RECEP’İN RÜYASI İNSANLIĞIN KÂBUSU

 
Tarafsızlık yeminine rağmen yeni anayasa ve başkanlık sistemi için AKP’ye oy istemeyi sürdüren Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Balıkesir’de işadamlarına hitap ediyor.
“Benim derdim ne biliyor musunuz? Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa Türkiye böyle yönetilmelidir. Yoksa bileklerine bağlıyorlar prangayı, yürü yürüyebilirsen ” diyor.
 
*
Bu sözleriyle Erdoğan, bütün demokratik sistemlerin niteliği itibariyle çoğulcu olduğu inancını dışlıyor.
Birincisi; modern devlette siyasi iktidarın toplum içinde farklı gruplar arasında paylaşılmış olduğu ve demokratik siyasal sürecin baskı gruplarının ulusal siyasi kararları etkilemek üzere yarıştığı çok partili siyasi sistemi reddediyor.
İkincisi; modern devletteki sosyal, kurumsal ve ideolojik çeşitliliği bir gerçeklik olmanın ötesinde değerli bulan bir yaklaşımın gereği demokratik sistemde nispeten özerk siyasî ve iktisadî örgütlerin çoğulluğunun sürdürülmesinden yana olmadığını söylüyor. 
Üçüncüsü; Çoğunluğun yönetimi: Azınlık haklarını güvenceye alan yönetim: Fakirin yönetimi:
Sosyal eşitsizliği yok etmeye çabalayan yönetim: Fırsat eşitliği sağlamaya çalışan yönetim:
Kamu hizmetinde bulunmak için halkın desteğine dayanan yönetim: gereği olarak “Kuvvetler Ayrımı” ilkesine inanmadığı açık ediyor.
 
*
Ya? Erdoğan en hafif tabirle bir Faşist’in profilini çiziyor.
Aslında Siyonizmin gücü olan kapitalin küresel enformasyonel emperyalizme dönüştüğü ya da küresel enfomasyonel emperyalizmin lideri ABD’nin;
“Amerika’lıların ülkelerinde ve yurtdışında emniyetinin, noksanlıkları olan uluslararası sisteme rağmen küresel işbirliği sayesinde yaratılacak barışçıl ve istikrarlı dünya ile sağlanacağı, bu gücün kaynağını  ABD’nin askeri kapasitesi, dünya çapında erişim olanakları ve üstün kaynakları,
diplomasi, angajmanlar, ekonomik kalkınma ve etki sağlamaya yönelik yöntemleriyle oluşturacağı” taahhüdünden hareket ediyor.
 
*
ABD’nin bu felsefesi ile Türkiye’den Arap İslam toplumlarında Büyük Ortadoğu Projesi ile öngördüğü; ekonomi, siyaset, sosyal politikaların yeniden yapılandırılması, bu suretle güvenli, istikrarlı daha fazla kâr’ın transfer edilmesi çabalarının işbirlikçiliğini yapıyor.
 
*
Çünkü ABD küresel ekonomik ve siyasal sistemin bu bölgede bu yönde gelişmesine, çok uluslu örgütlerin güçlenmesi yeni denge ve güç odaklarının oluşmasına neden oluyor.
Bu büyük güç odaklarının yeni dinamizmlerin ve kaynakların oluşturulmasında öncü rolü oynaması hedefliyor.
Çok uluslu örgütlerin devletler gücüne erişmesi, ekonomik anlamda da söz sahibi olmaları yeni stratejilerin ve bürokrasilerin yolunu açacağı,
Savaşlar ve güçlerin ekonomi ve teknoloji alanına kayarak devletlerin giderek güç kaybedip çok uluslu örgütlerin daha sistemli işleri başarmalarına ve yükselmelerine neden olacağını iddia ediyor. 
 
*
Bu paralelde devletlerin refah devleti ya da sosyal devlete değil birer şirkete dönüşmesi hedefleniyor.
Şirkete dönüşemeyen devletler taşınamazken, ekonomi ve siyaset daha rafine, rasyonel, bürokrasisi oturmuş, finans sisteminin belirleyici olduğu, hukukun finans sistemi üzerine inşa edildiği yapılar isteniyor.
Bu dönüşümü sağlamak üzere devletler kendi içinde ayıklanmalara gitmektedir, devlete etki eden yapılar mafya, cemaatler, lobiler ayıklanıyor, bu yapıların oluşturduğu boşluklara, kara deliklere izin verilmiyor.
 
*
Ama hızlı ve hep daha fazla kâr için disipliner teknikler, işlevsel ve esnek mekanizma ve değişim-geçicilik-değişim ardışık karakteri ile gelişmişlikle doğru orantıda bireylerden toplumlara karşılıklı bağımlılıklar gelişiyor.
Değişim o denli güçlüdür ki, devletlerin sosyal yanı tahrip olurken insan karakterleri aşınıyor, köleleşme başlıyor.
Hem karşılıklı bağımlılık hem de böylesi bir insan-toplum dengesinde küresel ekonominin güvenliği, istikrarı ve büyümesinin sağlanmasına yönelik bir anlayış oluşuyor.
 
