Atatürk’ün pek bilinmeyen, ya da unutulan projelerinden biridir İnsanlık Projesi. Onun “Yurtta barış dünyada barış” sözü aslında bu projesini özetler.
Atatürk’ün İnsanlık Projesi, ulusaldan evrensele uzanan bir özgürlük, bağımsızlık, kardeşlik ve barış idealidir.
Atatürk’ün kurtuluş formülü bağımsızlık, uluslaşma ve çağdaşlaşmadır. Çağdaşlaşabilmek, daha doğrusu Atatürk’ün ifadesiyle “tek uygarlığa” mensup olabilmek için her şeyden önce uluslaşmak; kendi tarihinden, kendi kültüründen beslenmek gerekir. Atatürk’ün 1930’lardaki Türk Tarih ve Dil Tezleri, antropoloji çalışmaları; Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu ve Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ni kurdurması, yerli ve yabancı bilim insanlarına Türk tarihinin, Türk dilinin, Türk kültürünün izlerini arattırması aslında hep uluslaşmaya yönelik çalışmalardır. Atatürk bu çalışmalarıyla Şevket Süreyya Aydemir’in ifadesiyle sadece Türklerin köklerine değil “insanlığın kaynaklarına yönelmiştir”:
Aydemir’in deyişiyle, “… Şu bir gerçektir ki, bir zaman geldi Atatürk, dünya yuvarlağı üstünde insanın yüzyıllık macerasını sanki avucunun içinde seyreder gibi oldu…” Atatürk, binlerce yıllık Türk tarihini ve zengin Türk dilini açığa çıkartarak sadece Türk kültürüne değil, dünya uygarlık mirasına da büyük bir katkı sağlamıştır. Atatürk’ün tarih ve dil çalışmaları insanlığın “ortak köklerine” vurgu yapan, birleştirici niteliğe sahip çalışmalardır. Aydemir’in ifadesiyle, “Bütün insanlığı, bir ve kardeş köke bağlamak? Bütün insanlığı bir ve kardeş bilen, insanları dünya vatandaşları olarak gören o soy insan için bu ne engin heyecan kaynağıdır.”
Atatürk’ün söylem ve eylemleri ile 1920’lerde 1930’larda billurlaşan İnsanlık Projesi’nin -sırasıyla- aşamaları şunlardır:
-
- 1. Emperyalizme karşı kurtuluş savaşı.
-
- 2. Geri kalmışlığa karşı uygarlık savaşı
-
- 3. Yurtta barış dünyada barış ilkesi,
- 4. Uluslararası bölgesel paktlar/ barış çemberleri.
Atatürk’ün İnsanlık Projesi’nin ilk adımı, tüm mazlum milletlerin, emperyalizme başkaldırarak verecekleri kurtuluş savaşlarıyla “tam bağımsızlık” kazanmalarıdır. Atatürk, yüzyılın başında emperyalizme karşı verdiği bir kurtuluş savaşıyla yarı bağımlı, savaş yorgunu Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazından tam bağımsız ve çağdaş bir ulus devlet kurmayı başarmıştır. Atatürk, birçok kere Kurtuluş Savaşı’nın “emperyalizme ve kapitalizme başkaldırı” olduğunu ifade etmiştir. Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nın sadece Türkiye’nin değil bütün mazlum milletlerin kurtuluşunu amaçladığını vurgulamıştır:
“Türkiye’nin bugünkü mücadelesinin yalnız Türkiye’ye ait olmadığını tekrar etmek lüzumunu hissediyorum. Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı, belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye’nin müdafaa ettiği dava mazlum milletlerin bütün Şark’ın (Doğu)’nun davasıdır.”
Mazlum milletlerin bir gün özgür, bağımsız olacağına da inancı tamdır:
“Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün Doğu milletlerinin de uyanışını öyle görüyorum. (…) Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetilmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı olacaktır.”
“İnsanlığa yönelmiş fikir hareketi er geç muvaffak olacaktır. Bütün mazlum milletler zalimleri bir gün yok edecek ve ortadan kaldıracaktır. O zaman dünya yüzünden zalim ve mazlum kelimeleri kalkacak, insanlık kendisine yakışan bir toplumsal duruma erişecektir.” demiştir.
Görüldüğü gibi kurtuluş savaşı ustası Atatürk, insanlığın gerçekten özgürlüğüne ve barışa kavuşabilmesi, “yeni bir uyum ve işbirliği çağının” kurulabilmesi için emperyalizmin, sömürgeciliğin son bulması gerektiğine yürekten inanmıştır. Bu nedenle sömürgeci ve emperyalist devletleri “lanetlemiştir”: “İstilacı ve saldırgan devletler, yerküresini kendilerinin malı, insanlığı kendi hırslarını tatmin için çalışmaya mahkûm esirler saymaktadır. Bunların amacı zulüm ve baskı olduğu için onları lanetle anmakta kendimizi haklı görüyoruz.” demiştir. Atatürk, emperyalizmin “barış” kavramının arkasına gizlenen sinsi planlarının da farkındadır. Şöyle demiştir: “İnsanları mutlu edeceğim diye, onları birbirine boğazlatmak, insanlıktan uzak ve son derece üzülünecek bir yöntemdir. İnsanları muştu edecek biricik araç, onları birbirine yaklaştırarak, onlara birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddi ve manevi gereksinimlerini karşılayan hareket ve enerjidir. Dünya barışı içinde insanlığın gerçek mutluluğu, ancak bu yüksek ideal yolcularının çoğalması ve başarılı olmasıyla mümkün olacaktır.”
