Marmara Denizi ve Ergene Nehri Sadece Bizim Değil!
Yıllar önce bir İsveç firması, Çorlu’daki bir fabrikanın şirketine kumaş siparişi vermiş, fiyatta anlaşma sağlanmıştı. İsveç firmasının ilave ücretle bir şartı vardı. İmalat süresince çevreye zarar veren bazı kimyasallar kullanılmayacak, arıtma tesisleri sürekli çalışacak ve İsveçli görevliler 24 saat bu şartların yerine getirilip getirilmediğini denetleyebileceklerdi. İsveç nere, Türkiye nere diye sorulabilir. Ergene nehrinin kirlenmesi dünyanın en temiz şehri Stockholm’e sahip İsveç’e ne zarar verebilir ki? Hem zaten bu nehir yeteri kadar kirlenmiş. Firmanın sipariş ettiği kumaşların bu kirliliğe ne katkısı olabilir ki? Firma için önemli olan daha fazla kâr, daha ucuz kumaş değil mi? Fakat İsveçliler dünyanın neresinde olursa olsun ilave bir kirlilik istemiyor, bunun için aynı kumaşa daha fazla fiyat vermeyi göze alıyor! İşte bu mantık sayesinde de dünyanın en yaşanabilir şehirlerine sahip olabiliyor.
Çevre koruma konusu günümüzde tıpkı insan hakları gibi bir ülkenin iç meselesi olmaktan çıkmıştır. Bir devletin ben kendi topraklarımda istediğim gibi çevreyi kirletebilirim diyebileceği zaman yavaş yavaş geride kalmaktadır. Havaya atılan zehirli gazlar veya radyoaktif maddeler, sulara bırakılan kimyasallar eninde sonunda komşu ülkelere zarar verebilmektedir. Hatta sırf kendi ülkesinde kaldığı zannedilen zehirli maddelerin bugün olmasa bile yarın diğer ülkelere de zarar vereceği kabul edilmektedir. Bunun için penguenlerin, fok balıklarının veya kutup ayılarının yaşam alanlarının korunması uluslararası bir sorundur. Herhangi bir canlının neslinin tükenmesinin hiç tahmin edilmeyen ve bütün dünyayı etkileyen zararlarının ortaya çıkabileceği kabul edilmektedir.
Çevre korumanın temelinde “çevre bize atalarımızdan miras kalmadı, fakat torunlarımızdan ödünç aldık” vecizesi bulunmaktadır. İlk bakışta bu söz anlamsız görünse de bizden sonraki nesillere temiz çevre bırakma yükümlülüğümüzü kimse inkâr edemez. Yazının başlığında kastettiğimiz gerçek ise Marmara Denizi’ni bizden sonrakilere temiz bırakma görevimizin olduğudur. Halbuki “Derin Deniz Deşarj” projesiyle muhtemelen beş on sene sonra Marmara’da balık nesli azalmaya başlayacak, mevcut balıklarda kimyasal ve ağır metal oranı artacaktır. Sonraki nesiller için birşey kalmayacaktır. Nasıl olsa bu kimyasallar boğazlar yoluyla Ege’ye Karadeniz’e gidecek mantığı ise kökten sakattır. Ege veya Karadeniz’deki insanların suyunu kirletme hakkımız olmadığı gibi bu zehirlerin yüzlerce mil boyunca kendi kıyılarımızdan geçeceğini de hesaba katmalıyız.
“Ergene Eylem Planı”na göre nehir vadisindeki sanayi tesisleri ve belediyelerin atık suları önce biyolojik arıtma ile temizlenecek daha sonra 23 km tünel ve 65 km boru hattı ile Marmara Denizi’nin derin sularına bırakılacaktır. İlk bakışta çevrenin kurtuluşu için iyi bir proje olarak göründüğü halde sorunlar yumağı tehlike çanlarıyla arka arkaya gelmektedir. Ergene nehri Uzunköprü ovasının can damarıdır. Yıllarca bu nehirden gelen sularla Uzunköprü ovasında tarım yapılmış olup halen sofralarımızdaki pirincin önemli bir kısmı bu nehir sularıyla yetişmektedir. Proje kapsamında da atık suların biyolojik arıtmadan geçirileceği belirtilmektedir.
Trakyalılar soruyor: Madem suyumuz ileri biyolojik arıtmadan geçirilecek, o halde niçin bu temiz suyu 85 km’lik maceralı yolculuktan sonra Marmara’nın derinliklerine bırakıyoruz? Eğer bu sular aslında pek arıtılmadan Marmara’ya akacaksa o bölgede hangi balık türlerinin yumurtlama alanının yok olacağı, başka hangi canlı türlerinin yaşam alanının ortadan kalkacağı, bir nesil sonra Marmara’da balık neslinin biteceği hesabı yapıldı mı?
85 km’lik tünel ve boru hattı projesinin tek faydası ihaleyi kazanan müteahhitlere olup gerçekten biyolojik arıtma olsa da olmasa da Uzunköprü ovasında tarıma büyük darbe vurulmaktadır. İhale aşamasına gelmiş olmasına rağmen projede henüz kazma vurulmamıştır. Zararın neresinden dönülse kârdır. Hem atık suları temizleyecek hem de suyu doğrudan Uzunköprü ovasındaki seyrine bırakacak fiziksel arıtma sistemleri bulunmaktadır. Bir nesil önce bahçesinin yanıbaşındaki Ergene’den sepet dolusu balıklar çıkaran ailenin çocukları yıllarını vererek fiziksel arıtma projelerini gündeme getirdiler. Bu arıtma sistemleri dünyanın birçok ülkesinde başarıyla uygulanmakta olup biyolojik arıtmaya göre daha ekonomiktir. Yaklaşık üç yılda kendini amorti edecek bu yatırım sayesinde hem Ergene’de balık tutulabilecek, hem de nehirler kendi seyrinde akacak, Marmara riske sokulmayacaktır. Milyarların tünel ve boru hattı için toprağa gömülmesine de gerek kalmayacaktır. Uzunköprü ovasında çok daha fazla pirinç sağlıklı üretebilecektir.
Ankara’da kapı kapı dolaşan, kendi milletvekillerinden yardım isteyen bu şahıslara söylenen ise “gerçekten çok haklısınız, projeniz harika, fakat keşke daha önce gelseydiniz!”
Seçim şartlarında sorununun başka amaçlarla politize edilmesine fırsat verilmemelidir. Siyaset üstü bir anlayışla fiziksel arıtma uygulamaya geçmelidir. Böylece hem günümüz üreticileri hem de gelecek nesiller riske atılmamalıdır. Çevre konusunda en duyarlı olan ülkeler aynı zamanda daha müreffeh ve huzurlu olanlardır. Türkiye’nin bir iç denizi durumundaki Marmara’nın suları aynı zamanda Ege ve Akdeniz ile Karadeniz kıyıdaşı ülkeleri de ilgilendirmektedir. Bundan da önemlisi Marmara kıyısının gelecek nesillerine en az bugünkü kadar temiz bir deniz bırakma mükellefiyetimizdir.
Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
Öncevatan, 11.02.2014