*
Ama hegemon güç mertebesinde ABD’nin, üstelik Birleşmiş Milletler’de müdahale yönünde bir karar alınmamasına rağmen, “İstekliler Koalisyonu” olarak Irak’a askeri harekatta bulunmasıyla başlatılan bu yeni anlayış süreci ya da “Yeni sömürgecilik insandan gelişip tüm dünyaya işliyor, modern zamanın yeni hayat tarzı ulus devletlerin ötesinde dizayn ediliyor, karşıtlar ise eşitliğin mücadelesini veriyor” postülatı gereğince bazı devletlerin tepkisiyle karşılaşıyor.
 
*
Alman Filozof Friedrich Nietzsche’nin, “Sen yeni bir kudret ve yeni bir hak mısın? Kendi kendine dönen bir çark mısın? Yıldızları da zorlayabilir misin senin etrafında dönsünler diye?” ifadesi,  
Ya da Rusya Devlet Başkanı V.Putin’in “Dünyada bir takım genel modellere göre yaşayamayan ülkeler ve bölgeler var. Orada toplum farklı ve nihayetinde geleneklerin de farklı olduğunu kabul etmeniz gerekir” ifadesi doğrultusunda eşitlik mücadelesi veriliyor.
Konvansiyonel ve Kitle İmha Silahlarının Yayılması, Uluslararası Terörizm,
Uluslararası Örgütlü Suçlar, Küresel Salgın Hastalık Tehdidi, Etnik ve Dinsel Temelli Çatışmalar başlıca küresel tehditler oluşturarak dünyayı tehdit ediyor.
 
*
Bu çerçevede, Türkiye’yi bir anonim şirket gibi yönetmek iddiasında olan Recep Tayyip Erdoğan’ın karşısında tek güç olarak, bugün TBMM çatısı altında ancak çok zayıf  temsil edilebilen Atatürk devrimciliği bulunuyor.
Atatürk devrimciliği, Türk toplumunun; bilimde, sanatta, kültürde, düşünce, siyasada, yönetimde ve tüm davranışlarda, topluca ekonomide içinde bulunduğu çağdışı etkenlerden ve bağlardan serbest kılmak  ve çağ ortamında gelişmek için bilimin ve lâik kültür ve yaşamın kuracağı geleceğe yönelmeyi olanaklı kılmak için değişmedir, değişmeye açık kalmaktır.
Erdoğan’ı boğacak biricik umud budur.
 
18.3.2015
 
Tarafsızlık yeminine rağmen yeni anayasa ve başkanlık sistemi için AKP'ye oy istemeyi sürdüren Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Balıkesir'de işadamlarına hitap ediyor.
"Benim derdim ne biliyor musunuz? Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa Türkiye böyle yönetilmelidir. Yoksa bileklerine bağlıyorlar prangayı, yürü yürüyebilirsen " diyor.
 
*
Bu sözleriyle Erdoğan, bütün demokratik sistemlerin niteliği itibariyle çoğulcu olduğu inancını dışlıyor.
Birincisi; modern devlette siyasi iktidarın toplum içinde farklı gruplar arasında paylaşılmış olduğu ve demokratik siyasal sürecin baskı gruplarının ulusal siyasi kararları etkilemek üzere yarıştığı çok partili siyasi sistemi reddediyor.
İkincisi; modern devletteki sosyal, kurumsal ve ideolojik çeşitliliği bir gerçeklik olmanın ötesinde değerli bulan bir yaklaşımın gereği demokratik sistemde nispeten özerk siyasî ve iktisadî örgütlerin çoğulluğunun sürdürülmesinden yana olmadığını söylüyor. 
Üçüncüsü; Çoğunluğun yönetimi: Azınlık haklarını güvenceye alan yönetim: Fakirin yönetimi:
Sosyal eşitsizliği yok etmeye çabalayan yönetim: Fırsat eşitliği sağlamaya çalışan yönetim:
Kamu hizmetinde bulunmak için halkın desteğine dayanan yönetim: gereği olarak "Kuvvetler Ayrımı" ilkesine inanmadığı açık ediyor.
 
*
Ya? Erdoğan en hafif tabirle bir Faşist'in profilini çiziyor.
Aslında Siyonizmin gücü olan kapitalin küresel enformasyonel emperyalizme dönüştüğü ya da küresel enfomasyonel emperyalizmin lideri ABD'nin;
"Amerika'lıların ülkelerinde ve yurtdışında emniyetinin, noksanlıkları olan uluslararası sisteme rağmen küresel işbirliği sayesinde yaratılacak barışçıl ve istikrarlı dünya ile sağlanacağı, bu gücün kaynağını  ABD'nin askeri kapasitesi, dünya çapında erişim olanakları ve üstün kaynakları,
diplomasi, angajmanlar, ekonomik kalkınma ve etki sağlamaya yönelik yöntemleriyle oluşturacağı" taahhüdünden hareket ediyor.
 
