Süleyman Şah Türbesi’nde nöbet tutan askerlerin, bir gece harekatıyla, hem de başında tutukları türbeyle birlikte apar topar Türkiye’ye getirilmesi üzerine Türkiye’de adeta yer yerinden oynadı.
İktidar partisi ve devlet ricali, bu durumu TSK’nin caydırıcı gücü ve bir zafer olarak nitelendirirken, muhalefet son derece haklı olarak bu durumu tabanları yağlayıp kaçmak olarak yorumluyor.
Üzülerek söylemeliyiz ki; biz de bu askeri harekatı, tıpkı muhalefet gibi kaçış ve sıvışma harekatı olarak nitelendirenlerdeniz.
Hem de ne kaçış!
Bizimkiler, telaş içinde kaçarken tankın kapağını açık unutmuşlar ve tank hareket edince haliyle kilolarca ağırlıktaki kapak hızla kapanmış ve bir başçavuşun kafasına inerek ölümüne sebep olmuştur!
Bu durumu kim nasıl nitelendiriyor bilmem ama, hiç kimse kusura bakmasın ben bu durumu “Süleyman Şah’ın laneti” olarak nitelendiriyorum!
Öyle ya, sen durduk yerde ve ortalıkta herhangi bir düşman saldırısı bile olmadan tabana kuvvet vatan toprağını bırakıp kaçarsan, netice işte böyle olur.
Ecdat, adamı işte böyle çarpar kardeşim!
Gazeteler, şehit olan astsubay Başçavuşun, fotoğraf çekerken başına tankın kapağı düşerek şehit olduğunu söylüyorlar.
Sahi bu başçavuş neyin fotoğrafını çekiyordu o sırada?
Hiç kaçışın fotoğrafı mı çekilirmiş efendim?
Böyle utanç verici bir olayın, tarihe bırakılacak belgesine ne lüzum varmış?
Haydi diyelim; kendiniz utanmadınız kaçmaktan, bunun belgesini tarihe bırakıp da evlatlarınızı utandırmaya gerek var mı?
Yarın öbürgün çocuklarınıza ve torunlarınıza “bak yavrum, biz 2015 yılının 21 Şubatını 22 Şubatına bağlayan gece muhteşem bir kaçış harekâtı gerçekleştirdik” mi diyeceksiniz yoksa?
Süleyman Şah’ın Laneti!
Sahi neden tankın içinden başını çıkartarak fotoğraf çekmeye çalışmış bu asker?
Yere inip fotoğraf çekmeye de mi fırsat bulamamış bu adamlar?
Yoksa bu asker, iddia edildiği gibi fotoğraf çekerken değil de, Süleyman Şah Türbesi’ni ve karakol binasını yıkan tankın topunu ateşlerken ölmüş olmasın!
Dolayısıyla; bu konuda iki ihtimal vardır; ya kaçarken telaş içinde tankın kapağını kapatmayı unuttular ve tank hareket edince, haliyle kapak sarsıntının etkisiyle kendiliğinden kapandı ve başçavuşun başına isabet etti ve onun ölümüne sebep oldu.
Ya da mazallah bu başçavuş, oradaki yapıları yıkmak için tankın topunu ateşlerken yine kapağın başına düşmesiyle vefat etti!
Yoksa duran tankın kapağı neden kendiliğinden kapansın!
Yok eğer gerçekten tankın kapağı, tank sabit dururken kapanıp başçavuşu öldürdü ise, şu halde Süleyman Şah’ın ruhu devreye girdi ve bizimkilere ibreti alem için unutamayacakları bir ders verdi!
Allah arkadaşlarıyla birlikte nöbet yerini terk edip kaçarken ölen başçavuşa yine de rahmet eylesin ve taksiratını affetsin; böyle bir ortamda ölen askere şehit denir mi orasını gerçekten bilmiyorum ben!
Ölen başçavuşun babası da bu ihtimali düşünmüş olacak ki; kendisini telefonla arayan Ahmet Davutoğlu’na “hakkımız zayi olmasın, hakkımızı koruyun” gibisinden bir laf etmiş.
Süleyman Şah Türbesini Çalıp Kaçtılar
Bu kaçışın hikayesini herkes kendi bakış açısıyla değerlendirmiş.
Bana göre; en çarpıcı başlıklardan birisini Zahide Uçar isimli bayan gazeteci atmış;
“Süleyman Şah Türbesini Çalıp Kaçtılar…” diyor Zahide Uçar!
Şu cümleler aynı başlıktaki yazısından Zahide Uçar’ın;
“Osmanlıcılık kılıfıyla Türkiye Cumhuriyeti Devletine savaş açan Kuvva-i İnzibatiye artıkları, Osmanlı bakiyelerini tek tek teslim ediyor. Sınırımıza 37 kilometre mesafede bulunan ve sınırlarımız dışında kalan tek vatan toprağı Süleyman Şah Türbesini teslim ettiler. Bayrağı topladılar. Süleyman Şah’ın kemiklerini alıp kaçtılar.”
İtiraf edelim ki; milletçe taarruzu zaten unutmuştuk!
Savunmayı göze alamadığımız ise Süleyman Şah türbesini kaçırmamızla su yüzüne çıktı!
Anlaşılan; ricatı ve kaçmayı bile beceremiyoruz artık.
Düşmanın olmadığı bir ortamda yapılan geri çekilmede bile zayiat veriyor ordumuz!
Demek ki; 37 km. ötedeki Karakozak köyünden apar topar kaçış emrini verenler, ordumuzun içinde bulunduğu bu durumu bilerek vermişler emirlerini!
Ümit Özdağ: IŞİD ile Pazarlık Yapılmış Olabilir!
Dün akşam (23 Şubat) bir televizyon programına katılan 21. yy. Türkiye Enstitüsü Başkanı Ümit Özdağ, “bildiklerimi söylersem, TCK kapsamına girer” anlamında çekincesini ortaya koyduktan sonra, Türkiye’nin söz konusu operasyon konusunda IŞİD ile anlaşmış olabileceğini ima etti.
Özdağ’a göre;
IŞİD’in Türkiye’de birçok menfaati bulunmaktadır.
Ona göre; örgüt, insan kaynağından tutun da para ve lojistik kaynaklara varıncaya kadar, Türkiye’den istifade etmektedir.
Dolayısıyla operasyondan önce IŞİD’e bunlar hatırlatılmış olabilir.
Aynı programda; “Türkiye’nin güney sınırının tıpkı Pakistan-Afganistan sınırı gibi olduğunu, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin de, Pakistan’ın Peşaver eyaleti gibi, devlet otoritesinden yoksun kaldığını ve ortada sınır diye bir şey kalmadığını” da söyledi Ümit Özdağ.
Özetle; bizim aklımıza gelen Ümit Özdağ’ın da aklına gelmiş bulunmaktadır ki; kendisi bu konuların uzmanı olarak, konuyu herhalde bizden daha iyi bilmektedir.
Ancak biz de karınca kararınca, dünkü yazımızda, tıpkı Musul Başkonsolosluğu çalışanlarının kurtarılmasında olduğu gibi, Şah-Fırat operasyonu konusunda da IŞİD ile görüşülmüş olabileceğini dile getirmiştik(1).
Esasen Ümit Özdağ, Süleyman Şah’tan geri çekilmeyi Türkiye’nin Ortadoğu da ki yeni bir yenilgisi olarak kabul etmektedir.
Ayrıca Özdağ’a göre; Türkiye’nin geri çekilmesi, bölgede IŞİD ve PKK’yı güçlendirirken, Türkiye’nin desteklediği diğer grupları zayıflatmıştır(2).
Özdağ’ın bu cümlelerinden çıkan netice şudur: Türkiye Ortadoğu’da bir kez daha kendi ayağına kurşun sıkmış Suriye politikamızın ne kadar fos (içi boş) olduğu bir kez daha ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Mehmetçik Medine’yi Çekirge Yeme Pahasına Savunmuştu!
Dünkü yazımızda, Türklerin Niğbolu’da, Kenije’de ve Plevne’de, kaçmak şöyle dursun; her türlü açlık ve yoksunluğu göze alarak Haçlı ordularına karşı yapmış oldukları muhteşem savunmaları örnek vermiştim.
İsterseniz bu gün de en az onlar kadar muhteşem olan iki savunma savaşını daha örnek verelim.
Bunlar dan ilki Edirne Savunmasıdır.
Kahraman Mehmet Şükrü Paşa, her türlü açlık ve yoksunluğu göze alarak; 1912 yılında cereyan eden Balkan Savaşı sırasında 1912 yılının sonu ile 1913 yılının başında olmak üzere; Bulgar ve Sırp ordularına karşı Edirne’yi tam 155 gün boyunca kahramanca savunmuştur.
İkinci örneğimiz ise Medine Savunmasıdır.
General Ömer Fahrettin Türkkan Paşa ve emrindeki kahramanlar, Birinci Dünya Savaşı bitip Mondros Mütarekesi imzalandığı ve silahlar bırakıldığı halde Medine’yi savunmaya devam etmişlerdir.
Kime karşı?
İngilizlere ve onların yönlendirdiği Mekke Emiri Hain Şerif Hüseyin’in oğlu Abdullah’ın emrindeki bedevilere karşı!
Öyle ki; Fahrettin Türkkan Paşa ve askerleri, yiyecek bulamadıkları için çekirgeleri bile toplayıp onlarla karınlarını doyurmak pahasına savunmuşlardır İslam Peygamberinin kabrini ve Şanlı Medine şehrini.
Medine’nin şanına, kendi şanından şan, kendi canından can katmıştır Mehmetçik.
Bu yüzden Mehmetçiklerimiz “İskorbüt” denilen ve ağzı yara yapan bir hastalığa bile yakalanmışlardır Medine’de.
Ömer Fahrettin Türkkan Paşa, İngiliz ve Şerif Hüseyin Baskısına ve İstanbul’dan gelen emirlere rağmen, “Biz seni bırakmamayız Ya Resulullah” diyerek, gözyaşları içinde Medine’yi savunmaya devam etmiş ve Rivayete göre; ancak yemeğine konulan bir uyku ilacı sayesinde uyutularak Anadolu’ya gelen trene bindirilmek suretiyle Medine’den çıkarılmıştır.
Süleyman Şah Türbesi’ni bekleyen askerlerin kumandanı Binbaşı bunları biliyor mudur acaba?
Yahu binbaşım, sahi o türbeyi ve karakol binasını havaya uçurma emrini verirken hiç mi yüreğin sızlamadı senin?
Yoksa, tıpkı Ömer Fahrettin Türkkan Paşa gibi, sana da mı ilaç verip sersemlettiler o emri vermeden önce?
Çünkü aklı ve bilinci yerinde hiçbir asker, böyle bir emri asla veremez!
Biz inanıyoruz ki; o emri ayık kafayla vermedin sen binbaşım!
Ne olursun böyle söyle; eğer günün birinde mahkemeye çıkarılırsan.
Aksi takdirde seni ne bu millet affeder, ne tarih affeder ve ne de ecdat affeder.
Ecdat sana sürekli lanet okur binbaşım.
Bunu kesinlikle böyle bil emi…
____________
1- https://www.turkishnews.com/tr/content/2015/02/23/sadrazam-davutoglu-ahmet-pasa-ve-ceber-kalesi-ricati/
2-