Yrd.Doç.Dr.Orhan Çekiç, Turkish Forum Danisma Kurulu Uyesi
Atatürk Bir Diktatör müydü? Atatürk’ün bir diktatör olup olmadığı, zaman zaman günümüzde bile tartışılan bir husustur. O dönemin ” Tek PartiYönetimi” olması, bu tarz görüşlerin ortaya atılmasına neden olmuştur ama, bir diktatörün yetkileri dikkate alınırsa, Atatürk’ün neden diktatör olamayacağı kolayca anlaşılır. Diktatörlüğün ne olduğunu bilmeyen, ne yazık ki, bilmediğini de bilmeyen Atatürkofobi hastası pek çok yazar-çizer tayfası, Atatürk’e “diktatör” derler. Adolf Hitler, Benito Mussolini, Josepf Stalin, Franco, Kaddafi, Saddam gibilerle Atatürk’ü, böylece utanmadan sıkılmadan aynı kategoriye sokarlar. Oysa, bir liderin diktatör olup olmadığını anlamak son derecede kolaydır. Bunun için Anayasaya bakıp, liderin yetkilerinin neler olduğunu incelemek yeterlidir. Atatürk’ün bir cumhurbaşkanı olarak yetkileri son derecede kısıtlıdır. Kaldı ki, bir ülkenin dikta ile yönetilip yönetilmediğinin tek ölçüsü, o ülkedeki siyasal partilerin sayısı olamaz…Bir ülkede birden çok parti mevcut olabilir fakat iktidar çıkarttığı yasalarla muhalefeti öylesine işlemez hale getirebilir ki, sonuç bir diktatörlükten farksız olabilir. Bu konudaki daha sağlam ölçüt, liderin parlamentoyu kapatma yetkisi olup olmadığıdır. Zira genel olarak tüm diktatörlüklerde, görünürde de olsa bir Meclis vardır ama,. diktatörün de o meclisi feshetme yetkisi de vardır. Oysa Atatürk’ün TBMM’ni feshetme yetkisi yoktur. Tüm yetkileri Anayasada açıkça belirtilmiştir ve bu yetkilerin dışına çıkamaz, yaşamı boyunca da çıkmamıştır. Atatürk’e diktatör diyenler… Atatürk’e “diktatördü” yaftasını takanlar, eleştirilerini genel olarak şu noktalarda yoğunlaştırırlar: • “Atatürk Tek Adam’dı. Bu kesinlikle “dikta” demektir. Literatürde, bunun adı diktatörlük rejimidir. ” Devrimler, olağan dışı hallerdir. Devrimi yapanlar ancak hedeflerine vardıktan sonra, yaşam koşulları normale döner. Aksi halde devrim tehlikeye girer. Uygulamada devrim önderleri arasında bir görüş ayrılığı doğar da, yönetimde çatlak oluşursa, hatta devrim kendi evlatlarını bile yiyebilir. Örneğin Fransız Devrimi’nde bu yaşanmış, devrimin öncülerinden olan ve idam cezasının kaldırılmasını savunan hukukçu ve siyasetçi Maximillion Robespierre yol arkadaşlarıyla ters düşmüş ve giyotinde idam edilmişti. Kaldı ki bu gerçek, gelmiş geçmiş tüm devrimler ve ihtilâller için de geçerlidir. Liderlik paylaşılmaz… Mustafa Kemal, devrimin, üstelik seçimle gelmiş bir lideridir. O nedenle elbette Tek Adam’dır. Eşyanın tabiatı budur ve liderlik paylaşılmaz. O nedenle, 5 Temmuz 1919 günü, Erzurum Kalesi’nde gizli bir “hücre toplantısı” yapılmıştı. İşte bu toplantıda gizli oylama yapılmış ve oybirliğiyle Mustafa Kemal Paşa “Harekâtın Lideri” seçilmiştir. Oylama öncesinde alınan kararla ise, herkes, kayıtsız şartsız, lider seçilecek olan kişinin emrinde olacaklarını beyan ve kabul etmişlerdir. Bu gizli oylamaya katılanlar: Mustafa Kemal Paşa, Kâzım Karabekir Paşa, Rauf Orbay, Erzurum Valisi Münir Akkaya, İzmit Mutasarrıfı Süreyya Yiğit, Alb. Kâzım Dirik, Bnb. Hüsrev Gerede, Mazhar Müfit Kansu idiler. Millet İradesi… Samsun’a çıkmasını takip eden daha ilk günlerden itibaren, daima “halk iradesini ” öne sürüyordu. Oysa diktatörler kendi iradelerinden başka irade tanımazlar. Örneğin, 25 Mayıs’tan itibaren Havza’daydı. Ülkenin dört bir yanında, İzmir’in 15 Mayıs günü haksız olarak işgal edilmesini protesto eden mitingler düzenlenmekteydi. Bunları yönlendirenin Mustafa Kemal Paşa olduğu anlaşılmıştı ve bu doğruydu. 4 Haziran 1919 günü Harbiye Bakanı Turgut Paşa, İngilizlerin de baskısıyla gönderdiği telgrafla, bu mitingleri durdurmasını emretmişti. Mustafa Kemal’in verdiği yanıt dillere destandı: Halkın iradesi bir kere sokağa döküldü mü, hiçbir güç onun önünde duramazdı. M.Kemal buna samimi olarak inanıyordu. Amasya Genelgesi Mustafa Kemal’in bir diktatör olmadığına ilişkin diğer bir kanıt Amasya Genelgesi hükümleridir. İstanbul’dayken Genelkurmay Başkanı Cevat Çobanlı’dan, gerektiğinde kullanmak üzere gizli bir şifre almıştı. O yoldan sordu: ” Dönmemi kim istiyor?” Durum açıktı. Belli ki, İngilizler hükümete baskı yapmaya başlamışlardı. Ne yapacaksa hemen yapmalıydı. Ama kısa bir süreye daha ihtiyacı vardı. Anadolu’daki birlik komutanlarıyla teması henüz tamamlayamamıştı. En az 72 saat daha gerekliydi. Telgrafı sanki üç gün sonra, 11 Haziran günü almış gibi yaptı, sonra da yanıtladı: “Emrimdeki istimbotun kömürü yok. Kömür tedarik ettiğimde döneceğim tabiidir.” Hükümet onu Karadeniz yoluyla İstanbul’a dönüyor zannederken, O karadan Amasya’nın yolunu tutmuştu bile…Bunların sonucu olarak da İstanbul Hükümeti, Bu azilnameden henüz haberi olmayan Mustafa Kemal Paşa ise, adeta bir ihtilâl bildirgesi olan “Amasya Genelgesi”ni 22 Haziran günü tüm dünyaya ilân etmişti: *Vatanın bütünlüğü, ulusun bağımsızlığı tehlikededir. Genelge bu maddelerle başlıyor, sonra da dili giderek sertleşirken, yapılacaklar konusunda bir de yol haritası çiziyordu. Her il, üç güvenilir delege göndermeliydi… Böylece oluşacak Kongrede, vatanın içinde bulunduğu durum tartışılmalıydı. Kararlar işte böyle bir kongre tarafından alınacak, kongre ne derse o olacaktı. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür: Diktatörler dikte ederler, danışmazlar. Oysa, Mustafa Kemal… Dikte etmek yerine, Kongrelere gidip, görüş ve yetki aldı. Gücünü silahtan değil, halkının sonsuz sevgi ve güveninden aldı. 1 Kasım 1937 Meclis Açış Nutku’nda; “…Efendiler, topraksız çiftçiyi Diktatörlerin servetleri çoğu kez yurt dışındadır. Onunki zaten kendinin değildi ki! Her şeyi Milletinindi. Bunu önce Nutuk’da belirtmiş, daha sonra da, 3 Haziran 1933 tarih ve 2307 numaralı yasa ile gereken hukuki alt yapıyı hazırlatarak, nesi var nesi yoksa, hazineye bağışlamıştı. Kendilerine çıkar sağlamak için özel yasalar çıkarttıran devlet adamlarına dünyanın her yerinde rastlanmıştır, bundan sonra da rastlanacaktır. Fakat nesi var nesi yok, tüm mal varlığını ulusuna, yani hazineye bağışlamak için özel yasa çıkarttıran bir devlet adamına, ne Atatürk’ten önce, ne de sonra, bir daha rastlanamamıştır. Böyle bir lidere nasıl “diktatör” denebilir ki? Diktatörlerin çoğu kez mezarları bilinmez.O ise, ulusun çıkarlarını her çıkarın üzerinde tutmayı bilen, temiz süt emmiş yurtseverlerin gönlünde, beyninde yaşıyor. O nedenle, Atatürk’ün heykelinin başını koparıp bir köşeye atan yobaz, milletinin yüreğinde yer etmiş olan Atatürk sevgisine, ne yaparsa yapsın, erişemez bile. Bu kadar sevilen, sayılan bir lidere “diktatör” denemez. Son olarak, bu konuda, İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Sir Percy Loraine’nin, Atatürk öldükten 15 gün sonra Londra’ya gönderdiği GİZLİ ve “40 yıl boyunca açıklanmayacak” damgası vurulmuş mektubu, Atatürk’ün bir diktatör olup olmadığı konusunda gösterilebilecek en önemli kanıtlardan bir diğeridir.. Percy Lorainne 1933-1939 yılları arasında, İngiltere’nin Ankara Büyükelçisidir. Deneyimli bir diplomat olan