FARKLILAŞMA VE ÇÖZÜM SÜRECİ

 
ABD Avrasya için “Avrupa ülkelerinin enerji alımındaki Rusya’ya olan bağlılığı önlenmelidir. Eğer Avrupa pazarlarına ulaşan enerji kaynakları çeşitlendirilirse enerji güvenliği temin edilir,” 
Ortadoğu için “petrol ülkelerinin ekonomilerinin bağlı olduğu petrol ve gaz akışının bölgesel su yollarından serbest olarak yapılması” düşüncesinde bir tutum sergiliyor.
 
*
Rusya ise uluslararası politikasında Ortadoğu, Hazar Denizi ve Orta Asya’daki enerji kaynaklarının kontrolüne odaklanmıştır ve kıt kaynaklara erişim alanında yaşanacak rekabetin, gerekirse askeri bir çatışmaya dönüşmesi ihtimalini dahi göze alıyor.
 
*
Bu rekabet, Ukrayna merkezinden Baltık ve Karadeniz’e, Hazar’dan Doğu Akdeniz’e ve Basra Körfezi’ne,
İsrail-Filistin merkezinden Suriye’ye ve Irak’a kadar kanlı bir karmaşa oluşturuyor.
Küresel istikrar, güven ve barıştan eser kalmıyor. 
Küresel güçler ilâve bir krize daha asla mahâl vermeden bu kargaşaya son vermenin gayretindedir.
 
*
Bu gayret; Kürt Sorunu olarak farklı ideoloji, görüş ve inançta, kısıtlı, içe kapalı siyasi oluşumlarıyla Kürtlerin demokratikleşme perspektifinde kurumsal kimlikleri esasında birlik ve dirliklerini teminen ortak dille siyasal nicelik ve niteliklerini kazanması,
Kürdistan Sorunu olarak Türkiye’de toprağın üçte birini kapsayan alanda ve İran, Irak, Suriye’de  bölünmüş Kürdistan’da kendi içindeki çeşitli gruplar yönünden kendisinden başka egemen gücü, kendi üstünde de başka egemenliği kabul etmeyen bir Kürt ulus devleti talebinin denetimi ve kontrolü anlamına da geliyor.
 
*
Ancak ABD, yalnızca Kuzey Irak Kürdistan’ını 2011’de çekildiği Irak’a yeniden dönmesinin sözkonusu olmadığı bir durumda Kürt bölgesindeki enerji kaynaklarını riske atacak hamlelere karşı arkasında bırakacağı bir kuvvet olarak düşünüyor.
O yüzden İsrail, İngiltere, Türkiye ve  Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı İyad Allavi bile çok açık ifadelerle Kuzey Irak’ta Kürtlerin kendi kaderlerini belirlemek için bağımsız bir Kürt Devletine ışık yakıyor…
 
*
Bu noktada, Cumhuriyetin ulusalcı ve milliyetçi esasına karşı direnen HDP’li belediyelerin yönetimlerinde uyguladıkları örgütlü toplum, demokratik katılım, toplumcu ekonomi modelini konfederal ulus, anayasa, siyaset ve vatan konsepti ve İmralı, Kandil, Avrupa ve TBMM boyutlu PKK hareketi;
Türkiye’nin tek kimliğe dayalı bir ulus yaratma hevesinin haklı olarak tepkilere yol açtığını ve bu yüzden Kürt sorununun ağırlaşarak bugüne gelen bir isyan hareketi olduğunu uluslararası  tüm platformlarda takdim ediyor, şımarıklık had safhaya ulaşmıştır.
 
*
Rağmen,” Eşit vatandaşlık ilkeleri etrafında demokratik cumhuriyetin inşasıyla birlikte herkesin her hakkı kullanabildiği, ama kesinlikle ülkenin kamu düzeninin tehdit edilmediği, etnik ve mezhep temelli çatışma ortamının yaratılmasını imkansız kılacak ” ana fikrinde “Çözüm Süreci” işletiliyor.
 
