BİNDİK BİR ALAMETE, GİDİYORUZ KIYAMETE…

Koltukları bırakmaya hiç niyeti yok adamların…

Sanki devleti, hükümeti ve makamları mülklerine geçirmişler… Parsellemişler… Tapusunu da üzerlerine çıkarmışlar…

Adam, bakıyorsun dışişleri bakanı oluyor… Sonra Dışişleri bakanlığından başbakanlığa terfi ediyor…

Bir başkası başbakanken cumhurbaşkanı oluyor…

Ama Cumhurbaşkanı iken tek işle yetinmiyor… Sıvıyor kolları… Birkaç görevi bir arada yürütmeye çalışıyor… Hani derler ya on parmağında on hüner… Bu arada bir de parti başkanlığına soyunuyor…

Yetmiyor…

Bir de ek olarak başbakanlık görevini üstleniyor…

Yine yetmiyor…

Başbakanlığa ek olarak, dışişleri bakanlığı görevini de alıyor…

O da yetmiyor… Bu kez, kestirmeden gidiyor.

Tüm bakanlıkları bünyesinde, eski deyişle uhdesinde topluyor…

Yani, Cumhurbaşkanlığı görevi ile birlikte bakanlıkların görevlerini de üstleniyor… Canı isterse bakanlar kurulunu toplayıp başkanlık yapıyor…

Sonra gözünü Yüce Meclise çeviriyor… Aklına yasama, yürütme yaptığı dönemler geliyor… Sabahlara dek çalışıp yasa çıkardığı günleri, geceleri anımsıyor… Kanı kaynıyor… Heyecanlanıyor… “Ne günlerdi o günler be…” diyor. Sonra birden kükrüyor, vuruyor masaya yumruğunu:

“Siz isteseniz de, istemeseniz de bu kanun meclisten geçecek…” diyor. Kafalar kollar kırılıyor…

Böylece o, vatana hizmet duyguları içerisinde hem yasama, hem yürütme hem de yargıyı bir bedende topluyor…

Dedik ya on parmağında on hüner… Artı, vatan aşkı…

Dilediğini yaptırıyor…  “Milletvekili Aday adayı bu olacak” diyor… Oluyor… “Hayır” diyor bir başkası için, “Bu milletvekili olmayacak… Eski görevine dönecek… Eski görevi ona çok yakışıyordu…” Onu eski görevine gönderiyorlar…

Yani düzen tıkır tıkır işliyor…

Uzun sözün kısası, makamlar eşler, dostlar, partililer, yandaşlar arasında el değiştirip duruyor…

Alan memnun satan memnun… Seçen memnun, seçilen memnun…

Bütün bunlar milyonların gözünün önünde oluyor… Gün ışığında… Güneşin altında gerçekleşiyor…

HERKES SEYREDİYOR…

Adamlar, dama taşı gibi oynuyorlar makamlarla ve devlet kurumları ile…

Bir süre birisi Millet Meclisi Başkanlığı yapıyor, sonra bir başkasına devrediyor… Parasıyla değil, sırasıyla… Herkes akıllı, uslu, sabırla sırasını bekliyor…

AMA TÜMÜNÜN BİRTEŞTİĞİ BİR NOKTA VAR: HİÇBİRİSİ ANAYASAYI TANIMIYOR… ETTİKLERİ MECLİS YEMİNİNE SADIK KALMIYOR…

Bu arada ihaleler alınıyor, ihaleler veriliyor… Ayakkabı kutuları, çelik kasalar parayla doluyor… Para sayma makineleri 24 saat çalışıyor…

Yolsuzlukları, hırsızlıkları açığa çıkaran, eski deyişle ifşa eden savcılar, emniyet görevlileri ise ya görevlerinden alınıyor, ya da sürgün ediliyorlar…

“Kırk katır mı, kırk satır mı” yöntemi uygulanıyor onlara…

Vee kendilerine direnen, muhalefet eden halk kesimine, gençlere karşı da halkı galeyana getirmek, üzerlerine saldırtmak ve talanı gözlerden gizlemek için bir takım masallar üretiyorlar… Masallar anlatıyorlar…

Neymiş efendim?

“Gençler, camiye ayakkabıları ile girip, kutsal mekânda içki içmişler…” “Üstü çıplak adamlar, kadına saldırmışlar… Üzerine işemişler…”

Bir yandan da ekmek almaya giden bacak kadar çocuğu terörist gösterip, halka yuhalattırıyorlar…

O da yetmiyor…

“Hakaret etti” gerekçesiyle küçücük yavruları derslerden alıyorlar, savcı, yargıç karşısına çıkarıyorlar…

Bu alanda binlerce “Hakaret davası” açıldı… Açılmaya devam ediyor… Dünyanın ileri gelen haber ajanslarından Associated Press (AP), sayfalarında, ABD Dışişleri Bakanlığı Demokrasi, İnsan Hakları ve Çalışma Hayatından Sorumlu Müsteşar Yardımcısı Thomas O. Melia’nın konuya ilişkin şu yorumuna yer verdi:

“Herhangi birinin -bu gazete editörü, 16 yaşında bir çocuk veya bir taksi sürücüsü olabilir- düşüncelerini kamuoyu önünde veya sosyal medyada ifade etmesi sebebiyle suçlama veya hapis cezası ile korkutulması problematiktir…” Yani herkes, yani eleştiri yapanlar, bir gün bu acı sonla karşılaşabilirler… Kendilerini yargıç huzurunda bulabilirler…

Erdoğan’ın zamanında açılan “HAKARET DAVALARI” Abdullah Gül’ü 6 ayda 16′ya katlamış…

İçeride durum bu, peki dışarıda nasıl? Çok mu farklı? Uluslararası ilişkilerde her şey güllük, gülistanlık mı?

Ne yazık ki, dış politikada da işler karışık… Sınırlarımızda sorunsuz komşumuz kalmadı… Libya’da Kaddafi’yi deviren Türkiye, politikaları sonucunda azılı bir düşman kazandı. Onlar, artık, “Sınırlarımıza yaklaşmayın, yolcu uçağı bile olsa düşürürüz…” uyarısında bulunuyorlar.

Mısır, Suriye, Tunus ve Yemen elçiliklerimizi kapattı… Tunus’ta siyasal İslamcıları destekleyen Türkiye, laiklerin iktidarı alması ile bu ülkenin sınırlarına bile yaklaşamıyor artık…

İçte ve dışta ülkemiz büyük bir değer, itibar kaybına uğradı… Halk perişan… Milyonlarca insanımız, açlık sınırının altında yaşarken, sultanlarımız, sırça saraylarda oturup ahkâm kesiyor… Onun bunun giyimiyle, kuşamıyla, özel yaşantısıyla uğraşıyorlar…

Din ulemaları ise 6 yaşındaki çocukları evlendirmeye kalkıyor, “Analarımızın diz kapağından nasıl tahrik olduğumuzu…” anlatmaya çalışıyor…

Ya ekonomi? O Allaha emanet… Dolar başını aldı, gidiyor… Yakında sonuçları ortaya çıkmaya başlar…

YANİ:

BİNDİK BİR ALAMETE, GİDİYORUZ KIYAMETE…

([email protected])

Koltukları bırakmaya hiç niyeti yok adamların… - cia

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir