Biz kendi dar, kısıtlı, biçare ve garip dünyamızda incir çekirdeğini doldurmayan bir takım vezir, veziriazam, sadrazam, sultan, dersaadet; elifba, yerleşke, imaret, ilim, âlim, medrese, Osmanlı, saraylar, kasırlar, merdivenler ile kıtalararası keşifler ve icatlar tartışmaları ile meşgul edilirken dünya dönüyor..
Ve memleketin gözden ırak ama hala ve her şeye rağmen gönül bütünlüğümüz içinde yer alan uzak köşelerinde sokak aralarına her gece hendekler kazılıyor.
Eşkıyalar, Deli Dumrul’un tırnağı olmaya öykünüyor.
Köy, kent, dağ, taş, dere, tepe kalın bir sis bulutu altında.
Kerameti kendinden menkul o meşhur strateji karikatürüne mecbur muyuz?
Bakın Demirtaş; “Bizler en son Çanakkale’de birlikteydik” demiş.
“O merdivenlerdeki fotoğraflarda biz yokuz. Ülkenin yarısı kadın ama o fotoğrafta kadının rengi yoktur. Ülkenin yarısından fazlası Türk olmayan etnik kimliklerden, inançlardan oluşur, ama orada tek bir Türk olmayan yoktur, tek bir Alevi inancı yoktur” demiş.
“100 sene sonra yine dananın kuyruğu kopacaksa, bu sefer kuyruk değil; dana bizde kalacak” demiş.
Meydanı boş bulmuş, desteksiz atmış..
Çanakkale’den başlayalım.
“En son Çanakkale”de iseniz; demek ki Kafkaslar’da, Bakü’ye giden Kafkas-İslâm Ordusu’nda, Sarıkamış’da, Filistin/Gazze’de, Kanal’da…
Kurtuluş Savaşı’nda..
Yoktunuz… Yoksunuz..
Aslında Çanakkale’de de yoktunuz..
Genelkurmay arşivlerinde Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı şehitlerinin listesi, askerlik şubesi kayıtlarına göre tutulmuştur. Dolayısıyla Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı rakamları gerçektir, kimse bunlara itiraz edemez.
Bu arşive göre Çanakkale’de şehit düşen askerlerimiz arasında “güneydoğu”luların oranı %’de 2’dir.
Bu %’de 2’nin büyük çoğunluğu mutlaka Türkler’dir.
Aynı %’de 2 oranı Kurtuluş Savaşı’nda da değişmemektedir.
Hâl böyle olunca “merdivenler”de de olmamanız son derece tabiîdir.
Çünkü Çanakkale’de sadece “biz” vardık..
“Merdivenler”de, (sayı ve kıyafetleri doğru veya yanlış, eksik yahut fazla) “Türk Devletleri” yer alıyordu..
Tarihte kurulmuş Kürt Devleti vardır da biz mi bilmiyoruz?
Geliyoruz, “100 sene sonra dananın kuyruğunun kopması” meselesine..
Neden “100 sene”?
“100” sene neyin zaman aralığıdır, neyin parantezidir?
100 senede köprülerin altından çok sular akmıştır.
100 sene önceki “dana”nın şimdi hangi halde, ebatta, büyüklükte olduğunu nereden biliyorsunuz?
Kuyruğu kaptıracağını nereden biliyorsunuz?
Ya yanlışlıkla kuyruk diye yanlış bir yerini…kolunu, bacağını, kulağını tutarsanız..da elinizde orası kalırsa?
Dikkat edin..
Böylece “BİR NEVİ BİRLİKTE SAVAŞTIK…”ın “birlikte”si ortadan kalktığına göre; sadece “bir nevi” ile idare edersiniz artık..
Söz Çanakkale’den ve 100’üncü yıl anmalarından açılmışken..
İki şeyi merak ediyorum ve anlamakta zorlanıyorum..
Söz konusu törenlere; Talabani, İbadi’yi anladık da, Barzani de davet edilecek midir?
Çanakkale Savaşı ile “komşumuz” Ermenistan’ın ne ilgisi vardır?
Gelmesi muhtemel “konuklar” arasında “57’inci Alay”ın aziz hatırasını rahatsız edecek kimselerin olma ihtimali nedir?
Ve…100’üncü yıllara bu kadar meraklıyız da..
Can Azerbaycan’ın “QARA YANVAR” yahut “20 JANVAR GIRĞINI”nın 25’inci yılını; yazılı/görsel basın; sosyal/asosyal medya olarak neden unuttuk, tek kelâm etmedik?
Yıllar önce Bakü’de dinlediğim, dinlerken başka âlemlere gittiğim “Azerî mahnısı” SARI GELİN’i, meselâ Ahmet Şafak neden cümle televizyonlarda söyle(ye)medi 20 Ocak gecesi?
Tarih iyidir, hoştur da tekerrürünü önlemek gerekir.
“Merdiven” fotoğrafı/tartışması; “16”lı armayı tartışmaya açarak devleti temsil edecek yeni bir “alamet-i fârika” yaratmanın başlangıcı/hazırlığı/ilk adımları mı dersiniz? 23 Ocak 2015
57’İNCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