TEK KATLI YASEMİN EVLER
Hüseyin MÜMTAZ
Biz kırk yıl önce günü/güneşi Vavila/Vasilya’dan başlatırdık.
Dağyolu’nun en üst noktasına çıkınca da Limasol’u Larnaka’yı görürdük.
Arkamızda ise Torosların karlı dağbaşlarının “sıcaklığı” vardı.
Üşümezdik.
Hiç üşümezdik.
O uzayıp giden, hiç bitmesin istediğimiz akşamlar, ah o akşamlar; Akdeniz’in en güzel güneşi Kormacit’e doğru battıktan saatler sonra bir gece en batıdaki, Kantara üzerindeki bulutların kıpkırmızı olduğunu fark etmiştik tesadüfen..
O yıllar, güneş batsa bile batmıyordu Kıbrıs’ta..
Bat”mış gibi yapıyordu”.
Biz Kıbrıs’ı beş duyumuzla sevmiştik, beynimizle sevmiştik.
Çat Magosa’da, çat Lefke’de idik.
Nasıl olurdu bilmezdik ama Omorfo’da uyur, Lefkoşa’da uyanırdık.
Girne’de sarhoş olurduk.
Kırk yıl sonra, (bilmem kaçıncı defa) bir Kasım’ı daha Girne’de geçirdik.
Ama o divane gönül yorulmuş artık, hem deliler gibi 24 saat koşturan 73 model GV 910 Toyota da yok.
Girne’de yatıp, Girne’de kalkıyoruz, yerlisi olduk.
Burnumuzda tüterse bir koşu Lefkoşa’ya uzanıp Selimiye’nin arkasında köfte yiyor, Büyük Han’da bir fincan orta kahve içiyoruz..
Güneşin ve bulutların ve yağmurun dağlarla ve dalgalarla oyunu yine aynı..
Bir saat önce duman, pus, sis ortalık kapkaranlık ama bir saat sonra tek bulut yok; dağlar, denizler ve evler, odaların içi pırıl pırıl güneş..
Kuzeyli rüzgârlar bu Kasım’da da üşüt(e)medi bizi.
Kuzeyli rüzgârlar gelmeden üşüdük..
Akdeniz’in ıssızlığına sığınmış tek katlı bahçeli evlerde kırk yıl önce sabahları bahçede oturulur, öğle yemeği arkada bahçede yenir, ikindi kahvesi bahçede içilir ve gece yarılarına kadar bahçede “yaşanırdı”.
Kırk yıl önce Akdeniz’in bu alabildiğine uzak, olabildiğine sakin ve ıssız köşesinde evler, bahçeler ve odalar yasemin “tüterdi”.
Gecenin bir vakti yastığa başınızı koyduğunuzda yastık altında üç/dört yaprak yasemin bulurdunuz. Yasemin kokularıyla uyur, rüyalar görür, yasemin kokularıyla uyanırdınız..
Bu Kasım’da, bu defa kuzeyli rüzgârlar üşütmedi bizi.
Kuzeyli rüzgârlar gelmeden üşüdük..
Ne Girne kırk yıl önceki Girne idi, ne Kıbrıs!
Habis bir ur gibi ortalığı saran bet ofis, kasino, kumarhane, kârhane, fuhuş, fahişe, kavaşe; allak bullak olan sosyal yapı ve gayri meşru ilişkilerden bahsetmiyorum..
Sabahın 10’unda ıssız Girne’nin, ıssız bir sokağına girdim.
Havada limon kokusu vardı, havada gizli sevdalar vardı.
Tam kocaman bir nefes alıp içime doya doya çekiyordum ki…
Çekemedim..
Boğazım düğümlendi, yutkunamadım.
Daha üç-dört ay önce kapısı önünden geçerken sahibinden gizli, bahçe duvarından sokağa taşan yaseminden hınzır bir yaramazlıkla tek bir çiçek kopardığım ev yıkılmıştı..
Tam karşısına da 10 katlı bir ucube dikilmişti.
Üşüdüm..
“Gençliğim eyvah”!
10 katlı apartmanın hangi katının, hangi balkonunda yasemin yetiştireceklerdi?
Güneşten hangi ağacın, hangi dalının altına sığınacaklardı?
Geceler ne kokacaktı bundan böyle Kıbrıs’ta?
Gündüzler ve uykular ve rüyalar ne tütecekti?
Yasemin yoksa artık, Girne yoktu, Kıbrıs yoktu..
10-20 katlı çakma rezidanslar/plazalardan kaçıp Girne’ye gidiyorduk nefes almak için..
Şimdi nerelere gidecektik? 26.01.2015
57’İNCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ
Yazıları posta kutunda oku