Evet HDP, çünkü: Erdoğan diktatörlüğünden korkuyorum

Bu yazıyı yazarken zorlandım.

Çünkü gazetecilerin, köşe yazarlarının “Oyum şu partiye, falanca lideri destekliyorum” gibi açıklamalar yapmasına pek bayılmıyorum.

Bir de geçmişte aldığım kişisel bir yara var: İnsanın hayatını bir siyasi örgüte kayıtsız şartsız teslim etmesinin ne demek olduğunu iyi biliyorum. Zira hayatımın bir kısmını böyle geçirdim. Çok insani ve ahlaki görünen amaçlar için de olsa, kişisel tercihlerini ve özgürlüğünü başka bir iradeye bağlamak, “taraflı (yandaş) olmak” ne demektir, bunu ve sakıncalarını kendi tecrübelerimden öğrendim.

Ve partili mücadele yıllarından sonra “Bir daha asla!” dediğim anı çok iyi hatırlıyorum.

O an hissetmiştim artık gerçek bir gazeteci olma şansına kavuştuğumu. Önceki yılların “partili gazeteciliği”, “yanlı yorumlar”, bir şey söylerken illaki birilerini korumaya ve ötekilerini yıpratmaya çalışmak, bütün bunlar geride kalmıştı.

Siyasetçi değil, gazeteciydim artık!

Hiçbir ideoloji ve inanç, hiçbir hareket ve lider benim için“dokunulmaz” ve “eleştirilmez” değildi.

Kimse “falanca -izm”, “filanca parti”, şu ya da bu ekonomik, siyasi, dinî vs. odak için beni, kalemimi kullanamazdı. Hiçbir şey ve hiç kimse umurumda değildi.

Bağımsız gazetecilik buydu! Özgürce yorum yapmak buydu!

İnanın, kimseye ders verme arzusunda değilim. Sadece kendi dersimi özetledim burada. Herkesin doğrusu, inandığı değerler, gittiği yol farklı olabilir. Kimseyi de sadece partili olduğu veya partili gazetecilik yaptığı için eleştirmiyorum.

Bu yazıyı yazarken zorlandım. - 20150318230230 hakan aksay flas

 En büyük sorun Erdoğan iktidarı

  

HDP’li değilim, PKK’li değilim. Kürt değilim. Dinî, mezhepsel ve etnik bir aidiyet duygusuyla yaşayan ve davranan biri de değilim.

7 Haziran seçimlerinde oyumu HDP’ye vereceğim.

Seçim kampanyasında HDP’yi ve onun lideri Selahattin Demirtaş‘ı desteklemek gerektiğini düşünüyorum.

İkisinin de (HDP ve Demirtaş) ideal ve kusursuz olmadığını, hatalar yaptığını, deneyim eksikliğini görmüyor değilim.

İkisi de eleştirilmez değil elbette.

Ne var ki, bugün HDP’yi ve Demirtaş’ı desteklemenin farklı bir anlamı var.

Ben bugün Türkiye’nin en önemli sorununun Tayyip Erdoğaniktidarı olduğunu düşünüyorum.

Ve Erdoğan’ın adım adım ülkeyi korkunç bir girdaba soktuğunu görüyorum.

Son yıllarda yaşadığımız şeyleri dünyanın her ülkesinde kolayca anlatmak bile mümkün değil. Öylesine inanılmaz sorunları gündelik ve sıradan bir hale getirdi ki Erdoğan…

Halkın çıkarcı, kör, vurdumduymaz ve nefret dolu zaaflarını öylesine güçlü bir şekilde ortaya çıkardı ve kullandı ki…

Bugün ülkenin hiçbir köşesinde rahat ve özgür yaşamak mümkün değil.

İktidara karşı söz söylemek giderek zorlaşıyor: Vicdandan arınmış, satılık “PR kulları” üzerinize çullanmaya hazırlar. Polis sokağa çıkanın tepesine biniyor. Yasalar giderek ağırlaşıyor. Bırakın sokak eylemlerini, eleştirel fikirleri dile getirenler bile içeri tıkılmaya başladı.

Yeni “iç güvenlik paketi”, polisin hiç hesap vermek zorunda kalmadan insanları ortalık yerde vurmasını olağan hale getirecek.

8 Haziran çok geç olabilir

 

 Bir de Erdoğan’ın bitmez tükenmez iktidar iştahı var ki…

Hiçbir şey onu doyurmaya yetmiyor.

Şimdi de “Ben Başkan olacağım ve memleketi tek başıma yöneteceğim” diyor. Yasaları dinlemeden ve tarafsızlık yeminine uymadan AKP’ye 400 milletvekili istiyor.

Amacı baskıcı yönetimini tam bir diktatörlüğe dönüştürmek.

Başarırsa, işte o zaman nefes bile alamayacağız.

Adım başı yasak, adım başı sopa, adım başı “ahlaki-dinî yaptırım”!..

Herkesin dilinde “cennet” olan vatanımız, çok yakında tam bir“cehennem”e dönüşebilir.

Ben bundan korkuyorum.

Ve fazla vakit kalmadığını görüyorum.