*
Çözüm Sürecinde 7 Haziran seçimlerine kadar Müzakereye Devam: İzleme Kurulunun Tertibi: Öcalan’a Sekreterya kurulması: Kamu Düzeninin Sağlanması: PKK Terör Örgütünün Silah Bırakması, Silah Bırakanların Eve Dönüşü ve Rehabilitasyonları aşamaları seçimlerin ardından da Demokratik Türkiye’nin inşasına başlanması öngörülüyor.
 
*
Elbette Türk-Kürt, Laik-Antilaik ve paralel devlet örgütlenmesi çerçevesinde ayrışmış toplum yapısıyla çözüm sürecinin yürütülmesinde  Kamu Düzeninin Sağlanması önem arzediyor. 
Nitekim polisin yetkisini arttıran, ‘Kuvvetli şüphe’ yerine ‘makul şüphe’ ye yer veren, “Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar”  kanunu TBMM’de görüşülüyor.
 
*
Yasa ile mevcut CMK’da, gözaltı için makul şüphenin aranacağı konusu “Kişinin bir suçu işlediğini düşündürebilecek emarelerin varlığı”, tutuklama için “kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular” şekline eşitleniyor.
Terör ve paralel yapıyla mücadele keskinleşirken ilgili yasanın görüşmelerinde şiddetli tartışmalar yapılıyor. 
 
*
Çünkü, HDP esasen merkeziyetçi yönetime karşı çıkan ve yerel yönetimlerden en ücradaki evlere kadar örgütlenmiş  devletin ulus bağlantısından koparılmış milyonlarca Kürt’ün etnik, kültürel ve dini faktörler altında kendi yönetim biçimini bizzat belirleyen Demokratik Toplum Kongresinin yerel parlamentoya dönüşmesi ve Demokratik Özerkliğin bu merkezden yaygınlaştırılmasının önünün açılması talebinin seslendiriyor.
Bu mücadelede kazanımlarından eksilmemek için” ‘Kamu düzeni sağlanmadan barış olmaz’ diyorlar. Asıl tehdit barış sürecine inancın yitirilmesidir. Daha büyük felaket tanımıyoruz ” yaygarası yapıyorlar…
 
*
Bu noktada HDP’yi doğru kılan tek şey bir vadede;Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın,”Bana güvenin.Tek Millet, Tek Bayrak,Tek Vatan” söylemidir.
Çünkü, Erdoğan’ın bu söylemi ne Türk’ü, ne Kürt’ü, ne Türkiye Cumhuriyeti, ne de Kürdistan’ı kapsıyor.
Bu söylem Osmanlı Devletinin yıkılması ve halifeliğin kaldırılmasıyla başsız ve karmakarışık kaldığı düşünülen İslam ülkelerini dini esaslar, dini bir çekirdek etrafında toplanmış ümmet anlayışında devletler konfederasyonunu kastediyor.
Bu amacı, bugün  artık bütün dünya biliyor.  
O yüzden Erdoğan “Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar” yasasıyla kendi elini güçlendirmekten gayrisini düşünmüyor. 
Dolayısıyla İslamcı olarak Kürtçüye sunduğu barıştan kakafoni çıkıyor…  
 
*
Halbuki, İslamcılığın demokrasi ile bir  ilgisinin olmadığı :İslamcılığın ülke ekonomilerini rekabetçi baskılara dayanabilecek bir ekonomi varlığı içinde tutmayı başaramadığı: Oluşturduğu taassubla İslami Cihad’ı teşvik ettiğini ve uluslararası tehdit haline geldiğini: İslamcı terör örgütlerinin ortadan kaldırılmaması halinde Ortadoğu’da istikrarsızlığın ebedileşeceği görülmüştür.
Uluslararası çapta İslamcılık, İslamcı Birliği ve türevi İslami Cihad örgütleriyle mücadele yürütülüyor.
O yüzden  Erdoğan sıra kendisine gelinceye kadar devlette paralel yapı kurmuş olan cemaatle savaşıyor.
İlgili yasanın çıkmasını bu amaçla da istiyor…
 
*
Sıra ” Devrimin amacını kavramış olanlar sürekli olarak onu koruma gücüne sahip olacaklardır” diyen Büyük Atatürk’ün, makamında oturan Kemal Kılıçdaroğlu ve Yeni CHP’sinin  TBMM’de görüşülen “Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar”  kanununa karşı çıkışının anlaşılmasındadır.
 
