UĞUR MUMCU’YU ANARKEN:
(-Güzel Kiraz’ın Güzel İnsanları)
Geçen yıldı:
Bir ses duydum:
“Kiraz’a gider misiniz?” diyordu telefonun öteki tarafından.
“Kiraz” neresi?
İzmir’in bir ilçesi… İzmir Ege’nın kıyısında, denizle iç içe… Kiraz ise Deniz’den uzak; İzmir’e uzaklığı 145 km…
İzmir’den çıktığınızda önce Torbalı’ya geliyorsunuz. Torbalı’da dönün sola; Bayındır Ödemiş yoluna… Ve her iki beldeyi de geçip; İzmir’in karada en uçta kalmış bu şirin ilçesine ulaşın… İzmir’in en doğusu… Çevresini Manisa ve Aydın illerine bağlı ilçeler kuşatmış. Ödemiş’e sınır, tamam; Ancak Manisa’nın Salihli, Alaşehir ilçeleri ile; Aydın’ın Nazilli ilçesi kapı bir komşusu…
Ha bir de ta tepelerden, en böbürlenen haliyle Beydağ, en tepelerden bakıyor; “Heyy, ben de varım. Kiraz gibi bir güzelliği ben de görüyorum; hem de bulutlar arasından!” diye bağırıyor…
Konu, “Uğur Mumcu Anma Etkinliği”…
Türkiye’nin gelmiş geçmiş en yiğit aydınlarından Uğur Mumcu’nun kahpece öldürülüşünün 22. yıldönümü…
24 Temmuz 1993 tarihinde arabasına konulan bomba ile en verimli çağında kolu bacağı savrulurcasına öldürülen böylesine bir yiğit insan için bir konuşma yapmam isteniyor. Gel de gitme…
Uğur Mumcu’yu tanıdım; onunla oturup konuşma olanağı buldum… Birlikte Alsancak’tan Kordonboyu’nca Konak’a kadar yürüdüm, Ege’nin mavi sularını izleye izleye… Onu tanıdığımda yirmili yaşlarımdaydım. Öldürüldüğünde ise; iki yaşında kızım vardı artık… Yazılarını çok erken yaşlardan beri merakla okudum; çok şey öğrendim…
O araştırmacı bir gazeteciydi. Kimi zaman bir cinayetin peşine düşerek, akla gelmedik ayrıntılar üzerinde durarak büyük bir örgütün üzerine yürür; kimi zaman kalkar, 12 Eylül döneminde yurt dışına gitmek durumunda kalmış örneğin Behice Boran gibi önemli kişilikleri bir Avrupa ülkesinde bulur ve onunla söyleşi yapardı…
Gazi Paşa’ya Suikast adlı kitabını yazarken İzmir’e geldiğinde, Osmanlıca bilmediği için, hocalarımın onu İzmir Milli kütüphane emektarlarından Rahmetli Zeliha Bilge Teyze’ye yönlendirilişlerine tanıklığım, daha gün gibi…
Üzerinde kalın, koyu bir yünlü yelek; elinde kalınca bir deri çanta; çerçeveli pırıl pırıl gözlüğü, kıvırcık siyah saçları ile sanki tarihin derin koridorlarından Namık Kemal gelmiş de karşınızda oturmuş hissi verirdi insana…
Yiğitti…
İnsana güç veriyordu…
Sanki karanlıklar içinde yanıp, çevresine ışık saçan bir mumdu.
Kararmış yüreklerde ışıltı ve umut kaynağıydı.
O zamanların güncel konuları üzerine, örneğin Nazlı Ilıcak ile televizyonda karşı karşıya gelip tartışmalarını izlemek için televizyon karşısına kilitlenirdik.
Ertesi gün, arkadaşlarımızla ilk işimiz, akşamki o programı konuşmak olurdu.
Uğur Mumcu’yu anma etkinliklerinde bu zamana dek, bir çok kez onu anlatmaya çalıştım. Bin yılın unutulmaz aydınları içinde, onun üstlenmiş olduğu aydınlanmacı görevi irdelemeye çalıştım.
Yalnız ben değil elbette; pek çok kişi bunu benden daha ehliyetli biçimde yerine getiriyor.
