Ermeniler’in maruz kaldığı “Zorunlu İskân” veya “Sürgün”, sadece 1915 yılında Osmanlı döneminde maruz kaldıklarıyla sınırlı değildir. Bu insanlar, tıpkı Yahudiler gibi, tarih boyunca farklı devletler tarafından da zorunlu göçe ve zorunlu iskana tabi tutulmuş bir ulustur. Kim bilir bu durum, belki de yine tıpkı Yahudilerin olduğu gibi, Ermenilerin karakterinin de, fitneye, fesada, ikiyüzlülüğe ve sürekli olarak güçten yana tavır koymaya, ayrıca Yahudilerden farklı olarak biraz da kandırılmaya ve gaz vermeye müsait olmasından kaynaklanmaktadır!
Romalıların, M.S. 70 yılında Filistin’de oturan Yahudileri topluca ve etkisi yaklaşık 2000 sene devam edecek boyutta sürgüne gönderdikleri, daha doğrusu sınır dışı ettikleri bilinmektedir. Tıpkı Yahudiler gibi; özellikle Roma İmparatoru II. Basileios döneminde, Ermenilerin önce Doğu Anadolu’dan ve Kafkasya’dan Merkezi Anadolu’ya, oradan da Kilikya bölgesine sürüldüklerine ilişkin bilgi ve belgeler de var elimizde. Çağdaş Ermeni tarihçisi Urfalı Mateus, Romalıların Ermenilere yaptıklarını şöyle anlatır kitabında:
“Ermeni milletinin, Türklerin, öksüzlüğün, yalancı hâmilerin ve korkak Grek Milleti’nin yüzünden çektiği ıstırapları kim birer birer tasvir edebilecektir? Çünkü onlar (Grekler), Ermeni Milleti’nin kumandanlarını kendi ev ve eyaletlerinden çıkarıp götürmüşler ve Ermenistan’ın krallık tahtını devirmekle askerlerin ve kumandanların desteği olan suru kendi elleriyle yıkmışlardı. Kaçmayı kendileri için bir zafer ve kahramanlık addeden bu Grekler, kurdu görür görmez kaçmaya başlayan kötü çobanlara benzediler. Grekler, Ermenistan kalesini tamamıyla yıkmak işinde büyük gayretle çalıştılar ve İranlılar (Türkler) tekrar taarruz ettikleri vakit kazanılan zaferleri kendilerine mal ettiler. Onlar utanmaksızın hadım kumandanlar ve haremağası askerlerle Ermenistan’ı müdafaa etmeye kalkıştılar. Halbuki Müslüman İranlılar (Türkler), bütün Şarkın sahipsiz kaldığını görünce kuvvetli ordularla beraber bir sene içinde İstanbul’un kapılarına kadar ilerlediler. Ermenistan, Greklerin elinden alındıktan sonra Ermeniler Romalıların bütün fenalıklarından kurtulmuş oldular…”(1)
Bizanslılar, Doğu Anadolu’da ve Kafkasya’da fethettikleri topraklarda yaşayan bu insanlardan bir kısmını, Trabzon’a, diğer önemli bir kısmını da önce İç Anadolu’ya, oradan da Kilikya’ya sürmüşlerdir. Ermenilerin başta Kapadokya olmak üzere, İç Anadolu ve Çukurova’daki varlıkları işte bu zorunlu göçlere dayanmaktadır. Vaktiyle Saimbeyli Müftüsü’nün, Saimbeyli’de, “Bu aslında bir Ermenidir, ataları tehcirden kurtulmak için din ve isim değiştirmişler. Bu adam da onların torunlarındandır” şeklinde tanıtmış olduğu Türk vatandaşı da, muhtemelen Bizans sürgünüyle bölgeye gelen Ermenilerin torunlarındandı.