7 Haziran seçimlerine çok az kaldı. Ondan sonra uzun süre seçim falan yok. Belki de çoook uzun süre…

8 Haziran uyanmak için çok geç olabilir.

Muhalifliğe fazlasıyla alışan muhalefet

Siyaset sahnemiz daraldı, dört köşeli bir hale geldi. Dört siyasi parti, dört ana eğilimi temsil ediyor. (Antidemokratik yasalar, nüfusu 80 milyona yaklaşan ülkemizde 21 milyon oy alanın kendini “millî irade” ilan edip herkese dayılanmasına izin veriyor; Meclis’e girmek için ise yüzde 10’luk utanç barajını aşmak zorunlu.)

AKP dışında MHP, CHP ve HDP var.

MHP 40 bini aşkın insanın öldüğü iç savaşın bitmesine karşı çıkan bir parti. Türk diyor da başka bir şey demiyor. Barış için, demokrasi için, eşitlik ve özgürlük için hiç umut vermiyor.

CHP’yi tanımlamak o kadar kolay değil. Çünkü CHP içinde “birçok CHP” var. En azından böyle düşünenler az değil. Onu sosyal demokrat olarak görenler  ve özgürlükçü sayanlar da, devletçiliğine ve milliyetçiliğine hayran olanlar da aynı partiden bahsediyor.

CHP yönetimi son zamanlarda sol sıfatını korumak istese de, bütün gücüyle sağa açılıyor. Sık sık MHP ile aynı çizgide buluşuyor ve ittifak yapıyor. Ülkenin en yakıcı meselelerinden Kürt sorununu önemsiyor görünse de, bir türlü cesur bir politika ortaya koyamıyor. Çünkü bir yana doğru atacağı net bir adımın partinin öteki yanında çatırtılar ve kopuşlar yaratacağından korkuyor. Hep böyle bir “hele şimdilik durumu idare edelim” hali…

Diğer taraftan, az buz da değil, CHP koskoca “ana muhalefet”. Meclis’te 125 milletvekili var. Oyların da dörtte birine sahip. Sadece bu kadarını duyan bir insan, AKP’nin akıl almaz hataları ve uygulamaları karşısında CHP’nin “Türkiye’nin altını üstüne getireceğini” düşünebilir. Ama nerdee!…

Parti lideri Kemal Kılıçdaroğlu sanki iktidara gelmek istemez gibi. Muhalif olmanın potansiyel gücünü görmez gibi. Yaşadığımız olağanüstü gelişmeleri “sıradan” kabul edip “ölçülü muhalefetten şaşmaz” gibi.

Herhalde üç ay kadar önce Sözcü Gazetesi yazarı Bekir Coşkun, bir yemekte buluştuğu Kılıçdaroğlu’ndan “2015 seçimlerinde şansımız yok, iktidar olamayız” türü cevaplar aldığını yazdığında hiç kimse şaşırmadı. Koca CHP’nin lideri… Oysa siyasette bazen çok küçük bir parti bile ortalığı sarsabilir.

Bu yazıyı yazarken zorlandım. - 20150318225317 selo1

Parti küçük, umut büyük

 

İşte günümüz Türkiye’sinde “ortalığı sarsan o küçük parti” giderek HDP oluyor.

Son zamanlardaki yükselişi ve giderek daha geniş kesimlerde ilgi uyandıran muhalefeti, eğer HDP’nin yüzde 10’luk seçim barajını aşması sonucunu doğurabilirse, bu, her şeyden önce “400 milletvekili” isteyen Erdoğan’ın planlarının bozulması demek.

Ve bizim her şeyden önce Erdoğan’ın planlarının bozulmasına ihtiyacımız var. Çünkü onun bütün planları ülkeyi tek başına yönetmek, astığı astık kestiği kestik bir rejimi kurmak üzerine.

HDP parlamentoya giremezse Erdoğan’ın amacına ulaşması çok kolaylaşacak. Bu Türkiye için bir felâket anlamına geliyor.

Bu felâketi önlemek için, mesela, CHP’nin oyunun biraz daha arttırılması hedefi, söz gelimi milletvekili sayısının 125’ten 135’e çıkması yeterli olmayacak. Ama şu anda anketlerde “risk bölgesinde” (yüzde 10’un biraz üstünde veya biraz altında) gezinen HDP oylarının biraz daha artması oyunu bozacak ve Meclis tablosunu sarsacak.

Bunca yıllık adaletsizliklerin hesabının sorulması için şans yaratabilecek. En azından (referandumlar da dahil) “9 seçimdir başarıdan başarıya koşan” AKP’ye “artık dur!” diyebilecek.

Başlangıçta yazdığımı tekrar ediyorum: Ben HDP’li değilim, PKK’li değilim, Kürt değilim, hiçbir siyasi partiye ve “-izm”e bağlı değilim. Ben Türkiye’nin en büyük sorununun Erdoğan iktidarı olduğunu düşünen bir yurttaşım.

Ve bu seçimlerde Erdoğan’a “dur” denilemezse, 8 Haziran’dan itibaren bugünleri bile mumla arayacağımız bir karanlığın egemen olacağından korkuyorum.

 “Evet HDP, çünkü: …” konusuna devam edeceğim.

 @AksayHakan

Bu yazıyı yazarken zorlandım. - 20150318230230 hakan aksay flas

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir