ABD Dışişleri Bakanı J.Kerry, Suudi Arabistan/Riyad’da Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri dışişleri bakanlarıyla buluştu.
Uzun süredir Wasington’un Suriye Cumhurbaşkanı Esad’ın gitmesini şart koşmamasına rağmen “Bütün meşruiyetini kaybetti. Siyasi geçişi başlatmak için diplomasi ve baskıya beraber ihtiyaç var. Esad’ın ciddi müzakerelere direndiği gözönüne alınırsa askeri baskı özellikle gerekebilir” dedi.
*
ABD İstihbarat Komitesi üyesi Senatör D.Coats, Politico dergisine yazdığı makalede, “IŞİD’e karşı savaşa destek vermek Türkiye’nin sınırının korunması, izlenmesi ve geçmek isteyen kişilerin kontrol edilmesiyle olur.
Fakat Türk otoriteleri sınırlarından geçen yabancılar için suçlanmaktan yorulmuş durumdadır. Meşru bir şekilde bu kişileri önleyecek ne kaynakları ya da Avrupa çapında işbirliği yapabilecekleri bir istihbarat ağları olmadığını söylüyorlar.
Türkiye-Suriye sınırına koyulacak bir NATO misyonu bu sorunları çözer” diyor.
*
Başbakan Ahmed Davutoğlu ise Amerika ziyareti sırasında Şah Fırat operasyonuyla ilgili yaptığı açıklamada, “Türkiye isterse Suriye’de 40 kilometre içeriye girer. Eğer bize bir tek saldırı olsaydı, o bölgeyi sınırdan Süleyman Şah Karakolu’na kadar askeri kontrol alanı yapacak, o bölgenin tamamını kontrolümüz altına alacaktık. Eğer Suriye rejimi o esnada bizi tehdit etse ve bir tek kurşun sıksa idi Suriye rejimi hedefimiz olurdu “diyor.
*
Aslında Bakan Kerry, Senatör Coats, Başbakan Davutoğlu’ndan hiçbiri karnından konuşmuyor.
Hepsi ağız birliği etmiş gibi İsrail’in “Batının İran ile anlaşması çok kötü ve tehlikeli. İran Dünya’daki tek Yahudi devletini ortadan kaldırmaya uğraşıyor. İran nükleer silahlara sahip olarak bizi yok etmeye çalışıyor” korkusu üzerinden;
ABD’nin İsrail’in güvenliğine yönelik taahhüdü çerçevesinde belirlediği Ortadoğu’da Terörle Mücadele Stratejisini paylaşıyor.
*
Bu stratejinin ana hatlarını; İsrail’in güvenlik alanında Filistin, Lübnan’dan Gazze’ye ve Sina yarımadasına, Suriye’den Irak’a yansıyan güvensizlik çemberinde,
Lübnan’da Hizbullah’ın İran adına vekaleten savaş potansiyelinin engellenmesi,
Suriye’de Esad’ın siyasi iktidarının devam etmesi halinde, bunun İran’ın kazanç hanesine yazılacak bir durumu ortaya çıkarması halini önlemeye,
Bunun için “Ön cephedeki ortakların” desteklenmesiyle Suriye ve Irak’ta aşırılık ideolojisi ile mezhepsel ve siyasi ayrılıkların yok edilmesi,
İran’ın nükleer silah ele geçirmesine engel olmak üzere 5+1 ülkelerinin İran’la yaptığı müzakerelerden istenilen sonucu çıkarması belirliyor.
*
Bu strateji çerçevesinde şu sırada “ön cephedeki ortaklar”; Türkiye, Katar, Ürdün ve Suudi Arabistan,
ABD’nin küresel ve bölgesel oyuncularla rejime karşı bir araya getirdiği Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu’na bağlı Özgür Suriye Ordusu birliklerini ülkelerindeki kamplarda “eğit-donat” planı çerçevesinde eğitiyor.
*
Türkiye’de “Suriye muhalefeti” adı altında kurulan bütün örgütlerin militanları, hükümetin kanatları altında eğitiliyor, barındırılıyor ve silahlandırılarak Türk askeri teşkilatının bir bölümü haline getiriliyor.
Buradan ya Özgür Suriye Ordusu birliklerine ya da Müslüman Kardeşler çizgisindeki Irak İslam Partisi’nin lideri Tarık el Haşimi’ye bağlı militanlara katılıyorlar.
Suriye’de Esad’ı, Irak’ta Sünni ve Kürt güçlerini Şiilere karşı dengelemeye savaşıyorlar…
*
Hakeza Ürdün, Özgür Suriye Ordusu’nun Güney Cephesine bağlı ve işgal altındaki Golan Tepeleri’nde, İŞİD örgütü ile işbirliği içinde İsrail’in güvenliğinde aktif olan Yarmuk Şehitleri Tugayını, “eğit-donat” programından geçirdiği 2 bin profesyonel silahlı militanla,
Ya da Katar,”eğit-donat” programından geçirdiği militanları, Suriye’nin kuzeyinde Türkiye ile sınır oluşturan İdlip bölgesinde el Kaide örgütüyle bağlantısını kesen Nusra Cephesine, Muhacirin vel Ansar örgütüne takviye ediyor.
