Geçen hafta “Sürdürülebilir ekonomik büyüme için düşük faiz tek başına yeterli değil” diye açıklama yapan Merkez Bankası eski Başkanı Durmuş Yılmaz’a Cumhurbaşkanı Erdoğan oldukça sert cevap vermiştir.
BBC Türkçe’ye konuşan eski Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, faiz indirimi tartışmalarına değinerek düşük faizin ekonominin iyileşmesi için tek başına yeterli olmadığını söylemiştir. Türkiye ekonomisinin potansiyel büyüme oranının yüzde 5 civarında olduğunu hatırlatan Durmuş, son birkaç yılda büyümenin yüzde 3-3,5 düzeyinde kalmasının siyasi otoriteyi rahatsız etmesinin anlaşılabilir bir durum olduğunu açıklamıştır.
Yılmaz, “Düşük faiz ekonomik büyümenin yegane sebebi olsaydı bugün Avrupa’da ekonominin hızlı büyümesi gerekirdi, Amerika’nın hızlı büyümesi gerekirdi.” demiştir.
Erdoğan bu açıklamaya şu cevabı vermiştir: “Düşük faiz, büyüme oradaki tespitleri de çok çok yanlış… Şu anda ABD’yi az büyüyen bir ülke olarak nitelemek bir insanın bakar kör olmasıdır. Şu anda ABD’de faiz oranı nedir, enflasyon nedir? Bunu bir öğrensin. Acaba büyüme oranları bize göre nedir? Buna bakmak lazım.”
Enflasyonist ortamlarda paranın satın alma gücü düşer. Aşırısı ülke için zararlı olduğu gibi, çok düşük olması da ekonomide durgunluk yaratır. Gelişmiş ülkelerde (ABD, AB) enflasyon oranı ortalama yüzde 2 civarındadır.
Şimdi, konuyu açıklamaya çalışalım. Faiz oranı, kabaca paraya ulaşabilmenin maliyeti, ya da paranın getirisidir. Merkez bankaları, para politikalarına bağlı olarak faiz oranını piyasalara müdahale etmek amacıyla kullanır, ekonomideki duruma göre oranı yükseltir veya düşürür.
Bunu yaparken sadece ekonomik göstergeleri dikkate alır. Ekonomi dışı müdahaleler Merkez Bankalarının bağımsızlıklarını zedeler.
Ekonomide durgunluk varsa, Merkez Bankası faiz oranını düşürerek paraya daha ucuza ve daha fazla miktarda ulaşılabilinmesini sağlar. Böylece düşük faiz oranları ile borçlanabilen girişimciler ekonomiyi canlandırır. Bunun sonucunda işsizlik azalmaya başlar, daha fazla iş sahibi insan olması, tüketen ve talep eden kişi sayısını arttırır. Merkez Bankası faiz oranını yükseltirse, paraya ulaşabilmenin maliyeti artar, yatırımlar azalır, işsizlik artar.
Bir ekonomide dolanımda olan daha fazla para, daha fazla ekonomik canlılık, daha düşük işsizlik anlamına gelirken, daha az para, daha az ekonomik canlılık, daha düşük enflasyon, daha yüksek işsizlik demektir.
Merkez bankaları ekonomilerindeki sorunun çeşidine göre faiz oranlarında değişikliğe gider. 2008 küresel krizinin ardından durgunluk içerisine giren gelişmiş ülke ekonomileri krizi aşmak için faiz oranlarını tarihi rekor seviyelerine kadar indirmişlerdir.
Merkez Bankası faiz oranlarını artırırsa artan faiz oranları ülkeye yabancı sermaye girmesini teşvik eder. Ülkeye döviz girişi döviz arzını çoğaltır. Bu durum ülke parasının değerinin artmasına yol açarak ülkede üretilen malları nispi olarak pahalılaştıracağı için ülkenin ihracatını azaltır. Mal ihracının azalması, üretimi düşürür, işsizliğe yol açar.
Merkez Bankası ülkede sabit döviz kuru sistemi uygulanıyorsa dövizde arz fazlası olduğu için talep yaratarak döviz alımına başlar ve kuru kontrol altına alır. Sonuç olarak ülkeye giren yabancı tasarruflar (sıcak/soğuk) ülkedeki para miktarını artırıp, faizi düşürür ve ekonomi canlanır.
Eğer Merkez Bankası faizleri düşürse, yabancı sermaye büyük ölçüde sıcak para (sıcak para, ülkeye dışarıdan ihracat, turizm ve doğrudan yabancı sermaye yatırımları dışında gelen kısa vadeli para olup, sıcaklık bu tip sermaye hareketlerinin el yakmasıdır) ülkeden gider, dövize talep artar, döviz kuru artış eğilimi gösterir ve ülke parası değer kaybeder.
Bunun sonucunda ülkede üretilen mallar nispi olarak ucuzlar, ülke ihracatı belli şartlarda artar, işsizlik azalır. Kur kontrol altına alınacağı için Merkez Bankası döviz satarak piyasaya döviz arz eder.
Merkez Bankası’nın faizleri düşürmesi sıcak para girişini yavaşlatırsa, toplam ulusal para miktarı azalır, döviz pahalılaşır. Büyümek için yatırım yapan ve bu amaçla döviz kredisi alanların faiz yükü (kur farkı) artar.
Genelde yabancı yatırımcılar, mali amaçlarla getirdikleri bu parayla, geldikleri ülkedeki düşük kur ve yüksek faizden yararlanır. Kazanç elde ettikten sonra bu parayı geldikleri ülkelere geri götürür. Sıcak para niteliğindeki sermaye hareketlerinde mutlaka reel faizin yüksek, buna karşılık döviz kurunun düşük olması gerekir. Sıcak para hareketlerinin önlenmesinde dalgalı kur, önemli güvencedir.
Döviz arzı azalıp fiyatı artınca, ithalata bağlı olarak ithalat içerikli malların maliyeti yükselir. Bu da maliyet enflasyonunu tetikler, enflasyonist ortamlarda paranın satın alma gücü düşer, yurt içi talep daralır ve ekonomide durgunluk başlar.
Enflasyonun aşırısı ülke için zararlı oldu gibi, çok düşük olması da ekonomide durgunluk yaratır. Eğer ülkede faiz oranları enflasyonun altında ise, tasarruflar altın, döviz, arsa gibi alanlara kayar. Bu da büyüme hızını düşürür, üretim azalır, işsizlik artar.
Dışa açık bir ekonomide sermaye hareketleri serbest ise, faiz ya da döviz kurundan biri denetim altında tutulabilir. Faizler sabit iken sabit döviz kuru uygulanıyorsa, ülkeden sermaye çıkışı olur.
Türkiye ekonomisinde Şubat krizine kadar (19 Şubat – 23 Şubat 2001) sermaye hareketleri serbest iken faizlerde serbest bırakılarak döviz kuru “çapa” ile denetim altına alınmıştı. Şubat krizinden sonra döviz kurları serbest bırakılmış, faizler denetim altına alınmıştır.
Böylece dövize yönelik talep engellenmiş, fakat döviz kurları yükselmiştir. Şubat krizinden sonra sermaye hareketleri kısıtlanmıştır.
Türkiye’de Kasım krizi (22 Kasım – 5 Aralık 2000) ile Şubat krizi mali nitelikteki krizlerdir. Bu tip krizlerin para piyasasındaki yansıması, faiz ve kurlardaki artıştır.Mali krizler iki farklı nitelik taşır. Birincisi, spekülatif amaçlı ataklardır. İkincisi, piyasanın likidite ihtiyacından doğan ataklardan oluşan döviz talebi genişlemesi sonucunda ortaya çıkan krizlerdir.
Açık bir ekonomide para piyasasında mali kriz ortaya çıkınca, krizi ortadan kaldırabilmek için kullanılacak iki araç vardır. Bunlar; döviz kuru ve faiz oranıdır. Mali krizin sebebi spekülatif hareketler ise, her iki araç (kur-faiz) birlikte kullanılmalıdır. Döviz talebi artarken milli parayı çekici kılmak için döviz rezervleri kullanılarak döviz talebi karşılanır. Artan faiz oranları talebin yönünü TL’ye doğru değiştirir. (S. Rıdvan Karluk, Türkiye Ekonomisi, 13 Baskı, İstanbul, 2014)
Türkiye’de 2014 yılı enflasyon oranı TÜFE bazında yüzde 8.17, TCMB bir haftalık repo faiz oranı ise 21 Ocak 2015 tarihi itibariyle yüzde 7.75’dir. ABD Merkez Bankası FED 18 Eylül 2014 tarihinde faiz oranlarının yüzde 3.75, büyüme oranının da yüzde 2.3-2.5 olacağını tahmin ederken, enflasyon tahminini ise yüzde 1.5-1.7 olarak korumuştur.
ABD’de faiz oranı enflasyon oranının yüzde 2.25-2.05 üzerindedir. Türkiye’de ise aradaki fark 4.20’dir.
Bir ülkede faiz oranı enflasyonun altında kalırsa, bu durum ekonomik istikrarı bozar. Faizlerin düşmesi isteniyorsa, mutlaka enflasyonun düşürülmesi gerekir. TCMB’nın asli görevi de enflasyonu düşürmektir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Enflasyon şuraya inerse faizi şuraya indireceğiz mantığı yanlış bir mantıktır. Faizi yüksek tutarsan enflasyon yüksek olacaktır” açıklaması sonrasında dolar Türk Lirası karşısında rekor kırmıştır.
Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, enflasyonun Ocak’ta 1 puandan fazla düşmesi durumunda 4 Şubat’ta ara toplantı yapılacağını açıklamıştı. Ancak Ocak’ta enflasyonun 0,93 puan gerilemesi sonrası banka faiz için ara toplantı yapmama kararı almıştı.
TCMB’nin erken toplantı yapmama kararının ardından 2,40’ların altına gerileyen dolar, Erdoğan’ın açıklamaları sonrası 2,44’ün üzerine çıkmış ve de günü 2.4360 seviyelerinden kapatmıştır.
Faiz politikasını enflasyona karşı kullanırken ekonomideki talep ve maliyet enflasyonlarını ve bunların dengedeki ağırlıklarını iyi belirlemek gerekir. Aksi takdirde beklenmedik sonuçlar karşımıza çıkabilir.
Enflasyon düşmeden faizler düşürülürse, ne gibi sonuçlar olacağı yukarıda özetlenmiştir.