GIRTLAKLAMAK HAKKI VE GIRTLAKLANMIŞ DEMOKRASİ…
– (Aman dikkat! Sakın başkanlık sistemini eleştirmeyin!)
Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’nun sözünü duydunuz mu?
Şöyle demiş:
-“Biri, Başkanlık sistemi diktatörlük getirir dediğinde, gırtlaklamak istiyorum”..
Gırtlaklamanın anlamı belli:
Boğazlamak; birinin boğazından sıkıp, nefessiz kılmak ve öldürüp, yok etmek…
Sözlük anlamı bu:
Elbette bir hukuk hocasının, birini çıkıp nefessiz kılıp oldörmek ve yok etmek gibi bir düşünce taşıdığını düşünemeyiz…
Kuzu’nun bunu söylemek istemediğini elbette biliyoruz.
Gerçekte, dediği eleştiriyi yapan kişiyi gerçekten gırtlaklamak istediğini de ileri süremeyiz.
Bir mecazi söz söylemiş…
Bu yorum yapıldığında tepesinin nasıl attığını, kanının beynine yürüdüğünü, son derece hiddetlendiğini anlatmak istemiş.
Ancak iş önemli:
Bugün, Türkiye için önerilen başkanlık sisteminin, bir Ortadoğu ülkesi olarak Türkiye’nin yakın tarihine bakarak, başkanlık sisteminin gerçekten de bir diktatörlüğe yol açabileceğini düşünebiliriz…
Neden?
Fark ettiniz mi bilmem!
Burhan Kuzu ve onun gibi düşünenler, başkanlık sistemini savunmak için kanal kanal geziyorlar.
Neden başkanlık sistemine gereksinim duyduğu sorusuna; “istikrar”, “koalisyonlardan kurtulmak”, “hızlı karar vermek” ve “manevra yapmak” gibi kalıplaşmış gerekçelerin dışında bir şey söyleyemiyorlar.
Hatta sayın Kuzu, otuz yılını bu işe verdiğini söylüyor.
Oysa o otuz yıllık uğraşısı, bugün Türkiye’de yaşayan garabeti milletin başına sardı.
“Yes evet be Annem!” oylamasında, cumhurbaşkanını parlamentonun değil de halkın seçmesiyle, fiili durum ortaya çıkacağını pek çok aklı eren söyledi de; bunlara en büyük tepkiyi o verdi.
Sonunda da seçilmiş bir başbakanla seçilmiş bir cumhurbaşkanı gibi iki başlı bir yapı ortaya çıktı.
Sen önce parlamenter sistemi deforme et; sonra da bu olmuyor, başkanlık sistemi iyidir de!
Neymiş?
Başkanlık sistemi, ülkeyi çift başlılıktan kurtaracakmış…
Oysa iyi işleyen bir parlamenter sistemde, hukuk kurallarına uyulduğu zaman çift başlılık niye olsun ki!
Bugün Türkiye’de bir çift başlılıktan yakınılıyorsa, biraz da hukukun yeterince işletilemediğine vurgu yapmamız gerekmiyor mu?
Onu da geçtik; yalnız hukukun işletilmemesi değil, hukukun kimi durumlarda askıya alındığına da tanıklık etmekteyiz…
Kim olursa olsun; biri çıkıp hukuk bana göre olmalı, bana göre olmayan hukuku tanımıyorum dediğinde; eskilerin dediği gibi “ihkak-ı hak” olur…
Yani kişiler, hukuktan beklediğini elde edemediğinde, kendi işini kendi görmeye başlar…
Bunun da parlamenter yada başkanlık sistemleriyle bir ilgisi yoktur…
Türkiye’nin bugün acil olarak ihtiyaç duyduğu şey, sistem değişikliği değil, hukukun üstünlüğü ilkesinin işletilmesidir.
Hukuk üstün tutuluyorsa ve siyasal düzen, güçler ayrılığı ilkesine dayanıyorsa, demokrasiye kapıyı zaten açtınız demektir.
Bu son derece açık ve geçerli bir durumdur.
Diktatörlükler, güçler arasındaki ayrılığı ve bağımsızlığı ortadan kaldırıp, yürütmenin öteki iki gücü baskılamaya başlamasıyla ortaya çıkan baskıcı bir yönetim biçimidir. Bu cumhuriyette de olur; derken cumhuriyetin uygulama biçimleri olan parlamanter sistemde de başkanlık modelinde de…
Demek ki sorun, sistemde değil, kafalardaymış…
Hukuka saygı duyulmuyorsa bir ülkede; güçler ayrımı önemsenmiyorsa, kafa aynı kafa olduktan sonra, başkanlık sistemi gelse ne olur, gelmese ne olur!
Onu da geçelim ve başka bir soruyu soralım:
Başkanlık sisteminin, genel olarak demokrasilerde federatif yönetim biçimlerinde olduuğunu biliyoruz. Ülke eyalet sistemine ayrılmış; yerel parlamentolar kurulmuş; bunların bir üst işleyiş biçimi olarak, en üstte başkanlık sistemi oturtulmuştur.
Böyle bir sisteme ilişkin Türkiye’nin ne kadar deneyimi var?
Yoksa gerçekten gelecekte, eyalet sistemine geçilecek, yerel parlamentolar kurulacak da onun için mi hazırlık yapılıyor?
Tarihin akışının tersine, başkanlık sistemine geçildiğinde, bir süre sonra, başkanlık sistemi ile üniter yapı olmuyor; yerel yönetimleri güçlendirip, muhtariyet ilan edip, parlamentolar oluşturalım da sistem yürüsün mü denilecek?
Türk Ulusunun yazgısını elinde tutan bir irade, bu denli aykırı bir düşünceyi kendi içinde geliştirebilir mi?
Parlamenter sistemi bile tam ve düzgün olarak yürütemezken, hiç bir bilgi ve deneyimimiz olmayan başkanlık sistemine yarım yamalak geçilmesi durumunda yaşanacak karmaşaya, kaosa ve savrulmalara, bin bir türlü sorunu olan ülkenin dayanabileceğini düşünebiliyor muyuz?
Sorun çok çetin ve derindir…
Başkanlık sisteminin hiç bir yönden uygulama şansı yoktur.
Nedenleri sıralayalım:
Bir: Türkiye’nin toplumsal yapısı buna uygun değildir.
İki: Demokrasi kültürümüz, yüz elli yıllık geçmişiyle, başkanlık sistemine göre değil, parlamenter sistemin birikimine sahiptir. Alışkanlıklarımız ve sezgilerimiz bu yöndedir…
Üç: Başkanlık sistemi geleneği olmadığı ve kurumlarımız buna göre düzenlenmediği için, uygulama söz konusu olduğunda, geçmiş deneyimlerimize bakarak özgürlük alanlarının neredeyse tümüyle yok olacağını ve bunun da toplumu içinden çıkılamaz katı bir yönetime götüreceği söylenebilir.
Bu durum, Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan olma anlamı taşır…
Bu durum bu denli aleni ise; niçin birden başkanlık tartışmaları alevlendi?
Yoksa bu, başka şeyleri göz ardı etmek için Türkiye’nin önüne atılmış bir gündem değiştirme operasyonlarından biri midir?
Örneğin çözülme sürecinde bugün Cizre’de ve Şırnak’ta yaşananlar değil de milletin ve siyasetin büyük ölçüde karşı olduğu başkanlık sistemi ısıtılıp milletin önüne konuluyor?
Bir gündem değişikliği olduğu kesin…
Ancak bunun niçin yapıldığı üzerine bence düşünmek de gerekiyor.
Ancak sayın Kuzu, başkanlık sisteminin diktatörlük getireceğini söyleyenleri gırtlaklamak istediğini söylemiş ya artık Türkiye’de “gırtlaklanmış” bir özgürlük alanı olduğu söylenebilir…
Aman dikkat!
Sakın başkanlık sistemini eleştirmeyin!
Her an gırtlaklanmak, işten bile değil!
Kemal Arı, 4.2.2015