*
ABD'nin bu felsefesi ile Türkiye'den Arap İslam toplumlarında Büyük Ortadoğu Projesi ile öngördüğü; ekonomi, siyaset, sosyal politikaların yeniden yapılandırılması, bu suretle güvenli, istikrarlı daha fazla kâr'ın transfer edilmesi çabalarının işbirlikçiliğini yapıyor.
 
*
Çünkü ABD küresel ekonomik ve siyasal sistemin bu bölgede bu yönde gelişmesine, çok uluslu örgütlerin güçlenmesi yeni denge ve güç odaklarının oluşmasına neden oluyor.
Bu büyük güç odaklarının yeni dinamizmlerin ve kaynakların oluşturulmasında öncü rolü oynaması hedefliyor.
Çok uluslu örgütlerin devletler gücüne erişmesi, ekonomik anlamda da söz sahibi olmaları yeni stratejilerin ve bürokrasilerin yolunu açacağı,
Savaşlar ve güçlerin ekonomi ve teknoloji alanına kayarak devletlerin giderek güç kaybedip çok uluslu örgütlerin daha sistemli işleri başarmalarına ve yükselmelerine neden olacağını iddia ediyor. 
 
*
Bu paralelde devletlerin refah devleti ya da sosyal devlete değil birer şirkete dönüşmesi hedefleniyor.
Şirkete dönüşemeyen devletler taşınamazken, ekonomi ve siyaset daha rafine, rasyonel, bürokrasisi oturmuş, finans sisteminin belirleyici olduğu, hukukun finans sistemi üzerine inşa edildiği yapılar isteniyor.
Bu dönüşümü sağlamak üzere devletler kendi içinde ayıklanmalara gitmektedir, devlete etki eden yapılar mafya, cemaatler, lobiler ayıklanıyor, bu yapıların oluşturduğu boşluklara, kara deliklere izin verilmiyor.
 
*
Ama hızlı ve hep daha fazla kâr için disipliner teknikler, işlevsel ve esnek mekanizma ve değişim-geçicilik-değişim ardışık karakteri ile gelişmişlikle doğru orantıda bireylerden toplumlara karşılıklı bağımlılıklar gelişiyor.
Değişim o denli güçlüdür ki, devletlerin sosyal yanı tahrip olurken insan karakterleri aşınıyor, köleleşme başlıyor.
Hem karşılıklı bağımlılık hem de böylesi bir insan-toplum dengesinde küresel ekonominin güvenliği, istikrarı ve büyümesinin sağlanmasına yönelik bir anlayış oluşuyor.
 
*
Ama hegemon güç mertebesinde ABD'nin, üstelik Birleşmiş Milletler'de müdahale yönünde bir karar alınmamasına rağmen, "İstekliler Koalisyonu" olarak Irak'a askeri harekatta bulunmasıyla başlatılan bu yeni anlayış süreci ya da "Yeni sömürgecilik insandan gelişip tüm dünyaya işliyor, modern zamanın yeni hayat tarzı ulus devletlerin ötesinde dizayn ediliyor, karşıtlar ise eşitliğin mücadelesini veriyor" postülatı gereğince bazı devletlerin tepkisiyle karşılaşıyor.
 
*
Alman Filozof Friedrich Nietzsche'nin, "Sen yeni bir kudret ve yeni bir hak mısın? Kendi kendine dönen bir çark mısın? Yıldızları da zorlayabilir misin senin etrafında dönsünler diye?" ifadesi,  
Ya da Rusya Devlet Başkanı V.Putin'in "Dünyada bir takım genel modellere göre yaşayamayan ülkeler ve bölgeler var. Orada toplum farklı ve nihayetinde geleneklerin de farklı olduğunu kabul etmeniz gerekir" ifadesi doğrultusunda eşitlik mücadelesi veriliyor.
Konvansiyonel ve Kitle İmha Silahlarının Yayılması, Uluslararası Terörizm,
Uluslararası Örgütlü Suçlar, Küresel Salgın Hastalık Tehdidi, Etnik ve Dinsel Temelli Çatışmalar başlıca küresel tehditler oluşturarak dünyayı tehdit ediyor.
 
*
Bu çerçevede, Türkiye'yi bir anonim şirket gibi yönetmek iddiasında olan Recep Tayyip Erdoğan'ın karşısında tek güç olarak, bugün TBMM çatısı altında ancak çok zayıf  temsil edilebilen Atatürk devrimciliği bulunuyor.
Atatürk devrimciliği, Türk toplumunun; bilimde, sanatta, kültürde, düşünce, siyasada, yönetimde ve tüm davranışlarda, topluca ekonomide içinde bulunduğu çağdışı etkenlerden ve bağlardan serbest kılmak  ve çağ ortamında gelişmek için bilimin ve lâik kültür ve yaşamın kuracağı geleceğe yönelmeyi olanaklı kılmak için değişmedir, değişmeye açık kalmaktır.
Erdoğan'ı boğacak biricik umud budur.
 
18.3.2015 - cleardot
Mustafa Kemal Atatürk

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir