“Charlie Hebdo” isimli karikatür dergisinin, Hz. Peygamber’e yönelik hakaret içerikli karikatürler yayınladığı gerekçesiyle basılarak, bazı çizerlerinin katledilmesi, ister istemez İslam’ın resim ve heykel gibi sanatlara bakışını tekrar gündeme getirmiş bulunmaktadır. Peki, adı geçen dergi, Hz. Peygamber ile ilgili olarak hakaret içerikli değil de, hakaret içermeyen karikatürler yayınlasaydı yine saldırıya uğrar mıydı? Galiba işin can alıcı noktası burasıdır. Bizim kanaatimiz, belki öldürme saikiyle bir saldırıya maruz kalmazdı ama muhtemelen bu durum Müslümanlarca yine de hoş karşılanmazdı. Çünkü Müslümanların büyük çoğunluğu, hâlâ İslam’ın resim ve heykel gibi sanatları yasakladığını, yani dini açıdan haram kıldığını, resim ve heykel sanatçılarının Allah’ın “Yaratma” sıfatına ortak olma gayretinde olduklarını kabul ederler.
Konuyu Türkiye bazında ele alacak olursak; bir tarafta İslam’ın resim ve heykel sanatını haram kıldığına inanan Müslümanlar var, bir tarafta da Türkiye’deki müzayedelerde milyonlarca Dolar ve milyonlarca Euro ödemek suretiyle tablolar satın alan Müslüman bir iş adamı olan Murat Ülker var. Peki, Ülker grubunu da içinde barındıran ve son birkaç yıldır çikolata ve bisküvi sektörüne yapmış olduğu yatırımlarla bu konuda dünya çapında bir yatırımcı konumuna gelen Murat Ülker, İslam’ın resim ve heykel sanatını haram kıldığına inanan Müslümanlardan daha mı az Müslüman’dır? Ya da soruyu şöyle soralım; Murat Ülker’in yüksek bedeller ödemek suretiyle tablo satın alırken, bu konuda ulemaya danışmadığını mı düşünüyorsunuz yoksa?
Gerçi İslami sermayenin lideri durumundaki Murat Ülker’in din anlayışını ve inanç durumunu sorgulamak bizim işimiz ve haddimiz değildir. Biz sadece, bir yanlışa parmak basmak için somut bir örnek vermek istedik, hepsi bu. Şu kadarını söyleyelim ki; bugün Suudi Arabistan’daki süpermarketlere giren üç beş Türk mamulü üründen birisi de Ülker grubunun üretmiş olduğu bisküvi ve çikolata türü ürünlerdir. Bir miktar da Konya menşeli iş adamları tarafından üretilen ürünler girmektedir o marketlere. Bunun bir sebebi de herhalde bahse konu ürünleri üretenlerin, İslami kimlikleriyle ön plana çıkan iş adamları olmalarıdır…
Yukarıda dedik ki; Charlie Hebdo, Hz. Peygamber’e hakaret içermeyen karikatürler de yayınlamış olsa, yine de pek çok Müslüman tarafından hoş karşılanmazdı. Nedeni, resim, karikatür ve heykel gibi sanatların en azından bazı Müslümanlarca hâlen haram kabul ediliyor olmasıdır. Hatırlayın lütfen; yönetmenliğini Suriyeli ünlü Yönetmen Mustafa Akad’ın yaptığı ve Türk televizyonlarında hemen her Ramazan ayında tekrar tekrar gösterilen “Çağrı” filminde de aynı hassasiyet gösterilmiştir. Hz. Muhammed, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ali gibi şahsiyetlere yer verilmemiştir “Çağrı” filminde. Onun için de Hz. Muhammed’in sadece devesi ve asası görünmüştür beyaz perdede ve ekranlarda. Hz. Ali ise sadece ucu çatallı bir kılıçla yansımıştır perdeye ve ekranlara. Oysa başta Hz. Hamza ve Hz. Cafer olmak üzere; pek çok sahabe, oyuncular tarafından canlandırılmıştır o filmde.
