EY ULUSUM!
“(-Sen Egemensin… O Senin Onurundur, Şerefindir, Namusundur!)
Ey ulusum, neden egemen olmak durumundasın?
Çünkü egemenlik senin hakkın…
Hiç kimseye, şu ya da bunun gereğidir diye egemenlik verilemez, devredilemez.
Senin adına o gücü kullananlar, yalnız sen temsil eder.
Vekildir onlar, asıl değil…
Gerçek olan sensin…
Niçin mi?
Çünkü sen ve herkes, doğduğu zaman kesin olarak özgürdünüz.
Sizin özgürlüğünüzü kısıtlayacak en küçük bir kural, yasa, kral ya da başka bir güç yoktu.
Yaratılış olarak sen ve herkes, tam olarak özgürdünüz.
Ancak doğduğunuz anda, sizi toplumda kurgulanmış kurallar karşıladı.
Yasalar diyorlardı buna…
Kimi zaman da gelenekler elini ayağını bağlamaya, seni, gerçekte senin olan haklarından uzaklaştırmaya başladı.
Kesin olarak özgürlüğün yasalar, gelenekler, töreler ve temel kurallar gereği zincirlere alınmak isteniyordu.
Sense, doğada tek başına yaşayacak iradeye sahip değildin.
Bu nedenle, bu kurallara boyun eğdin; toplum içinde yaşayabilmek için, doğanın sana verdiği özgürlüklerin bir kısmından vaz geçmek durumunda kaldın.
Ve gerçekte, sana ait olan özgürlüğünün bir kısmını sen ortak yaşama adına, getirdin, yaşadığın kentin ortasında yapılmış büyük bir havuzun içine attın.
Senin gibi herkes de onu yapıyordu.
Vazgeçilen özgürlükler, o devasa havuzun içine atılıveriyordu..
Bu özgürlüklerinden vazgeçmeyenleri toplum zaten kabul etmiyor ve; “Benimle ortaklaşa, benim içimde yaşayacaksan, bazı özgürlüklerinden vaz geçeceksin. Örneğin, komşun var. Tutup da geceleri avazın çıktığı gibi özgürüm ben diye, bağıramazsın… Tutup, sevmediğin birini, özgürüm ben diye tepeleyemezsin!” diyorlardı sana.
Ve sen de denileni yapıp, özgürlüklerinin bir kısmından vaz geçtin ve o havuza vaz geçtiğin özgürlükleri attın; tıpkı başkaları gibi…
Ve o havuzda vazgeçilen özgürlükler birikti.
Bu bir kuvvetti.
Bu kuvvete; “Kamu gücü” dendi.
O güç, sen ve senin gibi özgürlüklerinden vaz geçmiş olan herkesin gücüydü.
İşte bu güce egemenlik denildi.
Sorun şuydu:
Sana ve senin gibilere ait olan bu gücü kim kullanacak?
Gerçekte, sen ve senin gibi o güçte hakkı olanlar topluca kullanmalıydı.
Ama bunu yapacak bir mekanizma yaratamamıştı insanlık daha.
Bu nedenle, kendi içinden bir kral çıkardı ve ona:
-“Bu egemenlik denilen güçtür. Bu bana aittir. Ancak ben onu kullanamıyorum, çünkü bunu nasıl yapacağımı öğrenemedim. Ben bunu öğrenene kadar, bu yetkiyi sana vereyim ve sen onu benim adıma kullan!” dedin.
O ilk kral da bunu kabul etti…
Sana ait hakkı, senin önerin üzerine aldı ve kullanmaya başladı.
Yasama, yürütme ve yargı güçlerinden oluşan egemenliği, hak senin olmakla birlikte, senin izninle senin üzerinde kulllandı.
Ancak gün geldi; cumhuriyet denilen bir yönetim biçimi ortaya çıktı.
Bu sistem, özgür ortamlarda, seçimlerle bu hakkı kullanabilme aygıtını önüne koydu.
Artık sen, sana ait olan bu hakkı özgürce seni temsil edenler aracıllığıyla kullanabilirdin.
Bu nedenle kralın karşısına çıkmak, ondan hakkını istemek; onu geri almak; eğer kral buna karşı çıkacak olursa, zorla da olsun, onu geri alma hakkına sahiptin…
Ve işte şimdi cumhuriyeti yaşıyorsun..
Cumhuriyet sana verilmedi, o zaten senindi.
Sana onu verenler, sana ait olanı, sana verdiler.
Sen nasıl oluyor da şimdi, o sana ait olan ve özgürlüğünle eş anlamlı bir anlam taşıyan o hakkı başkasına peşkeş çekebilirsin?
Bunu kendi adına yapma özgürlüğün olduğunu söylesen de, çocuklarına da aittir o hak; kendi çocuklarının ve başkalarının hakkını nasıl başkasına verebilirsin?
Uyan…
Sen cumhursun.
Cumhuriyet senin…
Senin hakkın ve özgürlüğün…
O nedenle sen egemensin.
O senin onurun, şerefin ve haysiyetindir…
Ondan geriye adım atmak, canına kastetmektir, anla artık…
Kemal Arı, 23.03.2014.
Bir yanıt yazın