleri, “her cemaate mensup sorgu hakimlerinin sanki bir yerden emir almışçasına aynı suçlamayı yapan ve suçlamalarla ilgili olarak hiç bir belge gösteremeyen” mahkemeler olarak nitelendirmesi, Kemal Bey’i yargılayan mahkemenin ne kadar adil davrandığını!!göstermektedir. Savcısı bir Rum, üyelerinden birisi bir Arnavut Paşa, diğer bir üyesi de bir Ermeni olan bu mahkemeden nasıl bir adalet beklenebilirdi ki? Nitekim, “Nemrut Mustafa Paşa nın, yargılama sırasında, “on binlerce zavallıyı, kadın çocuk demeden, bu Allah’ın kışında soğuk dağ başlarında yürütmek sanki süngülemekten daha mı iyidir?” şeklindeki sorusu da, yapılan yargılamanın, daha baştan İngilizlerle ortak olarak verilen idam kararına gerekçe bulmaya yönelik olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir.
Yargılamanın adil olmadığı ve Kemal Bey’in bir memur olarak Vahdettin ve ekibinin İngilizlerin baskısı ile getirdikleri tehcir kararını uygulamaktan başka bir şey yapmadığı ama yine “İngilizlerin, Ermenilerin ve Damat Ferit’in baskısı” ile “tehcirin sorumlusu, idarecisi ve tertipçisi” olarak kurban seçildiği o kadar açıktır ki, Vahdettin’in eli bile 8 Nisan’da verilen idam kararını imzalamaya gitmemiş ve Şeyhülislamdan fetva istemiştir. Ancak, Şeyhülislam Sabri Efendi, “Kemal Bey hakkında istenen fetva itfa değil, kaza olur; benimse kazaya salahiyetim yoktur” diyerek önce fetva vermeyi reddetmiş, ancak Damat Ferit’in baskısıyla fetvayı vermeye mecbur olmuştur. Mahkemenin verdiği karar, 10 Nisan 1919 akşam üstü Beyazıt Meydanı’nda infaz edilmiştir. Darağacına çıktığında henüz 35 yaşında olan Kemal Bey’in son olarak “ Aldığı emri yerine getirdiğini, vazifesini yaptığını, vicdanen kendinden emin olduğunu söyledikten sonra, “Ben masumum… Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna deniyorsa, kahrolsun adalet!”diye haykırmıştır.
Bu idamın en acıklı tarafı ise, infazdan haberi olmayan ve o sırada oğluna yemek götürmekte olan Kemal Bey’in babası Arif Bey’in, yolunun üstünde gerçekleştirilen bu infaza rastlaması ve idamdan hemen sonra darağacında asılı bulunan oğlunun cesedi ile karşılaşmasıdır. Buna karşın, resmi raporlarında “Türklere ibret olsun diye idamlara yüksek memurlardan başlanmalıdır” diyen İngilizlerin ise yüzü gülüyordu. “Damat Ferit’in güvenilir bir dost olduğunu”söylüyorlar ve “Osmanlıda da tarafsız mahkemeler varmış” diyebiliyorlardı!! Herhalde, merhumun babasının duyduğu elem ve ızdırap, ancak TBMM nin 1922 yılında çıkardığı özel bir kanunla Kemal Bey’i “Milli Şehit” ilan etmesiyle bir nebze olsun dinmiştir….
Prof. Dr. Turgut Turhan