Loraine, dünyanın büyük bir buhran içinde olduğu bir dönemde, Türkiye’deki tüm gelişme ve olaylara en yakından göz ve kulak tanıklığı yapmıştır. “G İ Z L İ Telgraf No: 608 “Aziz Lordum, 3. Bu bilginin toplanmasında, ben belki de ayrıcalıklı bir konuma sahiptim. Her ne kadar, rahmetli Cumhurbaşkanı ile çok nadir karşılaşmış olsam da bu görüşmeler diğer diplomatik temsilciliklerinkine nazaran daha sık ve daha uzun olmuştur. Bütün bunlar bir yana, görevimin ilk günlerinden itibaren Atatürk beni bir dost gibi görmüş, benimle görüşmekten memnun olmuş, görüşme fırsatı doğduğunda bundan hoşnut kalmış, karşılıklı konuşmalarımız esnasında ilgi ve dikkati asla azalmamıştır. Galiba onun yeteneklerini ortaya çıkartan becerikli yaklaşımlarım vardı, bu yüzden olsa gerek görüştüğümüz konu hakkındaki fikirlerine ya da o konuyla ilgili sunduğu sonuca karşı çıktığımda benim bu tavrıma direnmezdi. Dolayısıyla, kendi özel kimliğini bana, diğer yabancılara gösterdiğinden daha fazla gösterdiğine inanıyorum.. 5. Atatürk’ün müstesna ve takdire şayan bir şahsiyet olduğunu söylemek pek bir şey ifade etmeyebilir. Ancak gerçekten müstesna ve takdire şayan bir kişiydi, neden bu niteliklere sahip bir şahsiyet olduğunu açıklamaya çalışmalıyım. 10. Korkarım gelecek nesillere Atatürk bir diktatör olarak aktarılacak.Bunun yanlış olacağı kanısındayım.Hem savaşta, hem barışta evet o büyük bir liderdi ancak gerçek bir diktatör değildi. Ne yazık ki ben, şimdiye kadar onu anlatabilecek diktatör kelimesine ait bir tanımımız olduğuna inanmıyorum.. Ancak Hitler ve Mussolini’nin tersine, devlette idari veya yönetim fonksiyonu bulunmuyordu; af yetkisi yoktu; mahkemelere emir yetkisi yoktu; diplomatik misyon temsilcilerini reddetme hakkına sahip değildi. Olayların gidişi, Atatürk’ün görüş açısının doğruluğunu, verdiği hükümlerin zekice olduğunu ve hata yapmadığını göstermiştir. Dolayısıyla sıkça fikirlerine başvurulması ve memnuniyetle bu fikirlerin uygulanmasını görmek pek de şaşırtıcı değil. Ancak onu Mussolini, Hitler veya Primo de Rivera gibi diktatörlerden ayıran belki de en büyük özellik, başından beri isteyerek ve çok emek sarf ederek, kendini yaşatacak bir sistem kurmaya çalışmasıdır. Türkiye’nin kaderini elleri arasına aldığından beri, Kemalist Cumhuriyet’in dostluk elini uzatmadığı ve aralarında Osmanlı Imparatorluğu’nun düşmanlarının da bulunduğu tek bir komşusu dahi yoktur. Uzatılan dostluk eli çoğunlukla tutulmuş ve sarf edilen çabalar sonunda ülkelerarası sürtüşme azaltılarak, doğunun bu bölgesinde daha geniş kapsamlı barış,dikkat çekici bir biçimde sağlanmıştır. 13. Kemal Atatürk yapılması gerektiğine inandığı şeyleri korkusuzca yerine getirmekten asla vazgeçmemişti. Hastalığının şiddetlendiği anlarda ölüme çok yakınlaşmış olsa bile, korku asla ne yüreğine ne beynine yerleşmeyi başaramamıştı. O, Türk Milleti’ne hizmet ederken öldü. Ölüm bile büyük zaferini ondan çalmayı başaramamıştır. İnsanlara hayatlarını, onur ve şereflerini ve insanca yaşama yolunu vermiş, belki de bütün bunlardan daha önemlisi bu haklarına sahip çıkmalarını sağlayacak bağımsızlığı tattırmıştır. Percy Loraine Bu sözler bir diktatör için asla telaffuz edilemez, hiçbir diktatör bu denli övgü ve saygıyla anılmaz. Bu nedenle Atatürk bir diktatör değil ama otoriter bir devrimci liderdi. Yüzlerce yıl ihmal edilmiş bir toplumu çağdaş düzeye çıkartabilmek için, yapılması gereken devrimleri otoriter bir tarzda uygulamaktan başka çare yoktu. Sonuç olarak Atatürk otoriter bir devrim adamıydı. |