Fıkra bu ya; Kumandan içtima alanında Mehmet’e sorar; -“Vatan senin için nedir Mehmet?” Mehmet hiç düşünmeden ve kestirmeden cevap verir; -“Vatan benim anamdır kumandanım!” Sonra kumandan Temel’e dönüp sorar aynı soruyu; -“Sen söyle bakalım Temel, vatan nedir?” Temel cevap verir; -“Vatan Mehmed’un anasidur kumandanum!” … Mehmet vermiş olduğu “Vatan benim anamdır” cevabıyla demek ister ki; vatan benim için tıpkı anam, bacım, kız kardeşim ve eşim gibidir. Nasıl ki; onların namusunu korumak benim görevimse, vatanın namusunu korumak da benim en kutsal görevimdir.
Ancak ne var ki; uzunca bir süredir biz, özellikle de son 13 yıldır, “vatan” kavramını Mehmet gibi değil, Temel gibi anlamlandırıyoruz! Özellikle şehitler için “Kelle” diyerek, vatan için ölmeyi itibarsızlaştıranları ve sık sık yaptıkları düzenlemelerle askerliği haraç mezat satışa çıkaranları, hem de yüksek oy yüzdeleri ile iktidarda tutalıdan beri, “vatan” kavramı gittikçe itibarsızlaşmaktadır bu milletin nezdinde. Belki de o sebepten olacak; 2004 yılından beri Yunanistan’ın Egede kutsal vatan topraklarımızın birer uzantısı olan 16 adet adamızı işgal ve ilhak ile mülkiyetine geçirmesine ve üstelik silahlandırmasına göz yumuyoruz yıllardır(1).
Oysa çok değil, bundan sadece 19 sene öncesine kadar Kardak kayalıklarına yüzerek gidip, Türk bayrağı dikme becerisini ve başarısını gösterebiliyorduk biz. Kutsal vatan topraklarının üzerinde, bağımsızlığımızın sembolü olan Türk Bayrağı’nın yanı sıra, PKK terör örgütünün sözüm ona bayrağının ve terör örgütü liderinin posterlerinin dalgalandırılmasına sesimiz çıkmıyor ki; bu iş başkent Ankara’nın göbeğinde bile pervasızca yapılıyor artık! Hem de şanlı Türk Bayrağı yerlere atılarak yapılıyor bu iş Ankara’da! Irak ve Suriye sınırımız, delik deşik! Sınır diye bir şey kalmadı orada; herkes elini kolunu sallayarak rahatça geçebiliyor artık. Son 13 yıldır vatan kavramına Temel’in yaklaşımıyla yaklaştığımız için, her şeyin babalar gibi satılmasına ciddi hiç bir itirazımız olmadı bizim.
Tırnak Meselesi
MHP liderinin, geçtiğimiz salı günü mecliste yapmış olduğu grup konuşmasında, Süleyman Şah Türbesi’nin bulunduğu vatan topraklarının tek bir kurşun bile atılmadan düşmana terk edilmesi üzerine, Genel Kurmay Başkanı’na yöneltmiş olduğu “Harbiye’de vatan konusu işlenirken dersi mi kırdın, okuldan mı kaçtın?” sorusunu, muhtemelen söz konusu emri veren “Başkumandan” sıfatıyla R. Tayyip Erdoğan üstüne alarak Bahçeli’ye cevap erdi: -“Sen, onun yere atılan tırnağının bir paresi bile olamazsın!” Doğrusu, büyük laf! Hem de altından kalkılacak gibi değil! MHP Grup Başkanı Vekili Oktay Vural, Erdoğan’a “Sen neyin parçasısın” gibi bir cevap verdi ise de Cumhurbaşkanı’nın sözleri gerçekten ağır ve hakaret yüklüdür.
Oysa biz biliyoruz ki; Cumhurbaşkanlığı ona buna laf yetiştirme ve hakaret etme makamı değil, Türk Milleti’ni temsil etme makamıdır. Bu sebeple, Tayyip Bey’in Cumhurbaşkanı sıfatıyla sergilemiş olduğu tavır, kendisine verilen cevaplar sebebiyle Cumhurbaşkanlığı makamının da saygınlığına gölge düşürtmektedir. Doğrusu R. Tayyip Erdoğan, yapmış olduğu bu tür çıkışlarla, cumhurun değil, sadece kendisini seçen %52’nin başkanı olduğunu gözler önüne sermiş bulunmaktadır. Bu çerçevede, beğenin veya beğenmeyin; milyonların tercihiyle mecliste grup kurma başarısını göstermiş bulunan MHP’nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli hakkında kullanmış olduğu yakışıksız ifadeler, asla kabul edilemez.
Sayın Özel’in, kesip attığı tırnağın küçük bir parçasını dahi Sayın Bahçeli’nin şahsiyetinden ve MHP’ye oy veren milyonlardan daha değerli kılan husus nedir? Sayın Özel’in, TSK ile ilgili olarak yapılan her tasarrufu hiç bir itiraz etmeden kabul etmesi mi? Bahçeli, Sayın Özel hakkında hukuka aykırı bir ifade kullandı ise Sayın Özel, her vatandaş gibi hukuk yoluna gider, hakkını hukuk yoluyla arar.
Dolayısıyla Tayyip Bey’in, sözüm ona Necdet Özel’i savunma ve ona sahip çıkma adına, PKK’nın başı olan bebek katili Apo hakkında bile kullanmadığı ağır ifadeleri, milyonların tercihiyle mecliste bulunan bir partinin genel başkanı hakkında rahatça kullanabilmesi, yanlış oğlu yanlıştır. Bu tür yaklaşımlar, Tayyip Bey’in başlattığını söylediği “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi”ne de asla hizmet etmez.
Darbe Paranoyası!
AKP yöneticilerinin gözünde herkes darbeci, her hareket darbe belirtisi! Doğrusu ya böyle bir paranoya ile iktidar olunmaz. Daha doğrusu iktidar olunur da muktedir bir iktidar olunmaz. En son MHP yöneticilerinin yapmış olduğu “Eskiden Genel Kurmay Başkanları, yanlış buldukları uygulamalara karşı itiraz ederdi…” şeklindeki açıklamayı da “darbe çağrısı” olarak nitelendirdi Ahmet Davutoğlu. Oysa biz biliyoruz ki; MHP yöneticileri, geçmişte yanlış uygulamalar karşısında istifa eden Genel Kurmay Başkanlarını hatırlattılar.
Kimdir onlar? ABD ile bir olup Irak’a girelim diyen Özal’a itiraz edip “Bu, benim devlet anlayışıma terstir” diyerek istifa eden dönemin Genel Kurmay Başkanı Org. Necip Torumtay ve Ergenekon ve Balyoz gibi uydurma davalarla TSK’ye yönelik operasyona itiraz ederek istifa eden Org. Işık Koşaner’dir.
Bakınız bugün gelinen noktada, her iki saygı değer Genel Kurmay Başkanı’nın sergilemiş oldukları tavrın, doğru bir tavır olduğu, ortaya çıkmış bulunmaktadır. Zaman her iki Genel Kurmay Başkanı’nı da haklı çıkarmıştır çünkü. Irak tam bir bataklığa dönmüş ve ABD apar topar oradan kaçmak zorunda kalmış, Ergenekon ve Balyoz davaları ise temelden çökmüştür. Keşke aynı tavrı Sayın Özel de sergileyebilmiş olsaydı.
Ancak heyhat; biz ta Afyon’da, infilak eden cephanelikte incelemelerde bulunmak üzere bu kente gittiği gün, validen sucuk, lokum ve kilim hediyesi aldığında anlamıştık onun selefleri gibi davranamayacağını. Şunun şurasında önümüzdeki Ağustos’ta emekli olacak, sonra da unutulup gideceksiniz paşam, keşke istifa ederek milletin gönlündeki unutulmazlar arasına girme şansını kaçırmasaydınız derim ben. Gerçi çok geç değil, hâlâ yapabilirsiniz bunu…
Kahraman Kimdir?
Tıpkı “vatan” kavramında olduğu gibi, bizim gözümüzde ucuzlayan ve değerini kaybeden kavramlardan birisi de şu meşhur “kahraman” kavramıdır. Sözlüklerimiz “kahraman” kavramını, “Savaşta veya tehlikeli bir durumda yarlılık gösteren kimse, yiğit, alp. Olağanüstü yararlıklar göstererek düşmanı yenen komutan…” şeklinde tarif ediyorlar. Kahraman kavramının başka anlamları da var ama bizim için önemli olan ve bu yazının konusu olan kahraman, yukarıda tanımı yapılan kahramandır.
Görüldüğü gibi; bu anlamdaki kahramanın belirleyici özellikleri, savaş veya benzeri tehlikeli bir olayda fedakarlık yapmak, yararlık göstermek veya düşmanı alt etmektir. Bu tanıma göre; asker, sivil veya halktan birisi olmak fark etmiyor. Bu tür bir eylemde bulunan, yani başkaları için kendini feda edercesine bir işi başaran veya bu uğurda hayatını kaybeden kişi kahramandır. Kavramı, vatan savunmasıyla görevli asker ve polis gibi güvenlik görevlilerine indirgeyecek olursak; kanunun kendilerine vermiş olduğu görevleri ifa ederken ölen, yaralanan veya başkalarının hayatını kurtaran askerler ve polisler (herhangi bir yara almasalar dahi) birer kahramandır. Bu anlamda örneğin, Kıbrıs Barış Harekatı’nı icra eden ve bu harekatın zaferle sonuçlanmasını sağlayan, şehitler ve gazilerin yanı sıra, harekatın icrasında görev almakla birlikte herhangi bir yara almadan kurtulanlar da birer kahramandır. PKK ve diğer terör örgütleriyle yapılan mücadelede görev alanlar da öyledir.
Gelin görün ki; biz, özellikle son zamanlarda üniformayı üzerine geçiren her askere kahraman gözüyle baktığımız için, onlardan beklentimiz de haliyle çok yüksek oluyor. Bu durumda da tıpkı Süleyman Şah Türbesi’nin kaçırılıp, oradaki yapıların yıkılmasında olduğu gibi; bir hata yaptıklarında milletçe yaşadığımız hayal kırıklığı ve toplumsal travma da o denli büyük oluyor. Öte yandan siz, 1996 yılında gecenin karanlığında yüzerek Kardak Adası’na gidip oraya Türk Bayrağı’nı diken SAT komandoları ile geçtiğimiz günlerde yine bir gece karanlığında kendi toprağımız olan Süleyman Şah Türbesi’nin bulunduğu alandaki Türk Bayrağı’nı indiren ve oradaki yapıları yerle bir ederek adeta kaçarcasına Türkiye’ye dönen askerleri aynı kefeye koyarsanız, kahramanlığı büsbütün ucuzlatmış olursunuz. Hele hele Kardak Operasyonu’nu gerçekleştiren SAT komandolarını sanal davalarla yargılamaya kalkışırsanız ve onları işsiz güçsüz bırakırsanız(2) korkarım ki; sonunda bu ülkeyi ve bu milleti büsbütün kahramansız bırakırsınız.
Kahramanlık..
Oysa bir halkı millet yapan unsur en başta o halkın içinden çıkan kendi kahramanlarıdır. Bu sebeple Merhum Arif Nihat Asya “Dua” isimli şiirinde şöyle der:
“Bize güç ver…cihad meydanını,
Pehlivansız bırakma Allahım!
Kahraman bekleyen yığınlarını,
Kahramansız bırakma Allah’ım! “
…
Uzun lafın kısası “kahramanlık” bence şudur dostlarım:
Oğul; kutlu hedefler, uğrunda savaş gerektirir,
Eğer hedef kutluysa, zafer savaşana zevk verir.
Şehitlik; kıyamete kadar yaşamak, hiç ölmemektir,
Kahramanlık; ileri atılıp bir daha dönmemektir.
Vatan, millet aşkına insan kendisini aşmalı,
Mukaddes davalarda dalga dalga bayraklaşmalı.
Bayrak demek; çekilip yükseğe bir daha inmemektir,
Kahramanlık; ileri atılıp bir daha dönmemektir.
İnşa etmek zor zanaat, yıkıp, dökmek kolay iştir,
Niyetin parçalamaksa, git o kafayı değiştir.
Bölmek sana gaye olmaz, hüner bütünü bölmemektir,
Kahramanlık; ileri atılıp bir daha dönmemektir.
Bu dava erlik davasıdır, er oğlunca er ister,
Bu yol Allah’ın yoludur, yürekli cengâver ister,
İyilik; sadece musallada “iyiydi” denmemektir,
Kahramanlık; ileri atılıp bir daha dönmemektir.
Yüce kitabında ne diyor, kulak verip bir dinle;
Allah’ın af ve mağfireti seninle.
Gönül ışığının görevi bir yanıp bir sönmemektir,
Kahramanlık; ileri atılıp bir daha dönmemektir(3).
…
Allah, aynı zamanda kahraman olsun veya olmasın, bütün şehitlerimize rahmet eylesin. Kabirleri nur, mekanları cennet olsun.
____________
1-Saygı Öztürk, “Yunanistan’a yapamadık gücümüz Suriye’ye yetti” başlıklı makalesi, Sözcü/25.02.2015, 2-http://www.hurriyet.com.tr/dunya/26499937.asp 3-Tarafımıza ait olan bu şiir, 1997 yılında Merhum Alparslan Türkeş’in vefatı üzerine yazılmıştır.
Bir yanıt yazın