2009 yılında medyaya yansıyan ve İstanbul’da iş adamı olarak faaliyette bulunurken, intihar ettiği söylenen Sevan İnce isimli Ermeni Kökenli Türk vatandaşının mektubunda söyledikleri de aslında Saimbeyli Müftüsü’nün bize söylediklerini doğrular niteliktedir. Şöyle diyordu mektubunda Sevan Bey:
“Hikaye şudur kısaca: Tebanın bir bölümü, emperyalist güçlerin gazına gelip ayrılıkcılık yapmıştır. Buna kızan Osmanlı hükümeti, bölgede tehcir (göç) kararı almıştır. Osmanlı tarafından örgütlü bir biçimde kıyım yapılmamıştır! Hastalık dışındaki ölümler, münferit olaylardır ve sürgünlerin yanlarında götürdükleri altın paraları gasp etmeyi amaçlayan eşkıyalarca yapılmıştır! Ülkenin Batı bölgelerinde yaşayan Ermenilerin kılına dokunulmadığına göre, buna soykırım denemez! Ayrıca söz konusu 1.5 milyon Ermeni sayısı, ölü değil, kayıp sayısını ifade eder. Biz Türk Ermenileri iyi biliriz. Anadolu bu olaylar sırasında ve sonrasında Müslüman olmuş Ermenilerle doludur. Daha sonra, serbest olmasına rağmen, Müslümanlığı bırakıp kendi dinlerine dönmemişlerdir. Ve geçmişlerini gizledikleri için kayıp hanesine yazılmışlardır. Konuşmak gerekirse biz konuşur olayların uzun öyküsünü anlatırız!”(2).
Bu demektir ki; 1915 yılında, sanat, zanaat, ticaret gibi ekonomik işlerle meşgul olanların yanı sıra din olarak İslamiyet’i kabul edenler de “Zorunlu İskân” uygulamasından muaf tutulmuşlar, eskiden beri yaşadıkları bölgelerde yaşamaya devam etmişlerdir. Bu din değiştirmeyi, sadece 1915 ile sınırlandırarak, “Ermeniler, sürgün edilmekten korktukları için Müslüman oldular” demek de en azından bazı Ermeniler için doğru olmayacaktır. Ermeniler, 1915’ten çok önceleri Müslümanlığı kabul etmeye zaten başlamışlardı ve zaten 1915’ten sonra Müslüman olan Ermeni sayısı pek azdır. Bu noktada Anayasa Mahkemesi’nce kapatılan Refah Partisi (RP) Erzurum Milletvekilliği de yapan ve Şeyh Sait’in torunlarından olan Abdülilah Fırat’ın sözleri oldukça kayda değerdir. 26.10.2006 tarihli Zaman gazetesinde Ahmet Dinç isimli gazeteciye vermiş olduğu röportajda şunları söylemiştir Abdülilah Fırat:
“Dedelerim zamanında binlerce Ermeni Müslüman olup Kürtleşti. Bölge halkı bu insanlarla kirvelik yaptı. Sadece dedemin babası Şeyh Mahmud Feyzi zamanında 500’ün üzerinde Ermeni köyü toptan Müslüman oldu. Bu kişiler 1915’teki olaylar sırasında ortada durdular (tarafsız kaldılar). Ne Ermeni’den ne de bizden yana oldular. Olayları önlemek için çok uğraştılar. Ancak PKK olayı çıktıktan sonra bu köylerin çoğu PKK’dan yana oldu ve bize tavır aldı… Seçim çalışmalarım sırasında, PKK hadisesinin de tesiriyle, Hınıs’ın dedemin babası zamanında Müslüman olmuş bir köyüne beni sokmak istemediler. Fakat oradan biri, ‘Bu kişi, bizi irşat edip İslam’la şereflendiren Şeyh Mahmud Feyzi’nin torunudur.’ deyince girdik ve iyi karşılandık. Hınıs’ta çok vardır böyle köyler, başka yerlerde de çok var. Yani bu PKK gelince bize karşı dahi bu yerlerde tavır oluştu. 1915 olayları sırasında, sonradan Müslüman olan bu Fille köyleri ne Ermeni’den, ne de bizden yana oldu. Ortada durdular ve olayları önlemek için çok uğraştılar, en çok üzülenler de onlar oldu. Kürtler bunlarla kirve olmuştur. Şu anda biz onları kendimizden ayrı görmüyoruz. Ama PKK olayı çıktıktan sonra bu köylerin çoğu PKK’dan yana oldu ve bize tavır aldılar…”(3)
