Türkiye-Ortadoğu ilişkileri kapsamında son derece önemli bir döneme girmiş bulunmaktayız. Yeni dönemin başlangıç noktası Süleyman Şah Türbesi’nin nakli değildir. Bu dönemi belirleyen asıl olay çerçevesinde türbe nakli aslında silik bir ayrıntıdır. Nakil konusuna da kısaca değineceğiz. Ancak asıl üzerinde tartışılması, gündemi işgal etmesi gereken şeyler konusunda korkunç bir suskunluk var.
Uzun görüşmelerden sonra Türkiye ile ABD arasında “Eğit-Donat Projesi” ile ilgili mutabakat imzalanmış durumda. İki ülke temsilcilerinin imzaladığı metnin Türkiye açısından yürürlüğe girmesi için muhtemelen Bakanlar Kurulu kararnamesi haline gelmesi gerekecektir. Belki de yabancı ülke askeri unsuru üzerinden gidilerek TBMM kararı gerektiği şeklinde tartışmalar çıkabilir. Ancak asıl önemlisi bu mutabakatta yer alan hususların Türkiye-Suriye veya Türkiye-Irak ilişkileri açısından anlamı. Öncelikle bu mutabakatın yürürlüğe girmesiyle Türkiye’nin Irak ve Suriye’deki savaşa resmen taraf olduğunu (ABD ile birlikte) belirtelim.
Yaklaşık dört yıldır Suriye’de sürüp giden çatışmalarda muhalif cephenin komuta merkezinin Türkiye olduğu, Türkiye’den bu çatışmalara silah, mühimmat ve eleman gönderildiği gibi iddialar veya deliller gündeme gelmişti. Ankara ise her defasında bunu reddetmiş, sadece çatışma ortasında kalan sivillere kapılarını açtığını, ölümden kaçan insanlara karşı insanlık görevini yerine getirdiğini deklare etmişti. Ancak bu mutabakatla birlikte eğitilip donatılacak muhaliflerin gerektiğinde Esad’a karşı savaşacakları konusunda Türkiye’nin ısrarı ABD tarafından kabul edildi. Başlangıçta ABD bunların sadece IŞİD’e karşı kullanılmasını istiyordu, bu aşıldı. Türkiye’de eğitilip ABD tarafından donatılacak olan bu birlikler IŞİD ve Esad’a karşı savaşırken, aslında her iki ülkenin de bu karmaşık savaşlara bizzat girdiğinin gözden kaçmaması gerek.
ABD uçakları IŞİD mevzilerini bombalarken Türkiye tutarlı bir politika ile bu sürece destek vermedi. Zira yüzlerce kilometrelik sınır komşusu haline gelen bu terörist örgütlenme karşısında risk almaktan kaçındı. Öte yandan Türkiye içindeki örgüt hücreleri ve destekçilerinin muhtemel saldırılarını da dikkate aldı.
ABD, IŞİD coğrafyasından binlerce kilometre uzaktaki bir ülke. Bu bakımdan tuzu kuru. Fakat Türkiye’nin sınırdaşlığı yanında jeopolitik özellikleri bu bataklığa bulaşmamayı gerektirmekteydi. Mutabakat metninde yer alan bazı ayrıntılar da dikkate alındığında Ankara açısından oldukça karışık bir dönemin başladığı görülmektedir. Sözkonusu mutabakat henüz kesinlik kazanmamıştır. Bu aşamada endişelerimizi belirtmeliyiz.
ABD ordusunda dahi Türkiye’yi büyük savaşa sokmak için avuçlarını oğuşturan Rum komutanlar ile bu ülkede güçlü bir Ermeni lobisi var. IŞİD’e karşı savaş açmış olan Türkiye’ye her türlü terörist saldırı çok daha kolaylaşacak. Parayı bastırdıktan sonra her türlü silahı donanmış militan her yerden bulunur. Türbenin taşınmasından sonra ilk itiraz İran kanalından geldi. Halbuki bu bölge İran’ın desteklediği Esad’ın kontrolünden çıkmış, karşı olduğu IŞİD saldırılarına maruz kalmıştı. İran, niye hemen Türkiye’ye karşı cephe aldık ki? Şam yönetiminin arkasında Rusya ve birçok bölge ülkesinin de bulunduğunu hatırlatalım.
Mutabakata göre 20-30 civarında ABD’li özel kuvvetler personeli eğitim vermek üzere Türkiye’ye gelecek. PKK ve PYD bağlantısı olmayan ilk aşamada 400 muhalifi Kırşehir’de eğitecek. Bu süreci kim denetleyebilecek? Eğitilecek grupların PKK dışında Nusra veya IŞİD’a katılmacakları nasıl sağlanacak? Daha önce Türkiye’nin kucak açtığı, bir şekilde desteklediği gruplar arasından niceleri bu örgütlerin veya Esad’ın malı oldu. Halen bir kısmı Türkiye’de saatli bomba gibi dolaşmaktadırlar.
Mevcut mutabakatın üç yıl sürmesi planlanıyor. Fakat konunun uzmanları en az 10-12 yıllık çatışma döneminden bahsediyorlar. Her halükârda bu mutabakat Suriye ve Irak’ın fiilen bölünmüşlüğüne hukukilik kazandıran ilk belgelerden biri olduğu kabul edilebilir. Çünkü hedef, muhaliflerin IŞİD’e karşı topraklarını muhafaza etmesidir. Bunun anlamı her grubun kendi etkinlik bölgesinde devletleşmesidir. İsrail’in bölgede bölünmüş ve birbiriyle çatışan devletçikler beklentisi de böylece esaslı bir zemine oturmuş demektir.
Süleyman Şah Türbesi’nin naklinden sonra koparılan fırtınalar ve medyanın gereğinden fazla olaya önem vermesini medyatik endişeler ve fırsatlarla açıklamak mümkündür. Ankara’nın tek taraflı kararla uluslararası sözleşmenin hükmünü değiştirmesi tartışılabilir. Ancak sözleşme gereği Türkiye toprağı olan mevcut türbe ve karakol bölgesinin güvenliğini Şam yönetiminin sağlayamadığı bir gerçek. Üstelik Ankara’nın tek taraflı nakil ve başka bir bölgeyi Türkiye toprağı kabul etme kararı geçici olup güvenlik sağlanınca tekrar eski yere nakledilecektir. Bu olayda Türkiye’nin Uluslararası Hukuk’ta zaman zaman gündeme gelen “gerçekleşmesi kesin saldırı”ya karşı meşru müdafaa hakkı da sözkonusudur.
Muhalefetin, muhalefet yapma görevi kapsamında bir vatan toprağının savaşsız terkedilmesi eleştirilerini de anlayışla karşılamak gerek. Ancak muhalefet ve iktidarın, medya ve sivil tolum kuruluşlarının Ege’de sürüp gitmekte olan kayıpları ve Yunan işgallerini de gündeme getirmesi gerek. Ankara’nın batıya karşı belki de bu muhalefet desteği ile eli güçlenebilecektir. Üstelik Ege’de Yunanistan’ın adacıklar, gri bölgeler, karasuları ihlal ve işgallerinin Türkiye açısından sonuçları Süleyman Şah Türbesi’nin naklinden çok daha kesin ve acıdır!
Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya, [email protected]
Öncevatan, 24.02.2015
Bir yanıt yazın