Moskova’ da Şam yönetimi ve Cenevre toplantılarında yok sayılan Suriye partilerinin oluşturduğu iç muhalefetin görüşmeleri yapıldı.
Muhalefet,başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere siyasi mahkum ve esirlerin serbest bırakılmasını, Suriye’nin istisnasız tüm bölgelerine gıda yardımı yapılmasını ve bunlara uyulup uyulmadığının denetlenmesi için ortak insan hakları komisyonu kurulmasını da kapsayan 10 maddelik bir planı Şam yönetimine verdi.
Görüşmelere küresel ve bölgesel oyuncuların rejime karşı bir araya getirdikleri, birbirinden çok farklı gruplar ve bireylerden oluşan, o yüzden her bir grubun diğer gruplardan ciddi farklılar gösteren bir takım hak ve iddiaları temsil eden ve İstanbul’ u merkez tutan Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu katılmadı.
*
Çünkü, Moskova görüşmeleri öncesinde Suriye rejimi anayasal, kanuni ve meşru sorumluluk olarak güvenliğin tesis edilmesinden birinci derecede sorumlu olduğunu, Suriye’ nin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü için BM garantisinde savaşan silahlı güçlere her türlü desteği veren devletlerin desteklerini kesmesini, sınırların denetimi için bir mekanizmanın oluşturulmasını sonra ulusal bir misak çerçevesinde toplumun tüm bileşenlerinin temsil olacağı genişletilmiş bir hükümetle yeni Suriye’ nin siyasi geleceğinin oluşturulmasını istiyordu.
Buna karşılık Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu ise Recep Tayyip Erdoğan’ın desteklediği ” geçiş yönetimi kurulduğunda Esad ve arkadaşları yönetimde olmamalıdır, muhalefetin temsilini Ulusal Koalisyon yapmalı, seçimi geçiş yönetimi ve uluslararası gözlemciler yapmalıdır ” talebinde bulunuyordu.
*
Nitekim Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu Moskova’da görüşme koşullarının oluşmadığını, müzakerelerin Esad’ ın siyasi rolünü meşrulaştırmaktan öte bir sonuç doğurmadığının kanaatindedir.
Rusya’ nın grupları ya da temsilcileri değil, bireysel düzeyde muhalifleri Moskova görüşmelerine çağırması da eleştiriliyor ve temsiliyetine itiraz ediliyor.
Doğrusu Ulusal Koalisyonda önceliği daha ziyade Mart’ta başlayacak olan ve 3 yılda 15 bin Suriye muhalifi kişinin eğitilmesinin hedeflendiği “eğit-donat” programına ilişkin heyecan önceliği alıyor.
Çünkü hedefin kim olduğu ya da eğitilecek muhaliflerin ” IŞİD’le veya rejimle ” mi savaşacağına ilişkin herhangi bir açıklık bulunmuyor ve bu belirsizlik dikkat çekiyor…
*
Rağmen Rusya, Moskova görüşmelerinde iki tarafın da istekleri arasında bir arabuluculuk sağlamanın dışında herhangi bir söz vermemiştir.
Ama “Müzakerelerden uzak durmaya karar verenler, tüm müzakere süreci sırasında bir daha etki sahibi olamayacaktır ” ihtarında bulunmuştur.
Bu politika Dışişleri Bakanı S.Lavrov’un ” ABD ve müttefikleri Soğuk Savaş’ ın galibi olarak uluslararası hukukun temel kurallarını ihlal ederek kendi iradelerini tüm dünyaya dayatmaya çalışıyor. Halkları “bizimkiler ve diğerleri “olarak kategorize etme pratiği ve jeopolitik oyunlara devam ediyorlar.
Tarihsel deneyim, Rusya’ yı tecrit etme teşebbüslerinin kaçınılmaz bir şekilde ağır sonuçlar doğurduğunu ortaya koyuyor.
Rusya yüzünü Pasifik’e döndürmenin 21. yüzyıldaki ulusal öncelikleri olduğunu ve bunun Rusya’ nın doğu bölgelerinin kalkınmasıyla doğrudan ilişkili olduğuna inanıyor” ifadesiyle daha da somutlaşmıştır.
Sonuçta Moskova görüşmeleri Suriye İç Savaşı odağında tarafların birbirinden keskin sınırlarla ayrılmasına yol açış görünüyor.
*
Suriye Cumhurbaşkanı B.Esad ise Amerikan Foreign Affairs dergisindeki röportajında Moskova görüşmelerine ilişkin tavrını şöyle açıklamıştır;
Esad birinci olarak; müzakerelerin sadece hükümet ve muhalefet arasında değil, Suriyeli bütün parti ve varlıklar arasında olması gerekliliğine,sonra nasıl bir çözüm olacaksa anayasa ve siyasi sistem için halk oylamasına başvurulacağına işaret ediyor.
“Halbuki sözü edilen “geçiş sürecini ” destekleyecek bir seçim yapılmamıştır, o nedenle Suriye halkının onayını almadığı takdirde herhangi bir siyasi geçiş süreci kabul edilemez “diyor.
İkinci olarak, Moskova görüşmelerinde Suriye rejiminin etki ve güce sahip kurumları ve ordusu olduğuna, görüşülecek şahısların da kitlesel bir alt yapıya sahip bir muhalefetin yerine söz alacağı bir temelde olmasının altını çizerek,
“Eğer verimli bir diyalog yapmak istiyorsak bu diyalogun; hükümet, Suriye halkının çıkarına çalışan anlamında ulusal bir muhalefet ve silahlı gruplar arasında yapılması gerekiyor.
Muhalefet Suriyeli olmalıdır, oysa sözü edilen muhalefet temsilcilerinin aralarında Amerika’nın da bulunduğu Türkiye, Katar veya Suudi Arabistan ya da herhangi bir Batılı ülkenin kuklaları da bulunuyor, bu kuklaları yöneten Fransa, Türkiye ve diğerlerinin ise Suriye’de çözüm istemediklerini herkes biliyor.
O yüzden ulusal muhalefet ile sadece kukla olan şahsiyetlerin birbirinden ayırt edilmesi zorunluluktur ” diyor.
Üçüncü olarak, bilhassa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın El Kaide Örgütünün temel ideolojisi olan Müslüman Kardeşler cemaatinin radikal ideolojisine sahip olduğunu,
Erdoğan’ın bu ideolojiye güçlü bir şekilde inandığını, o yüzden Suriye’de IŞİD desteğini sürdürdüğünü, dolayısıyla Erdoğan’ın Suriye’de yaşananlardan bizzat sorumlu olduğunu örnek veriyor.
“Elbette herkesle diyaloga oturacağız, hiç bir şartımız yoktur ama bir sonuca varmak istiyorsak her birine kimi temsil ettiğini sormamız gerekiyor.
Bu çerçevede Moskova’da yapılacak temasları çözüm görüşmeleri değil de diyalog konferansına hazırlık görüşmeleri olarak kabul ediyoruz ” diyor.
*
Cumhurbaşkanı Erdoğanise Osmanlı hülyaları ve “Esad rejimini devireceğim” öngörüsünde kapıldığı Suriye politikasını hâlâ sürüklüyor.
Bu politika gereği “Suriye muhalefeti” adı altında kurulan bütün örgütler Erdoğan ve hükümetin kanatları altında eğitiliyor, barındırılıyor, silahlandırılıyor ve Türk askeri teşkilatının bir bölümü haline geliyor, daha sonra IŞİD ve Nusra gibi terör örgütleri teşkilatlarının bir bölümüne dönüşüyor.
Erdoğan, İslamcı vizyonuyla Sünni ile Şii dünyası arasındaki karşılıklı bağımlılığı zayıflatmayı öngören bir strateji izlemekte, sonuçta ” bölgeyi kazanan petrolü ve Osmanlı Mebusan Meclisi’nin Misak’ı Milli topraklarını da kazanır ” hayalini sürükleyerek Suriye ve Irak Kürdistan Bölgesi’ ni petrolüyle birlikte Misak’ı Milli topraklarına katmayı düşlemektedir.
IŞİD’in günlerce Kobane’de Kürtlere saldırısına kulak vermiyor.
O ziyadesiyle Suriye Krizi ve İslamcı terör örgütleriyle yapılan mücadeleyi fırsat bilerek Ortadoğu pazarlarından hisse kapmanın peşindedir.
Kürtlerin tasfiyesinin de üzerinden ” Uçuşa Yasak Bölge: Güvenli Bölge: Eğit-Donat ” üçlemesiyle belirlediği stratejisi doğrultusunda ” Suriye’de 36.paralelin üstünün güvenli ilan edilmesi gerekir ” ısrarını sürdürüyor.
*
Davutoğlu “Güvenli bölgenin sınırlarıyla ilgili “Mesela Halep’ in kuzeyinde olması lazım. Çünkü Halep’te hem rejim hem İŞİD saldırıları var. Halep’le Türkiye sınırları arasında olması lazım. İdlib’in Türkiye sınırlarına yakın yerlerinde, aynı şekilde Lazkiye’nin kuzeyinde, yine Haseke’de belli bölgelerde ve şu anki Cerablus bölgesinde, Ayn el-Arap’ta. Bütün bu kuşakta yerleşim merkezlerinin olduğu alanlara göre derinliği değişebilir ” diyor.
Halbuki Şanlıurfa/Suruç karşısında Cerablus bölgesi “Kobane Bölgesi”dir…
Şırnak/Cizre’nin karşısında Heseke kentlerinin olduğu bölge “Cizire Bölgesi”,
Kilis karşısında İdlip kentlerinin bulunduğu bölge “Efrin Bölgesi”dir, bütün bu bölgelerde yoğunlukla Kürtler yaşıyor.
*
Moskova görüşmelerinin yapıldığı sırada, aylar süren çatışmalardan sonra Suriye Kürt güçleri İŞİD örgütünü Kobane’den söküp atıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, ” Kobani söz konusu olduğunda bakıyorsunuz dünya ayağa kalkıyor. Küçük bir yerleşim yeri için bütün dünya işbirliği yapıyor. Ne olmuş? İŞİD oradan çıkmış. Tamam da o bombaladığınız yerleri yeniden kim inşa edecek? O yerle bir olan yerleri kim onaracak? Bunun hesabını yapan yok! Ama kendilerine Halep diyoruz. Halep dediğimizde kimse duymuyor. Niçin Halep’le ilgilenmiyorsunuz? ” diyor…
*
Çürümüş Türkiye dış politikasına karşı her gün yeni bir hesap açılıyor…
29.1.2015
Bir yanıt yazın