Elbette Kiraz’dan gelen etkinlik davetini kabul edecektim; etmeliydim…
Ve ettim.
Ocak ayı, hastalık ayı…
Garip bir virüs herkesin kolunu bacağını kırıp döküyor.
Ve iki gün önce, tam Kiraz’a gideceğim sırada ateşler içinde kaldık; boğazımız şişti; terler döktük iyi mi?
Ancak ya gitmemek?
Günlerce hazırlık yapılmış…
Hayır, ölümüne gider insan; geride kalmak olmaz…
Atıyoruz arabaya iki minder; sıtma tutuyor ya; üstümde paltom bana yorgan olmuş; arka koltuğa yatıyorum; düşüyoruz yola.
Ne zaman geldik; hiç farkında değilim. Halsizlik, ateş, mide bulantısı derken; sızıp kalmışım.
Uyandığımda artık Kiraz’daydım.
Terlemişim; ancak kim takar…
Bizi son derece kibar, genç, insan gibi bir insan Kiraz ADD Başkanı Hakan Bey karşılıyor…
Bizi ağırlamak için adeta çırpınıyor.
Anadolu’nun, Anadolu gibi sıcak insanı ve insanları…
Salondayız.
Küçük bir ilçede bu denli kalabalık bir salon göreceğimi hiç ummazdım. Büyükçe bir salon; mütevazı, ancak tıklım tıklım dolu… Ve Uğur Mumcu üzerine Türküler söyleniyor. İstiklar Marşı, sonra bir belgesel; ara ara Anadolu’nun güzel yüzlü çocuklarından yalnızca biri olan bir kızımız, Uğur Mumcu’dan bir metin okuyor. Ve ardından konuşmamı yapmak için kürsüye çağrılıyorum.
Sorun ne?
Aydın sorumluluğu, Türkiye’de aydınlar; aydın gibi aydınlar elbette; ve aydın olduğunu sanan ama her dönemde işi yalakalıkla geçmiş, dönemin hacıyatmazları… Ve Atatürk’ün aydınlara verdiği değer… Atatürk’ün Türk Ulusu ve İslam ulusu için yaptıkları ve bir Aydınlanma Devrimi başlatması…
Aydınlanma devrimi neyi amaçlar?
Aydınlanmayı…
Ancak, karanlıktan nemalananlar varsa, aydınlığı bilmeden, karanlığı en ideal ortam sanıyorsa; aklı ve beyni devre dışındaysa ve karanlıktan besleniyorsa, niçin aydınlığı istesin ki?
Aydınlanmaktan korkan, çekinen; aydınlığın beslendiği karanlığı dağıtacağından korkanlar; elbette her biri ateş böceği gibi karanlıklar üzerine ışıklar serpen aydınlardan çekinirler. Ve onları ortadan kaldırmak isterler…
Sokrates de aydınlanmacıydı.
Uğur Mumcu da…
Yaşam böyle bir şey işte…
Her şey, tersinin yanında anlam kazanıyor.
Ve biliyoruz ki, Uğur Mumcu, 21 yıl önce öldürüldü ama binler olarak salonlara sığmayacak kadar çok bedende kalpte çarpıyor.
Bunu çok yerde görüyorsunuz.
Ben Kiraz’da gördüm…
Ve güzel insanları da…
İçim coşkuyla, umutla aydınlandı ve ülkemizi saran her türlü karanlığa karşın, içim ışıklara boğularak, oralardan yine arabanın arka koltuğuna uzatıp hasta bedenimi, sarılıp paltoma, yeniden İzmir’e doğru yola çıktım…
Yol uzun.
Olsun…
Hastayım, falan filan ama, değdi doğrusu…
Ateşim düşmüş, içtiğim ilaç sayesinde; üstümde gene paltom yatıyorum.
Paltoya sarılıp uzanmak, ne güzelmiş meğer?
Şimdi ha sızdı ha sızarım.
Ne yol kalır; ne hastalık…
Teşekkürler sevgili Hakan ve teşekkürler sevgili Güzel Kiraz’ın güzel insanları…
Prof. Dr. Kemal Ari