20. yüzyılın başarıya ulaşan ilk ve tek antiemperyalist mücadelesinin baş mimarı Atatürk’ün izinden giden, emperyalizme baş kaldıran başka mazlum milletler de olmuştur, ancak maalesef hiçbiri Türkiye’nin gösterdiği başarıyı göstermemiştir. Bu da Atatürk’ün sözünü ettiği o “uyum ve işbirliği çağının” başlamasını geciktirmiştir.
Atatürk’ün İnsanlık Projesi’nin ikinci adımı, kurtuluş savaşıyla “tam bağımsızlığını” kazanan milletlerin, uygarlık savaşıyla çağdaşlaşmasıdır.
Atatürk bunu, (akıl+bilim= çağdaşlaşma/uygarlaşma) formülüyle hayata geçirmiştir.
Atatürk’ün insanlık Projesi’nin özü ise “Yurtta barış dünyada barış” diye formüle ettiği barışseverliktir. Ömrünün 17 yılı savaş meydanlarında geçen Atatürk, “Zorunlu olmadıkça savaş bir cinayettir” diyerek bir barış çağının açılması için mücadele etmiştir.
Şu sözler de Atatürk’ündür:
“Mutlaka, medeni, insani ve barışçı ülkü belirmeli idi.”
“Savaşçı olmam; çünkü, savaşın acıklı hallerini herkesten iyi bilirim.”
“Biz kimsenin düşmanı değiliz, yalnız insanların düşmanı olanların düşmanıyız.”
“Bizim intikamımız, zalimlerin zulmüne karşıdır.”
“Onlarda zulüm hissi yaşadıkça bizde de intikam hissi devam edecektir.”
Atatürk, -kendini korumak, ülkesini savunmak dışında- savaşı “cinayet” olarak gören bir komutandır. Kurtuluş Savaşı sonunda, Lozan Antlaşması öncesinde yeni bir savaş tehlikensin ortaya çıktığı günlerde bu düşüncesini şöyle ifade etmiştir: “Her halde şu veya bu nedenler için ulusu savaşa sürüklemek yanlısı değilim. Savaş zorunlu ve yaşamsal olmalı. Gerçek görünüm şudur: Ulusu savaşa götürünce vicdanımda ezinç duymamalıyım. Öldürenlere karşı ölmeyeceğiz diye savaşa girebiliriz. Ama ulusun yaşamı tehlikeye karşı karşıya kalmayınca savaş bir cinayettir”
Atatürk’ün barışseverliğinin en açık kanıtı düşmanına bile saygı duymasıdır. Bir zamanlar savaştığı Anzaklar için sonradan söyledikleri, düşman Yunan komutanlara davranışı, bir zamanlar savaştığı Venizelos’la kurduğu dostluk vb. Ayrıca Atatürk Türkiyesi barış, huzur arayanların sığındığı güvenli bir liman olmuştur. Örneğin, Stalin’le anlaşmazlığa düşen Troçki, Hitler Almanyası’ndaki Nazi baskısından kaçan Alman bilim insanları Türkiye’ye sığınmıştır.
Atatürk’ün dış politika anlayışının temelinde de barışçı politika vardır. Şöyle demiştir: “Türkiye’nin güvenliğini gaye tutan, hiçbir milletin aleyhinde olmayan barış istikameti bizim daima ilkemiz olacaktır.”
Atatürk “Yurtta barış dünyada barış” ilkesinin insanlığın ilerlemesinde en esaslı etken olduğunu belirtmiştir: “Türkiye Cumhuriyeti’nin en esaslı ilkelerinden biri olan ‘yurtta barış dünyada barış’ gayesi, insaniyetin ve medeniyetin refah ve ilerlemesinde en esaslı etken olsa gerekir. Buna elimizden geldiği kadar hizmet etmiş ve etmekte bulunmuş olmak, bizim için övünülecek bir harekettir.”
Bir keresinde de “Barış, milletleri refah ve mutluluğa eriştiren en iyi yoldur” demiştir. Atatürk, Türk dış politikasının barış fikrine dayalı olduğunu, uluslararası her hangi bir soruna barış yoluyla çözüm aramayı hedeflediklerini belirterek, “Milletlerarası barış havasının korunması için Türkiye Cumhuriyeti yapabileceği herhangi bir hizmetten geri kalmayacaktır” demiştir.
Atatürk sürekli barışın şartlarını da şöyle açıklamıştır: “Eğer devamlı barış isteniyorsa kitlelerin vaziyetlerini iyileştirecek uluslararası tedbir alınmalıdır. İnsanlığın bütününün refahı, açlık ve baskının yerine geçmelidir. Dünya vatandaşları, kıskançlık, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde eğitilmelidir.”
Görüldüğü gibi Atatürk sürekli barış için “açlık” ve “baskının” ortadan kaldırılıp “insanlığının bütünün refahının” sağlanmasını ve dünya vatandaşlarının “kıskançlık”, “açgözlülük” ve “kinden” uzaklaşacak şekilde eğitilmeleri gerektiğini belirtmiştir.
Sinan MEYDAN, “Bütün Dünya”, Şubat 2015
[email protected]
PDF
kaynak: Güncel Meydan
Bir yanıt yazın