*
Yeni CHP, birincisi: Atatürk’ün “Lâiklik yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyetini tekeffül etmek demektir. Ona göre düzeltiniz” ifadesi doğrultusunda bir tutumda değildir.
Türkiye’de din ve siyaset üzerindeki tartışma diğer ülkelerin aksine, Türkiye’nin Atatürkçü bir esas olan ve nihai amacı dini bireyselleştirmek ve kamusal hayatta görünürlüğünü sınırlamak anlamında anayasal lâiklik olmasına rağmen,
Yerine merkez sağ partilerin sahip çıktığı devletin çeşitli dinlere karşı tarafsızlığı ve dinin kamusal alanda görünürlüğüne izin veren pasif lâikliğin ikame edilmekte oluşuna da arkasını dönüyor.
Bir İslamcı iktidarın ilgili yasa ile elini kuvvetlendirerek,Türkiye’yi uluslararası çapta İslamcılık, İslamcı Birliği ve türevi İslami Cihad örgütleri ülkesine çevirmekte olduğunu ağzına almıyor.
Bir kaç oy için yeni CHP içine doluşmuş cemaatçileri ilgili yasanın gazabından korumayı amaçlıyor.
 
*
İkincisi; Atatürk’ün “Ulus varlığını ve yurt erginliğini korumak için bütün yurttaşların canını ve her şeyini derhal ortaya koymaya karar vermiş olmak, bir ulusun en yenilmez silâhı ve korunma aracıdır. Bu sebeple, Türk ulusunun yönetiminde ve korunmasında ulusal birlik, ulusal duygu, ulusal kültür en yüksekte göz diktiğimiz ülküdür” ifadesine rağmen, yeni CHP bir kaç oy için devletin ulus bağlantısından koparılmış milyonlarca Kürt’ün şımarıklılığını görmezden geliyor.
 
Doğrusu,Türkiye’de ulusal birlik- bütünlük ve kamu düzeni alt-üst olmuştur.
Sonuçları ise 7 Haziran genel seçimlerine  yansıyacaktır…
 
20.2.2015
 
ABD Avrasya için "Avrupa ülkelerinin enerji alımındaki Rusya'ya olan bağlılığı önlenmelidir. Eğer Avrupa pazarlarına ulaşan enerji kaynakları çeşitlendirilirse enerji güvenliği temin edilir," 
Ortadoğu için "petrol ülkelerinin ekonomilerinin bağlı olduğu petrol ve gaz akışının bölgesel su yollarından serbest olarak yapılması" düşüncesinde bir tutum sergiliyor.
 
*
Rusya ise uluslararası politikasında Ortadoğu, Hazar Denizi ve Orta Asya'daki enerji kaynaklarının kontrolüne odaklanmıştır ve kıt kaynaklara erişim alanında yaşanacak rekabetin, gerekirse askeri bir çatışmaya dönüşmesi ihtimalini dahi göze alıyor.
 
*
Bu rekabet, Ukrayna merkezinden Baltık ve Karadeniz'e, Hazar'dan Doğu Akdeniz'e ve Basra Körfezi'ne,
İsrail-Filistin merkezinden Suriye'ye ve Irak'a kadar kanlı bir karmaşa oluşturuyor.
Küresel istikrar, güven ve barıştan eser kalmıyor. 
Küresel güçler ilâve bir krize daha asla mahâl vermeden bu kargaşaya son vermenin gayretindedir.
 
*
Bu gayret; Kürt Sorunu olarak farklı ideoloji, görüş ve inançta, kısıtlı, içe kapalı siyasi oluşumlarıyla Kürtlerin demokratikleşme perspektifinde kurumsal kimlikleri esasında birlik ve dirliklerini teminen ortak dille siyasal nicelik ve niteliklerini kazanması,
Kürdistan Sorunu olarak Türkiye'de toprağın üçte birini kapsayan alanda ve İran, Irak, Suriye'de  bölünmüş Kürdistan'da kendi içindeki çeşitli gruplar yönünden kendisinden başka egemen gücü, kendi üstünde de başka egemenliği kabul etmeyen bir Kürt ulus devleti talebinin denetimi ve kontrolü anlamına da geliyor.
 