*
Bu suretle ABD ve İsrail sadık adamlarını İŞİD içine sokmayı ve onu içten yok etmeyi,
Ortadoğu’da işbu ılımlı dini grupların bir araya getirilmesiyle, “Hilafet” bayrağı altında sağlanacak motivasyonun getirisiyle Suriye hükümetinin devrilmesinde başarılı olunacağı,
Sonra İran’ın nükleer programı ile ilgili müzakerelerde ikna edici sonuç alınmadığı taktirde gerektiğinde askeri müdahalede bulunmak öngörüsünde bu yeni oluşumda kurulan “Kara Kuvvetleri”nin kullanılması planlanıyor.
*
Bu noktanın biraz ilerisinde Bakan Kerry, Senatör Coats ve Başbakan Davutoğlu NATO eski Genel Sekreteri A.Fogh Rasmussen’in Suriye’ye çözüm için öngördüğü Bosna modelinin hayata geçirilmesi için geri sayımda gibidir.
*
Slovenya ve Hırvatistan sırasıyla 1990 ve 91’de Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nden ayrılmıştı.
Bosna Hersek de bağımsızlık için referandum yapmış, Bosnalı Sırpların büyük çoğunluğu oylamayı boykot etmesine rağmen Bosna-Hersek Nisan 1992’de federasyondan ayrıldığını ilan etmişti.
Bu olayı takip eden ve yüzbinlerce insanın ölümüne, milyonlarcasının sürülmesine sebep olan savaş, Avrupa’nın İkinci Dünya Savaşından bu yana gördüğü en kanlı olaydı.
*
Üç buçuk yıl sonra 1995’te, ABD’nin başlattığı girişimle Sırp Cumhurbaşkanı S.Miloseviç, Hırvat Cumhurbaşkanı F. Tudjman ve Bosnalı Cumhurbaşkanı A.İzetbegoviç savaş halindeki tarafları temsilen Ohio/Dayton’da biraraya geldiler.
Müslüman ve Hırvatların Bosna-Hersek Federasyonu ile Bosnalı Sırpların yönetimindeki Sırp Cumhuriyeti olmak üzere büyük ölçüde özerk iki taraftan oluşan egemen bir devlet olan Bosna Hersek’i kurdular.
*
Dayton Barış Anlaşması; Bosna Hersek, Hırvatistan ve Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nden geriye kalanların birbirlerinin eşit egemenlik haklarına saygılı olmalarını ve anlaşmazlıkları barışçıl yöntemlerle çözmelerini şart koştu.
Taraflar Anlaşmayı imzalayarak insan haklarına, mültecilerin ve yerlerinden edilen vatandaşların haklarına da saygı gösterme yükümlülüğü altına girmiş oldular.
Ayrıca barış kararlarının uygulanması ve savaş suçları ile uluslararası insanlık yasasını ihlal eden diğer eylemlerin soruşturulması için çalışan ilgili tüm taraf ve kuruluşlarla tam bir işbirliği içinde olmayı da kabul ettiler.
*
Sonra BM Güvenlik Konseyi, çıkardığı 1031 no’lu Karar ile NATO’ya Anlaşmanın askeri şartlarını uygulama yetkisi verdi.
1995’te 60 bin askerden oluşan NATO önderliğindeki çok uluslu Uygulama Gücü (IFOR), İttifakın en büyük askeri operasyonu olan Ortak Çaba Harekâtı kapsamında Bosna Hersek’te konuşlandırıldı.
Bir yıllık yetki süresi sonunda 1996’da IFOR’un yerini İstikrar Gücü (SFOR) aldı.
*
Şimdi bu modelin Suriye’de uygulaması düşünülüyor.
Bu taktirde Rusya, İran, Irak tarafından desteklenen rejime ait güçlere yönelik bir harekât olmaksızın Esad’ın masaya oturmaya nasıl razı edileceği sorusu soruluyor.
Bu soruya ABD’nin ılımlı muhalefete yardım etmek, organize olmalarına ve silahlanmalarına destek vermek, bu yolla mevcut rejimi masaya oturtmaya razı etmek gibi bir beklentisi yanıt teşkil ediyor.
Ya da bu beklenti, işte hazırlanan ABD koalisyonu Hava ve Deniz Kuvvetleri takviyeli Suriye ve Irak’ın ılımlı islamcı muhalif militanlarının oluşturduğu Kara Kuvvetleri tehditi ile pekiştiriliyor…
8.3.2015
Yazıları posta kutunda oku