Şu halde akla şöyle bir soru geliyor: Acaba İslam’daki resim ve heykel yasağı, sadece belli başlı kişilerle mi sınırlıdır? Bu yasak, haram olmaktan öte saygı ve hürmet içerikli bir yasak mıdır? Öyle ya; eğer bu haram, genel ise, Mustafa Akad, Hz. Ali’yi sadece ucu çatallı bir kılıç ile beyaz perdeye yansıtırken, kardeşi olan Hz. Cafer’i neden kişi olarak yansıttı beyaz perdeye? Hz. Muhammed’in asasını ve devesini göstermekle iktifa ederken neden amcası Hz. Hamza’yı kişi olarak çıkardı ortaya? Hem de bir ecnebi aktörü kullanarak!
O zaman da bize, resim ve heykel sanatının haramlığı konusunda işin uzmanlarının görüşlerine başvurmaktan başka çıkar yol kalmamaktadır. Türkiye Diyanet Vakfı İSAM (İslam Araştırmaları Merkezi) tarafından hazırlanan ve son hazırlanan ilmihal olmakla şu anda istisnasız bütün din adamlarımızın başucu kitaplarından birisi olan “İlmihal” isimli eserden öğreniyoruz ki; resim ve heykel sanatının haram kılınması kitap, yani Kur’an-ı Kerim kaynaklı değil; sünnet, yani hadis kaynaklıdır. Söz konusu eserde konu ile ilgili olarak şöyle denilmektedir:
“Birçok âyette ‘yarattı’ anlamında ‘savvere’ fiili geçmekte olup, bu hususla resim yapma arasında doğrudan bir ilişki kurmak pek mümkün gözükmemektedir. Bununla beraber bazı hadislerde, insan görünümünün resmini çizenler Allah’ın taklitçisi (tanrılık özentisi içinde olanlar) olarak telakki edilip bu yüzden cezaya mâruz kalacakları ifade edildiğinden, İslam’daki resim yasağının Kur’ân-ı Kerim’den kaynaklandığını düşünenler olmuştur. Fakat bu husus, aslında, resim yasağını Kur’an’a dayandırmak için pek yeterli görünmemektedir. Zira bu anlayış, hadisin varîd olduğu dönemin şartlarından soyutlanarak genelleştirilmeye çalışılırsa, bugün teknolojide kullanılmaya başlayan ve teknik köle diyebileceğimiz robotların yapılmasının ve kullanılmasının da yasak ve haram olduğunu söylemek gerekecektir. Bu itibarla resim yasağının daha ziyade sünnetle konulduğunu kabul etmek ve yasaklama sebebini başka gerekçelerle izaha çalışmak daha doğru görünmektedir.”(1).
İlmihalde bulunmuyor ama “resim sanatını yasaklama sebebini başka gerekçelerle izaha çalışmak daha doğru görünmektedir” ibaresinin içini, mesela “vaktiyle, yani Hz. Peygamber döneminde Allah’tan gayrı varlıklara tapınmanın ve putperestliğin önüne geçmek amacıyla resim vb. sanatlar haram kılınmıştır” şeklinde doldurmak pek ala mümkündür. Buradan hareketle, bugün insanoğlunun ulaştığı akıl, medeniyet, bilim ve teknoloji seviyesinde, putperestlik gibi saçma inançlara itibar edilemeyeceği dikkate alındığında, resim ve heykel sanatını yasaklama ve haram kılma gerekçeleri de kendiliğinden ortadan kalkmış demektir.
Sûret, yani resim yasağının dayandırıldığı ve bahse konu eserde “Sûret yasağının dayandırıldığı belli başlı rivayetler şöyle sıralanabilir”(2) şeklinde sunulan rivayetlerden birkaçı şöyledir:
a) Hz. Âişe’nin naklettiğine göre Hz. Peygamber, evinde üzerinde salîb (Îsâ’nın çarmıha geriliş sahnesini tasvir eden resim) bulunan her şeyi kırmıştır(Buhârî, “Libâs”, 90).
b)“Kıyamet gününde en şiddetli azaba mâruz kalacak olanlar musavvirlerdir”(Buhârî, “Libâs”, 89).
c) “Bu sûretleri yapanlara kıyamet gününde ‘Yarattıklarınıza can verin’ denilerek azap edilecektir” (Buhârî, “Libâs”, 89).