*
Ancak ABD, yalnızca Kuzey Irak Kürdistan'ını 2011'de çekildiği Irak'a yeniden dönmesinin sözkonusu olmadığı bir durumda Kürt bölgesindeki enerji kaynaklarını riske atacak hamlelere karşı arkasında bırakacağı bir kuvvet olarak düşünüyor.
O yüzden İsrail, İngiltere, Türkiye ve  Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı İyad Allavi bile çok açık ifadelerle Kuzey Irak'ta Kürtlerin kendi kaderlerini belirlemek için bağımsız bir Kürt Devletine ışık yakıyor...
 
*
Bu noktada, Cumhuriyetin ulusalcı ve milliyetçi esasına karşı direnen HDP'li belediyelerin yönetimlerinde uyguladıkları örgütlü toplum, demokratik katılım, toplumcu ekonomi modelini konfederal ulus, anayasa, siyaset ve vatan konsepti ve İmralı, Kandil, Avrupa ve TBMM boyutlu PKK hareketi;
Türkiye'nin tek kimliğe dayalı bir ulus yaratma hevesinin haklı olarak tepkilere yol açtığını ve bu yüzden Kürt sorununun ağırlaşarak bugüne gelen bir isyan hareketi olduğunu uluslararası  tüm platformlarda takdim ediyor, şımarıklık had safhaya ulaşmıştır.
 
*
Rağmen," Eşit vatandaşlık ilkeleri etrafında demokratik cumhuriyetin inşasıyla birlikte herkesin her hakkı kullanabildiği, ama kesinlikle ülkenin kamu düzeninin tehdit edilmediği, etnik ve mezhep temelli çatışma ortamının yaratılmasını imkansız kılacak " ana fikrinde "Çözüm Süreci" işletiliyor.
 
*
Çözüm Sürecinde 7 Haziran seçimlerine kadar Müzakereye Devam: İzleme Kurulunun Tertibi: Öcalan'a Sekreterya kurulması: Kamu Düzeninin Sağlanması: PKK Terör Örgütünün Silah Bırakması, Silah Bırakanların Eve Dönüşü ve Rehabilitasyonları aşamaları seçimlerin ardından da Demokratik Türkiye'nin inşasına başlanması öngörülüyor.
 
*
Elbette Türk-Kürt, Laik-Antilaik ve paralel devlet örgütlenmesi çerçevesinde ayrışmış toplum yapısıyla çözüm sürecinin yürütülmesinde  Kamu Düzeninin Sağlanması önem arzediyor. 
Nitekim polisin yetkisini arttıran, 'Kuvvetli şüphe' yerine 'makul şüphe' ye yer veren, "Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar"  kanunu TBMM'de görüşülüyor.
 
*
Yasa ile mevcut CMK'da, gözaltı için makul şüphenin aranacağı konusu "Kişinin bir suçu işlediğini düşündürebilecek emarelerin varlığı", tutuklama için "kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular" şekline eşitleniyor.
Terör ve paralel yapıyla mücadele keskinleşirken ilgili yasanın görüşmelerinde şiddetli tartışmalar yapılıyor. 
 
*
Çünkü, HDP esasen merkeziyetçi yönetime karşı çıkan ve yerel yönetimlerden en ücradaki evlere kadar örgütlenmiş  devletin ulus bağlantısından koparılmış milyonlarca Kürt'ün etnik, kültürel ve dini faktörler altında kendi yönetim biçimini bizzat belirleyen Demokratik Toplum Kongresinin yerel parlamentoya dönüşmesi ve Demokratik Özerkliğin bu merkezden yaygınlaştırılmasının önünün açılması talebinin seslendiriyor.
Bu mücadelede kazanımlarından eksilmemek için" 'Kamu düzeni sağlanmadan barış olmaz' diyorlar. Asıl tehdit barış sürecine inancın yitirilmesidir. Daha büyük felaket tanımıyoruz " yaygarası yapıyorlar...
 
