Cevdet Aykan
15.03.2015
İnternet (blog) yazarlığı ne kadar etkili? Yazsan ne olacak ki diyenler bu yazıyı mutlaka okusun isterim. Anlayacaksınız ki, yazdıklarınızın etkisi tahmininizden çok daha fazla ve yazdıkça daha çok yazmak isteyeceksiniz…
Geçenlerde, uzun zamandır görüşmediğim bir arkadaşımla karşılaştım. Durumunun iyi, tuzunun kuru olduğu her halinden belliydi. Giydiği kıyafet, elindeki telefon, içtiği sigara bindiği araba, konuştuğu dil resmen görünen köy kılavuz istemez dedirtiyordu. Allah bozmasın, keyfi yerindeydi ve yüzünde güller açıyordu.
Bir zamanlar kader birliği yaptığım, aynı şeylere dertlenip, aynı sıkıntıları paylaştığım, aynı heyecanlarla mutlu olduğum adam gitmiş, onun yerinde bambaşka birisi vardı karşımda. Ben, ne onun yaptığı esprilere gülebiliyorum ne de onun gelecek planlarını anlayabiliyordum. Sohbet bozulmasın diye arasıra gülümsüyor, eski günlerin hatrına anlamış gibi yapıyordum.
Uzun zamandır aynı masada çay içip sohbet etmediğim ve varlığından bihaber olduğum arkadaşım, beni belirsiz bir nick ile sosyal medyadan ve blog sayfamdan takip ediyormuş. Nedense, benden kimliğini saklayıp sadece uzaktan el gibi takip etmiş. Ben de bir bildiği vardır elbet diyerek sorma gereği duymadım.
Yıllardır birbirini görmeyen iki eski arkadaşın, klasik sohbeti hal hatır sormanın ardından daha daha nasılsına geldiğinde oradan kalkma vakti geldiğini anlamamış olmam benim hatam oldu desem yeridir. Benim muhabbetteki sessizliğimden mi, yoksa arkadaşın benden sonra edindiği çevreden aldığı gücün etkisiyle mi bilmiyorum ama bir savcı, bir aklı selim insan gibi benden yazdıklarımın hesabını sormaya başladı. Onu niye öyle yazmışım, bunu neden eleştirmişim, neden üstüme vazife olmayan işlere dil uzatıyor muşum, işime bakmalıymışım… vay babam vay…. Sonra da eleştirdiklerimin avukatı kılığına girip, bir anda çoştu da çoştu.
Olağan halim dışında, bir sabır taşı olmuşcasına sadece dinledim ve sıranın bana gelmesini bekledim. Eskiden kaşının altında göz var diyene “höyttt ula” diyen ben değildim sanki.
Baktım ki, hiç susacağa benzemiyor araya girip peki ne yapmalıydım, ne demeliydim, ne yazmalıydım diye sordum. Sormaz olaydım… Sana o yazıları yazdıranlar paraya boğmuştur seni demesin mi. Bi de satılık kalem olduk, durup dururken vay arkadaşvay. Yazdığım yerin blog sayfası ya da sosyal medya sitesi olduğunu, profosyonel yazar olmadığımı gel de anlat, nasıl anlatacaksan. Bize hiç kimse ne şunu yaz diyor, ne de bunu yazma. Varsa anlatacak bir şeyin, varsa bir dert, bir sıkıntı gördüğün bir konu, kafanda yerindeyse yazıyorsun. Hem de bazen hakarete varan sözler duyacağını, mahkemelerde yargılanacağını bildiğin halde.
Bu hakaretten sonra artık susmak olmazdı. Artık sıra bendeydi. Buralarda ne yazdıysam tek tek sormaya başladım ve her sorumda cevap vermesini bekledim. Lafı dolandırmadan, yazdığım konuların tek cümlelik sorularına aldığım cevaplar hep aynıydı. “Doğru o konuda haklısın.” Peki bu…?, “Onda da haklısın.” Haksızsın diyeceği tek bir konu bile olmadı. Artık o susuyor ben konuşuyordum. Hem de anlayacağı dilden.
Az çok aklı yerinde olan, körü körüne bir ideolojiye saplanmayan, sadece inandıklarını yazan ve kimseden bir beklentisi, kimseye bir yamanması olmayan adamın yazdığı niye yanlış olsun ki. İnanmasa zaten yazmazdı değil mi?
Evet arkadaş… Eminim bu yazıyı okuyacaksındır.
Buluştuğumuzda masaya kartvizitini koymuştun ya, “bişey olursa ararsın” diye. Eğer masadaki boş çay bardaklarını toplayan garson almadıysa, hala o masadadır. Kartvizite o kadar para vermişsindir, şimdi git al ordan. Ziyan olmasın, keşke hiç karşılamasaydık ve yıllar önceki halinle hafızamda kalsaydın dediğim arkadaşım.
Ey arkadaş… Sayende şimdi daha iyi anlıyorum ki ben asıl yazdıklarıma değil, yazmadıklarıma pişmanım. Yazdıklarımın sorumluluğu zaten bende… Şimdi yazmadıklarımdan da sorumlu olduğumu anladım. Ve yazdıklarımın bir etkisi olduğunu da.
Evet arkadaşlar…. Blog yazısı da neymiş, nasılsa kimse okumaz deyip geçmeyin. Hiç beklemediğiniz, hiç ummadığınız insanlar sizi okuyor ve hakkınızda fikir yürütüyor, bazen de öfke besliyor. Bir çok yazar arkadaşım eminim benzer şeylerle karşılaşmıştır. İnandıklarını yazan her blog yazarı e her blog yazısı kıymetlidir. Az okundu, çok okundu, kimse paylaşmadı diye moral bozup yazmaktan vazgeçmeyin. Memlekette çoğu gazetecilerin taraf olup yazamadıklarını, siz yüreğinizle yazmaya devam edin. Belki sizden utanır onlar da bir iki laf ederler. Varsın bir kaç imla hatası yanlış olsun, varsın “de” eki birleşik yazılsın. Varsın size darılsınlar. Yeter ki söz yerine gitsin…
Son saniyede gol atıp maçı kazanacak hissi ile yazan ve okuyan herkese… İyi pazarlar dilerim.
Diğer yazılarım için blogum;
cevdetaykandemir.com
Radikal Blog