Aslına bakılırsa; Abdulilah Fırat’ın Ermenilerle PKK Terör Örgütü arasındaki ilişki konusunda söyledikleriyle, Ermeniler hakkındaki araştırmalarıyla da tanınan Tarih Profesörü Yusuf Halaçoğlu’nun söyledikleri arasında öz olarak hiçbir fark yoktur. Halaçoğlu da “PKK Terör Örgütü’nün %80 oranında Ermeni kökenli militanlardan oluştuğunu” söylemişti 2010 yılında.(4)
Ayrıca Abdulilah Fırat’ın aynı mülakatta; “…Olayları Ermeniler başlatmışlardır. Ermeniler huzursuzluk çıkarıp sağa sola saldırınca Kürtler de buna karşılık Hamidiye alayları içinde silahlandı. Katliamı ve silahlanmayı her yerde Ermeniler başlattı. Avrupalılar Fedai-yi Fillan’ı (Ermeni Fedaileri) silahlandırınca, Osmanlı da Kürtleri silahlandırdı. Hamidiye alayları, Müslümanları Ermeni saldırılarına karşı korumak için kuruldu… Ermenilerle Kürtler arasında oluşan kin ve nefreti Ermenileri silahlandıranlarla ‘soykırım yapıldı’ diyenler aynıdır. Ermenilerin Kürtlere karşı bir hıncı vardır…”(5) şeklinde dile getirdiği ifadeler, öteden beri dillendirilen “Zorunlu göç sırasında, göç güzergahı boyunca zaman zaman yaşanan aşiret ve çete saldırıları sebebiyle Ermenilerden ölenler olmuştur” şeklindeki kanaati de doğrulayan ifadelerdir aslında
Elbette Sevan İnce’nin yukarıda bahsi geçen mektubunda dile getirdiği;”Osmanlı tarafından örgütlü bir biçimde kıyım yapılmamıştır! Hastalık dışındaki ölümler, münferit olaylardır ve sürgünlerin yanlarında götürdükleri altın paraları gasp etmeyi amaçlayan eşkıyalarca yapılmıştır.Ülkenin Batı bölgelerinde yaşayan Ermenilerin kılına dokunulmadığına göre, buna soykırım denemez!”(6) şeklindeki kanaati de doğruluyor ve bir anlamda itiraf ediyor Şeyh Sait’in Torunu Abdülilah Fırat! Tıpkı Ahmet Türk gibi.
Ne diyordu geçenlerde Almanya’da yapmış olduğu konuşmada BDP’li Mardin Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı da olan tecrübeli Kürt Politikacı Ahmet Türk:
“Bizi bugünlere getiren kahraman şehitlerimizi bir kez daha rahmet ve minnetle anıyoruz. Halkımızın özgür olması coğrafyamızdaki Ermeni’nin, Süryani’nin, Ezidi’nin ve herkesin özgür olması anlamına geliyor.Türkiye’nin demokrasi güçleri ile yeni bir yaşamın nüvelerini atıyoruz. Bütün çalışmalarımızın temelinde halkların kardeşliği esprisi vardır. Atalarımızın Ermeni ve Süryani halkına yaptıklarından dolayı utanç duyuyoruz. Ermeniler ve Süryaniler ne zaman bu kadim toprakları terk ettiyse o zaman yoklukla ve fakirlikle tanıştık. Onlar ülkemizin zenginliğiydiler…”(7)
Ahmet Türk’ün, “Kahraman Şehitlerimiz” den kastının, Kahraman Türk Şehitleri olmayıp, PKK’lı militanlar olduklarında ise asla şüphe yoktur. Yoksa hangi dağda kurt öldü de PKK’nın siperinde siyaset yapan Ahmet Türk gibi bir adam, çoğu, dağlardan, uçurumlardan düşerek veya mayına basıp parçalanarak hayatlarını kaybeden Mehmetçiklerimize “Kahraman Şehitlerimiz” demiş olsun!
________________
1-Prof. Dr. Mehmet Ersan, Selçuklular Zamanında Anadolu’da Ermeniler, s,19, TTK Yayını, Ankara-2007.
2- ,
3- .
4- ,
5- .
6- ,
7-
Yazıları posta kutunda oku