d) Hz. Âişe’nin, üzerinde tasvirler bulunan bir perdesi vardı ve bunu odasının bir tarafına çekmişti. Hz. Peygamber bunu görünce, Hz. Âişe’ye “Şu perdeyi karşımdan kaldır; üzerindeki tasvirler namazda iken hep bana görünüp duruyor” demiştir (Buhârî, “Libâs”, 93).(3)
Bahse konu eserde yukarıda (d) maddesindeki hadisten sonra şöyle bir izahatta bulunulmuştur:
“Gerek Buhârî’deki metinde gerekse Nesâî’nin rivayetinde, Hz. Peygamber’in söz konusu tasvirler yüzünden namazı yeniden kıldığına dair bir kayıt bulunmadığı için evde sûret bulunmasının yalnızca mekruh olduğu, namazın sıhhatine bir zarar vermediği söylenmiştir. Bu hadisten ilk bakışta anlaşılan husus, üzerinde resim bulunan perdenin sırf namazdaki huşûu bozduğu için hoş karşılanmadığıdır.”(4).
Bu izahatı doğru kabul ettiğimizde, ortaya çıkan sonuç resim ve heykel gibi sanatların haram değil, olsa olsa mekruh olabileceğidir. Tıpkı sigara içmek gibi. Zira bir kısım ulema, sigara içmenin de mekruh olduğunu (hatta tahrimen mekruh-harama yakın mekruh olduğunu) söyler. Üstelik o ulemadan bir kısmı, aynı zamanda iyi bir sigara ve nargile tiryakisidir. Bunu yakından biliyorum ben. Sigara konusundaki görüşünü araştırma gereği duymadım ama mesela, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın iyi bir sigara içicisi olduğu, hatta “Hak Dini Kur’an Dili” isimli ünlü tefsirini yazarken bile İstanbul Beşiktaş’ta Atatürk tarafından kendisine tahsis edilen çalışma odasının, sigara dumanıyla kaplı olduğunu söyleyenler de vardır. Diyanet’te çalıştığım yıllarda en alttaki müezzin-kayyımdan, en tepedeki Diyanet İşleri Başkanı’na kadar pek çok din adamının sigara ve nargile içtiğine bizzat şahit olmuşluğum vardır benim.
Hz. Peygamber’in Resmini Yapmak Caiz midir?
Yukarıdan beri izah edildiği üzere; pek çok Müslüman bunun caiz olmadığına inanıyorlar ki; en azından benim bildiğim kadarıyla Türkiye’de böyle bir işe tevessül eden bugüne kadar hiç olmamıştır. Şu kadarını söyleyelim ki; caiz olsa bile böyle bir işi yapacak olan kişi, en azından yalan söylüyor demektir ve yalan söylemek de İslam Dini tarafından büyük günahlardan, Hz. Peygamber tarafından da “Münafıklığın Alameti” olarak sayılmıştır. Çünkü, ortaya çıkacak böyle bir resim, Hz. Peygamber’in resmi değil, olsa olsa onu çizecek olan ressamın kendi tasavvuru veya kendi beyninde şekillendirdiği bir resim olacaktır. Maalesef, aynı yanlışa bugün Alevi kardeşlerimiz düşmüş durumdadırlar! Yanlıştan maksadımız, Hz. Ali’nin resimlerinin yapılması değil, ola ki; bu resimlerin Hz. Ali’ye ait olduğuna inanılmasının yanlış olduğudur. Yoksa Hz. Ali’nin resimlerinin yapılmasının yanlış olup olmadığı konusunda söz söylemek bize düşmez.
Bilindiği gibi, başta cemevleri ve dergahlar olmak üzere; Alevi kardeşlerimizin toplu olarak bulundukları ortamlar ve herhalde bazılarının evleri, Hz. Ali ve Hz. Hüseyin’in portreleriyle doludur. Peki, bu portrelerin bizzat Hz. Ali ve Hz. Hüseyin’e ait olduğunu biliyor muyuz? Bu konuda elimizde bir kaynak var mıdır? Ya da Hz. Ali ve Hz. Hüseyin, kendi sağlıklarında resimlerini yaptırmışlar mıdır? Doğrusu ben bilmiyorum. Eğer bilen varsa; belgesini ortaya koymak zorundadır. Yoksa bu tür sembolik resimler, insanlarımızı kandırmaktan öte hiç bir amaca hizmet etmezler. Böyle dediğim için, lütfen hiç kimse bana darılmasın, gücenmesin.
…
Geçtiğimiz 16 Ocak akşamı, Habertürk TV’de yayınlanan “Gündem Siyaset” programının konukları Ankara İlahiyat’tan Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu, Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün, Prof. Dr. Enbiya Yıldırım ve Prof. Dr. Mehmet Akif Koç ile Marmara İlahiyat’tan Prof. Dr. Ali Köse idi. Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu’nun şu sözleri bir hayli ilginçti:
“Biz Hz. Hamza’yı Antony Quin ile tanıyoruz. Onun fiziki yapısıyla özdeşleştiriyoruz. Şimdi Hz. Ali’nin fiziki yapısını tarif edersem, belki Aleviler alınabilir. Çünkü Hz. Ali, Alevilerce tam bir erkek güzeli olarak resmedilmektedir. Oysa…”
Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu, sözlerini böyle bağladı, yani Hz. Ali’nin en azından kendileri tarafından kabul edilen fiziki yapısını anlatmadı program sırasında. Ancak onlardan birisi, vaktiyle bana aktarmıştı kabul ettikleri Hz. Ali’nin bedeni ve fiziki yapısını. Onlar, Hz. Ali’nin, hayal edildiğinin aksine, iri cüsseli birisi olmayıp, belki orta boylu denilebilecek (nakilcim burada ufak-tefek tabirini kullanmıştır) bir beden yapısına sahip olduğunu ve (herhalde ömrünün sonuna doğru) saçlarının da döküldüğünü söylüyorlar. Görüldüğü gibi, böyle bir tarif ile Alevi kardeşlerimizin hayalindeki Hz. Ali tasviri birbiriyle hiç örtüşmemektedir.
Böyle bir tasvir, bütün Alevilerce genel kabul görmüş bir tasvir mirdir bilmiyorum ama Araştırmacı-Yazar dostum Mustafa Cemil Kılıç, geçtiğimiz 11 Ocak günü kendi facebook sayfasında paylaşmış olduğu “KIZILBAŞ MÜSLÜMANLIK” başlıklı kısa yazısında Alevilerin İslam’a ve Hz. Ali’ye bakış açısını şöyle anlatıyor:
“Kızılbaş Müslümanlar Allah’a inanırlar. Ama onların Allah’ı bildiğiniz Allah’a benzemez… Onların peygamberi Hz. Muhammed’dir fakat Muhammed ayin-i cem eyleyip semah dönen bir Muhammed’dir; beş vakit namaz kılan değil… Onlar Hz. Ali’yi çok severler ama sevdikleri Ali 7. yüzyılda yaşayıp giden Ebu Talip’in oğlu Ali değildir. Onların Ali’si hem Ali Bin Ebi Talip’tir hem de ‘Kün’ deyince on sekiz bin alemi yaratan, yarattıklarının rızıklarını veren, Arslan kılığında Muhammed’in yolunu kesen, kılıcı yetmiş arşın uzayan, Hayber Kalesi’nin kapısını şahadet parmağıyla asumana atan, hasılı bin bir donda görünen, Tanrı’nın zatına yapışıp o olan bir Ali’dir. Onların kitabı Kur’andır ama bu Kur’an ‘sessiz Kur’an’ değil ‘Konuşan Kur’an’dır. Ve onların bir mukaddes çalgısı vardır ki ona dahi ‘Telli Kur’an’ derler. Onlar ki, Ebussuud fetvalarıyla öldüre öldüre tüketemediğimiz kâfirlerdir. Duyulsun, görülsün ve bilinsin ki ben de onlardanım!”
İran’da Hz. Peygamber Resimleri Hediyelik Eşya Olarak Satılıyor!
A.Ü.İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Şaban Ali Düzgün’ün Habertürk TV’de yayınlanan bahse konu programda (Fransız karikatür dergisi Charlie Hebdo’nun yayınlamış olduğu Hz. Peygamber karikatürlerinden hareketle) kullanmış olduğu şu ifadeler de oldukça ilginçtir:
“Karikatür konusu, Müslümanların yumuşak karnıdır. Karikatürlerin hakaret içermesi önemli değil, Hz. Peygamber’in karikatürünü yapmak bile Müslümanlar tarafından hoş karşılanmaz. Ancak Müslümanlar buna gülüp geçmeliydiler. Mesela İran’da Hz. Peygamber’in resmini yapmak bile sorun teşkil etmez. Tartışma konusu yapılmaz. Benim bilgisayarımda İran’da çizilmiş Hz. Peygamber’e ait resimler vardır. Geçenlerde DİB tarafından Avrupa’ya gönderilecek ataşelere hitaben yapmış olduğum bir konuşma sırasında konuyu gündeme getirdiğimde ısrarla bu resimleri görmek istediler. Gördüklerinde ise -Hz. Peygamber’e hiç benzemiyor- dediler. Çünkü onların zihninde yarattıkları Hz. Muhammed, ideal bir fiziğe sahiptir!”
Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün’ün yukarıdaki ifadelerinden anlaşılması gereken şudur bence: İster Hz. Muhammed olsun, ister Hz. Ali ve isterse bir başkası; 1400 küsur sene önce yaşayan ve geriye de bu anlamda herhangi bir belge bırakmayan insanların birebir resimlerini yapmak mümkün değildir. Bu durumda, doğruluğundan bile emin olunmayan kimi rivayetlerden hareketle çizilen resimler, olsa olsa ressamlarının tasavvurları ve ressamların kendi havsalalarında oluşturdukları tiplerdir.
Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün’ün düşüncelerine iştirak ettiğini ve kendisinde de İran’da Meşet kentinde bulunduğu sırada edinmiş olduğu Hz. Muhammed resimleri olduğunu söyleyen Marmara Ü.İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali Köse’ye özel olarak sorduğumda, kendisi bana “Tıpkı ülkemizdeki Hz. Ali resimleri gibi, İran’da da Hz. Muhammed resimlerinin hediyelik eşya olarak satıldığını” ifade etmiştir. “Bibloları da var mı?” şeklindeki soruma ise Sayın Köse “Ben, bu anlamda bir şey görmedim” demiş bulunmaktadır.
Sözümüzü, bahse konu Habertürk TV programında A.Ü. İlahiyat Fakültesi’nin genç tefsir hocası Prof. Dr. Mehmet Akif Koç gibi bağlayacak olursak: “Kur’an-ı en doğru anlayanlar, onu ilk okuyanlardır. Kur’an’ı ilk anlayanların anladıkları gibi anlayabilirsek bütün sorunlar kendiliğinden çözülmüş olur…”. Bu sözlere şu kadarını da biz ilave edelim ki; hüküm çıkarmada bizim temel kaynağımız Kur’an-ı Kerim’dir. Hüküm çıkarma konusunda Kur’an’da delil bulunmayan durumlarda adeta kılı kırk yarmak mecburiyetimiz vardır ki; hadisler konusu da kılın kırk yarılarak yeniden tetkik edilmesi gereken bir alandır. Çünkü bizzat Allah tarafından korunacağı taahhüt edilen Kur’an ayetleri(5) dışında, hadisler de dahil olmak üzere; insan eli ve insan dili değmiş, hiçbir şeyin doğruluğundan emin olamayız…
____________
1-İlmihal, 2.c (İslam ve Toplum),s,99, TDV Yayını, İst.1999.
2-Eserde “Hadis” yerine “Rivayet” tabirinin kullanılması önemlidir. Zira her hadis bir rivayet ise de, her rivayet bir hadis değildir. Anlaşılıyor ki; konuyu ele alan uzman ilahiyatçı, bu hadislerin sahih olup olmadığından emin değildir. Eğer sahih olduğuna inansaydı, “rivayet” değil direk “hadis” derdi. Eser, Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, Prof. Dr. Yunus Apaydın’ın ilmi kontrol ve redaktörlüğünde Prof. Dr. Yunus Apaydın, Prof. Dr. Mehmet Akif Aydın, Prof. Dr. Ali Bardakoğlu ve Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı tarafından yazılmıştır.
3-Age, s,99-100,
4-Age, s,100
5-Kur’an-ı Kerim, Hicr, 15/9.
Bir yanıt yazın