*
Bu noktada HDP'yi doğru kılan tek şey bir vadede;Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın,"Bana güvenin.Tek Millet, Tek Bayrak,Tek Vatan" söylemidir.
Çünkü, Erdoğan'ın bu söylemi ne Türk'ü, ne Kürt'ü, ne Türkiye Cumhuriyeti, ne de Kürdistan'ı kapsıyor.
Bu söylem Osmanlı Devletinin yıkılması ve halifeliğin kaldırılmasıyla başsız ve karmakarışık kaldığı düşünülen İslam ülkelerini dini esaslar, dini bir çekirdek etrafında toplanmış ümmet anlayışında devletler konfederasyonunu kastediyor.
Bu amacı, bugün  artık bütün dünya biliyor.  
O yüzden Erdoğan "Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar" yasasıyla kendi elini güçlendirmekten gayrisini düşünmüyor. 
Dolayısıyla İslamcı olarak Kürtçüye sunduğu barıştan kakafoni çıkıyor...  
 
*
Halbuki, İslamcılığın demokrasi ile bir  ilgisinin olmadığı :İslamcılığın ülke ekonomilerini rekabetçi baskılara dayanabilecek bir ekonomi varlığı içinde tutmayı başaramadığı: Oluşturduğu taassubla İslami Cihad'ı teşvik ettiğini ve uluslararası tehdit haline geldiğini: İslamcı terör örgütlerinin ortadan kaldırılmaması halinde Ortadoğu'da istikrarsızlığın ebedileşeceği görülmüştür.
Uluslararası çapta İslamcılık, İslamcı Birliği ve türevi İslami Cihad örgütleriyle mücadele yürütülüyor.
O yüzden  Erdoğan sıra kendisine gelinceye kadar devlette paralel yapı kurmuş olan cemaatle savaşıyor.
İlgili yasanın çıkmasını bu amaçla da istiyor...
 
*
Sıra " Devrimin amacını kavramış olanlar sürekli olarak onu koruma gücüne sahip olacaklardır" diyen Büyük Atatürk'ün, makamında oturan Kemal Kılıçdaroğlu ve Yeni CHP'sinin  TBMM'de görüşülen "Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar"  kanununa karşı çıkışının anlaşılmasındadır.
 
*
Yeni CHP, birincisi: Atatürk'ün "Lâiklik yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyetini tekeffül etmek demektir. Ona göre düzeltiniz" ifadesi doğrultusunda bir tutumda değildir.
Türkiye'de din ve siyaset üzerindeki tartışma diğer ülkelerin aksine, Türkiye'nin Atatürkçü bir esas olan ve nihai amacı dini bireyselleştirmek ve kamusal hayatta görünürlüğünü sınırlamak anlamında anayasal lâiklik olmasına rağmen,
Yerine merkez sağ partilerin sahip çıktığı devletin çeşitli dinlere karşı tarafsızlığı ve dinin kamusal alanda görünürlüğüne izin veren pasif lâikliğin ikame edilmekte oluşuna da arkasını dönüyor.
Bir İslamcı iktidarın ilgili yasa ile elini kuvvetlendirerek,Türkiye'yi uluslararası çapta İslamcılık, İslamcı Birliği ve türevi İslami Cihad örgütleri ülkesine çevirmekte olduğunu ağzına almıyor.
Bir kaç oy için yeni CHP içine doluşmuş cemaatçileri ilgili yasanın gazabından korumayı amaçlıyor.
 
*
İkincisi; Atatürk'ün "Ulus varlığını ve yurt erginliğini korumak için bütün yurttaşların canını ve her şeyini derhal ortaya koymaya karar vermiş olmak, bir ulusun en yenilmez silâhı ve korunma aracıdır. Bu sebeple, Türk ulusunun yönetiminde ve korunmasında ulusal birlik, ulusal duygu, ulusal kültür en yüksekte göz diktiğimiz ülküdür" ifadesine rağmen, yeni CHP bir kaç oy için devletin ulus bağlantısından koparılmış milyonlarca Kürt'ün şımarıklılığını görmezden geliyor.
 
* 
Doğrusu,Türkiye'de ulusal birlik- bütünlük ve kamu düzeni alt-üst olmuştur.
Sonuçları ise 7 Haziran genel seçimlerine  yansıyacaktır...
 
20.2.2015 - kilicdaroglu partisinin grup toplantisinda konustu 111777 5

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir