PROF.DR.MEHMET GÖRMEZ, GÖREMEZ

 

Diyalektik ya da akıl yürütme sanatı;düşüncenin, tabiatın ve toplumun gelişmesini yönetiyor.
Eylem biçimi “Herşey,aynı zamanda zıttını barındırır” esasıdır, özetle birincisi; soru ve yanıtlarını ortaya çıkarmaya,
İkincisi; kategorileşmeye, kavramları sınıflandırmaya, eşyayı genel ve özel olmak üzere türlere ayırmaya dayanıyor.

*
Uzun tarihi gelişmesinde K.Marx ve F.Engels diyalektiğe gerçek bilimsel bir karakter kazandırmıştır.
Buna göre, “Düşünce ve Bilmek” bir varlık ve gelişme hali olarak göz önüne alınıyor:şeyler ile fenomenlerin gelişme süreci içinde ne oldukları ve ne olmakta oldukları ve gelecek bakımından bir eğilim olarak neyi ihtiva ettikleri ya da ne olacaklarının da gözönüne alınmasıyla mantık oluşturuluyor.

*
Bu sırada Charlie Hedbo saldırısı ardından Berlin’de, Türk ve Müslüman kuruluşların düzenlediği gösteride terör ve yükselen İslam karşıtı hareketler kınanıyor.
Şiddet ve hoşgörüsüzlüğe karşı birlik çağrısı yapılıyor, kimsenin İslam dinini suistimal etmesine izin verilmeyeceğine ilişkin konuşuluyor.
İslam ile ilgili radikal yorumlarının yayılmasının önlenmesi için Müslüman siyasi ve dini önderlerin nüfuzlarını kullanmaları çağrısı yapılıyor.
Cumhurbaşkanı J.Gauck  Almanya’da yaşayan Müslümanlara, dini fanatizme karşı duruşları nedeniyle teşekkür ediyor,aşırıcılık ve yabancı düşmanlığına karşı birlik çağrısında bulunuyor.

*
Öte yanda  Dresden’de Pegida kısaltmasıyla ortaya çıkan Batı’nın İslamlaşmasına Karşı Yurtsever Avrupalılar adlı oluşum da bir yürüyüş tertipliyor.
Doğrudan doğruya İslam hedef alınıyor, Müslümanlara dışlanmışlık hissi, biz buraya ait değiliz duygusu aşılanıyor.
İrrasyonel nefret,ayrımcılık,düşmanlık ve kin duyguları oluşturuluyor.

*
“Hey ne oluyor?” demeye kalmadan, neyin ne olduğu, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr.M Görmez’in “bütün yumurtaları aynı sepete koyan” konuşmasıyla anlaşılıyor.
“Bir insanın ölümü, insanlığın ölümüdür.
Kuran’ın ifadesiyle ölümler arasında ayrım yapmak insanlığa yakışmaz, katliamlar arasında ayrım yapmak insanoğlunun kârı değildir.
Şiddet ve terörün seküler temellere dayanmasıyla, sözde dini temellere dayanması arasında fark gözetmek doğru değildir.
Vahşete dayalı ölümlerin, Şam’da Bağdat’ta olmasıyla Paris’te olmasının farkı yoktur.
Eğer dünya bu ölümlerin hepsine, katliamların tamamına bir mezhep, coğrafya ayrım yapmaksızın aynı tepkiyi vermiyorsa işte o zaman insanlık o tümüyle ölüme mahkumdur” diyor!

*
“Kimin ölümü ya da hangi insanın ölümü? Kuran’ın hangi ifadesiyle ölümler arasında ayrım yapmanın insanlığa yakışmadığı” gibi insan aklını karıştıran,aklın önüne engel koyuşu bir yana,
Görmez’in, şiddet ve terörün seküler temellere dayanması ile sözde dini temellere dayanması arasındaki farkı ayırt etmemesi;
Mesela cumadan çıkan sakallıların “Dinsizlere cehennemi yaşatacağız, bu Allah’ın emridir” naralarıyla neden oldukları 1993 Sıvas Katliamında öldürülenler ile,
Aynı yıl içinde mesela Dağlık Karabağ’ın Ermenistan’a bağlanmasını isteyen Ermeniler ile bunu kabul etmeyen Azeriler arasında çatışmaya dönüşen savaşta öldürülenler arasında bir fark gözetmeyişini akıl almıyor…
Prof. Görmez, tıpkı Pegida aşırıcılarının tavrını ortaklaşıyor.

*
Çünkü,sorunun Prof.Görmez’in, Avrupa’da siyasal, kültürel ve dinsel alanda büyük dönüşümlere yol açan Rönesans ve Reform hareketlerinin yaşandığı bir tarihsel dönemde başlayan ve felsefenin, siyasetin, hukuk biliminin ve her türlü ideolojinin ilahiyatın alt bölümleri haline getirildiği Ortaçağ karanlığından çıkışı temsil eden,
Bütün 18.yüzyılı kapsayan felsefeden tarihe, sanattan edebiyata çok geniş bir alanda çığır açan Locke’dan Voltaire’e, Hume’dan Diderot’ya, D’Alembert’ten Helvetius’a, Montesquieu’den Rousseau’ya, D’Holbach’tan Kant’a çok sayıda büyük düşünürün damgasını bastığı ve bir düşünsel ilerlemeyi simgeleyen “Akıl Çağı” ile tanışıklığının olmamasından kaynaklandığın görmek üzüntü,
Hele Batı’daki Aydınlanma Devriminin sağladığı olumlu sonuçlar üzerinden Bağımsızlık Savaşı ile ulusal kuvvetlerin etken ve ulusal iradenin egemen kılınması anlamında Türkiye Cumhuriyeti’ni anlamayışından kaynaklandığını görmek dehşet veriyor.
Onun şahsında, elbette İslamiyetin değil temsilcisi olduğu İslamcılığın neden böylesine dünyayı bir kargaşa ortamına çevirdiği kolayca anlaşılıyor…

*
Prof. Görmez, Alman düşünürü Kant’ın “Aklını kendin kullan” parolasıyla “Ak’lın” her şeyi aydınlattığı, bu sayede önyargılar ve dogmaları yıktığı gerçeğine karşı duruyor.
Bunun için doğrunun ve yanlışın tek kriterinin tanrısal vahiy ya da dogma değil akıl olduğu, insana ve doğaya dair her şeyin akılla açıklanabileceğini savunamıyor.
“Akıl imparatorluğu”nun hurafenin, haksızlığın, ayrıcalığın ve baskının yerine sonsuz doğru, sonsuz adalet ve vazgeçilmez insan haklarının geçmesi gerektiğini düşünemiyor ve dillendiremiyor.

*
Halbuki onlar bağnazlığın ve kötülüklerin kaynağı olarak görülen “en güçlü feodal bey”lik konumunda Kiliseye karşı mücadelede birleşmişti.
Mezhepler arası savaşın son bulması, dinsel hurafelerin yıkılması, farklı mezheplere, dinlere ve fikirlere karşı hoşgörünün tesis edilmesi için Kilisenin hegemonyasını kırdılar, laiklik tartışmalarını derinleştirdiler.
İngiliz düşünür Locke laikliği “özgür bir devlette özgür bir kilise” sözleriyle formüle etti.
Sonra F.Engels, “Bugün biz akıl imparatorluğunun burjuvazinin idealize edilmiş imparatorluğundan başka bir şey olmadığını: bu sonsuz adaletin gerçekleşmesini burjuva adalette bulduğunu: bu eşitliğin yasalar önünde burjuva eşitliğe indirgendiğini: burjuva mülkiyetin temel insan haklarından biri olarak ilan edildiğini: akıl devletinin bir burjuva demokratik cumhuriyet olarak doğduğunu ve ancak öyle doğabileceğini biliyoruz” dedi.


*
Onlar herkesin yasalar karşısında eşit olması gerektiği savundular ancak hukuki eşitlik, gerçek anlamda toplumsal eşitlik fikrine dek uzatılmadı.
Toplumsal eşitsizlik esas olarak insanın doğasından kaynaklanmaktaydı ve ortadan kalkması mümkün değildi, var olması bir zorunluluktu da!
Mesela Voltaire, “Hepimiz insan olarak eşitiz, ama toplumun eşit üyeleri değiliz.
Eğer gereksinimler olmasaydı,bütün insanlar eşit olurlardı, türümüze özgü bu zayıflık bir insanı bir başkasına muhtaç kılar; gerçek kötülük, eşitsizlik değil, bağımlılıktır “dedi ve ekledi “Bazı Sofistlerin  dile getirdiği insanların sözde eşitliği çok tehlikeli bir düştür!”
Diderot ve Helvetius gibi düşünürler halkın cehaletinin ve bağnazlığının yaygın bir eğitimle aşılması gerektiğini savundular.

*
Bugün “Aydınlanma” deyince akla öncelikle din konusundaki geleneksel anlayışla mücadele ve laiklik fikrinin gelişmesi geliyor.
Gelişmişlik,Tanrı inancını muhafaza edip gerçek temellerine döndürmeye çalışanlarla, deizmi  ya da tanrıya inanan fakat kurumsal dinleri reddedenlerle ve ateizmle ya da tanrıtanımazlık savunanlarla birlikte özgür toplumlardan oluşuyor.
Hep birlikte, dünya artık yorumlanmaktan ötededir; insanlığın özgürlük,kardeşlik,barış ve refah gibi evrensel ideallerinin gerçeğe dönüşmesi için düşünceden eyleme geçildiği bir çağ yaşanıyor.

*
Prof. Görmez’in ” Herşey Allah’tandır” düşüncesi aşılalı çok olmuştur artık herşey akılla sağlanıyor,aklınla  sağladığın herşey için istersen hamd ediyorsun…

Ama aklını kullanamayan bireyler ve toplumların üzerinen “burjuvazinin idealize edilmiş imparatorluğu” bütün haşmetiyle çöküveriyor.

*
Sonra Görmez,” Son günlerde bunu acı acı yaşıyoruz ibretle çağdaş dünyayı izliyoruz. Bir tarafta son 10 yılda İslam coğrafyasında acılarla kıvranan 12 milyon insan katledildi, yok edildi ama geçen hafta Paris’te yine hiçbir şekilde hiçbir müminin, hiçbir aklı selimin kabul etmeyeceği 12 insan hunharca katledildi. Ama 12 milyon insanın katledildiğine ses çıkarmayan insanlığın sadece 12 kişiye düzenlenen bir cinayet sebebiyle ayağa kalkmasını ibretle izledik” diye geveliyor…

15.1.2015

Diyalektik ya da akıl yürütme sanatı;düşüncenin, tabiatın ve toplumun gelişmesini yönetiyor.
Eylem biçimi "Herşey,aynı zamanda zıttını barındırır" esasıdır, özetle birincisi; soru ve yanıtlarını ortaya çıkarmaya,
İkincisi; kategorileşmeye, kavramları sınıflandırmaya, eşyayı genel ve özel olmak üzere türlere ayırmaya dayanıyor.</p>
<p>*
Uzun tarihi gelişmesinde K.Marx ve F.Engels diyalektiğe gerçek bilimsel bir karakter kazandırmıştır.
Buna göre, "Düşünce ve Bilmek" bir varlık ve gelişme hali olarak göz önüne alınıyor:şeyler ile fenomenlerin gelişme süreci içinde ne oldukları ve ne olmakta oldukları ve gelecek bakımından bir eğilim olarak neyi ihtiva ettikleri ya da ne olacaklarının da gözönüne alınmasıyla mantık oluşturuluyor.</p>
<p>*
Bu sırada Charlie Hedbo saldırısı ardından Berlin'de, Türk ve Müslüman kuruluşların düzenlediği gösteride terör ve yükselen İslam karşıtı hareketler kınanıyor.
Şiddet ve hoşgörüsüzlüğe karşı birlik çağrısı yapılıyor, kimsenin İslam dinini suistimal etmesine izin verilmeyeceğine ilişkin konuşuluyor.
İslam ile ilgili radikal yorumlarının yayılmasının önlenmesi için Müslüman siyasi ve dini önderlerin nüfuzlarını kullanmaları çağrısı yapılıyor.
Cumhurbaşkanı J.Gauck  Almanya'da yaşayan Müslümanlara, dini fanatizme karşı duruşları nedeniyle teşekkür ediyor,aşırıcılık ve yabancı düşmanlığına karşı birlik çağrısında bulunuyor.</p>
<p>*
Öte yanda  Dresden'de Pegida kısaltmasıyla ortaya çıkan Batı'nın İslamlaşmasına Karşı Yurtsever Avrupalılar adlı oluşum da bir yürüyüş tertipliyor.
Doğrudan doğruya İslam hedef alınıyor, Müslümanlara dışlanmışlık hissi, biz buraya ait değiliz duygusu aşılanıyor.
İrrasyonel nefret,ayrımcılık,düşmanlık ve kin duyguları oluşturuluyor.</p>
<p>*
"Hey ne oluyor?" demeye kalmadan, neyin ne olduğu, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr.M Görmez'in "bütün yumurtaları aynı sepete koyan" konuşmasıyla anlaşılıyor.
"Bir insanın ölümü, insanlığın ölümüdür.
Kuran'ın ifadesiyle ölümler arasında ayrım yapmak insanlığa yakışmaz, katliamlar arasında ayrım yapmak insanoğlunun kârı değildir.
Şiddet ve terörün seküler temellere dayanmasıyla, sözde dini temellere dayanması arasında fark gözetmek doğru değildir.
Vahşete dayalı ölümlerin, Şam'da Bağdat'ta olmasıyla Paris'te olmasının farkı yoktur.
Eğer dünya bu ölümlerin hepsine, katliamların tamamına bir mezhep, coğrafya ayrım yapmaksızın aynı tepkiyi vermiyorsa işte o zaman insanlık o tümüyle ölüme mahkumdur" diyor!</p>
<p>*
"Kimin ölümü ya da hangi insanın ölümü? Kuran'ın hangi ifadesiyle ölümler arasında ayrım yapmanın insanlığa yakışmadığı" gibi insan aklını karıştıran,aklın önüne engel koyuşu bir yana,
Görmez'in, şiddet ve terörün seküler temellere dayanması ile sözde dini temellere dayanması arasındaki farkı ayırt etmemesi;
Mesela cumadan çıkan sakallıların "Dinsizlere cehennemi yaşatacağız, bu Allah'ın emridir" naralarıyla neden oldukları 1993 Sıvas Katliamında öldürülenler ile,
Aynı yıl içinde mesela Dağlık Karabağ'ın Ermenistan'a bağlanmasını isteyen Ermeniler ile bunu kabul etmeyen Azeriler arasında çatışmaya dönüşen savaşta öldürülenler arasında bir fark gözetmeyişini akıl almıyor...
Prof. Görmez, tıpkı Pegida aşırıcılarının tavrını ortaklaşıyor.</p>
<p>*
Çünkü,sorunun Prof.Görmez'in, Avrupa'da siyasal, kültürel ve dinsel alanda büyük dönüşümlere yol açan Rönesans ve Reform hareketlerinin yaşandığı bir tarihsel dönemde başlayan ve felsefenin, siyasetin, hukuk biliminin ve her türlü ideolojinin ilahiyatın alt bölümleri haline getirildiği Ortaçağ karanlığından çıkışı temsil eden,
Bütün 18.yüzyılı kapsayan felsefeden tarihe, sanattan edebiyata çok geniş bir alanda çığır açan Locke'dan Voltaire'e, Hume'dan Diderot'ya, D'Alembert'ten Helvetius'a, Montesquieu'den Rousseau'ya, D'Holbach'tan Kant'a çok sayıda büyük düşünürün damgasını bastığı ve bir düşünsel ilerlemeyi simgeleyen "Akıl Çağı" ile tanışıklığının olmamasından kaynaklandığın görmek üzüntü,
Hele Batı'daki Aydınlanma Devriminin sağladığı olumlu sonuçlar üzerinden Bağımsızlık Savaşı ile ulusal kuvvetlerin etken ve ulusal iradenin egemen kılınması anlamında Türkiye Cumhuriyeti'ni anlamayışından kaynaklandığını görmek dehşet veriyor.
Onun şahsında, elbette İslamiyetin değil temsilcisi olduğu İslamcılığın neden böylesine dünyayı bir kargaşa ortamına çevirdiği kolayca anlaşılıyor...</p>
<p>*
Prof. Görmez, Alman düşünürü Kant'ın "Aklını kendin kullan" parolasıyla "Ak'lın" her şeyi aydınlattığı, bu sayede önyargılar ve dogmaları yıktığı gerçeğine karşı duruyor.
Bunun için doğrunun ve yanlışın tek kriterinin tanrısal vahiy ya da dogma değil akıl olduğu, insana ve doğaya dair her şeyin akılla açıklanabileceğini savunamıyor.
"Akıl imparatorluğu"nun hurafenin, haksızlığın, ayrıcalığın ve baskının yerine sonsuz doğru, sonsuz adalet ve vazgeçilmez insan haklarının geçmesi gerektiğini düşünemiyor ve dillendiremiyor.</p>
<p>*
Halbuki onlar bağnazlığın ve kötülüklerin kaynağı olarak görülen "en güçlü feodal bey"lik konumunda Kiliseye karşı mücadelede birleşmişti.
Mezhepler arası savaşın son bulması, dinsel hurafelerin yıkılması, farklı mezheplere, dinlere ve fikirlere karşı hoşgörünün tesis edilmesi için Kilisenin hegemonyasını kırdılar, laiklik tartışmalarını derinleştirdiler.
İngiliz düşünür Locke laikliği "özgür bir devlette özgür bir kilise" sözleriyle formüle etti.
Sonra F.Engels, "Bugün biz akıl imparatorluğunun burjuvazinin idealize edilmiş imparatorluğundan başka bir şey olmadığını: bu sonsuz adaletin gerçekleşmesini burjuva adalette bulduğunu: bu eşitliğin yasalar önünde burjuva eşitliğe indirgendiğini: burjuva mülkiyetin temel insan haklarından biri olarak ilan edildiğini: akıl devletinin bir burjuva demokratik cumhuriyet olarak doğduğunu ve ancak öyle doğabileceğini biliyoruz" dedi. *
Onlar herkesin yasalar karşısında eşit olması gerektiği savundular ancak hukuki eşitlik, gerçek anlamda toplumsal eşitlik fikrine dek uzatılmadı.
Toplumsal eşitsizlik esas olarak insanın doğasından kaynaklanmaktaydı ve ortadan kalkması mümkün değildi, var olması bir zorunluluktu da!
Mesela Voltaire, "Hepimiz insan olarak eşitiz, ama toplumun eşit üyeleri değiliz.Eğer gereksinimler olmasaydı,bütün insanlar eşit olurlardı, türümüze özgü bu zayıflık bir insanı bir başkasına muhtaç kılar; gerçek kötülük, eşitsizlik değil, bağımlılıktır "dedi ve ekledi "Bazı Sofistlerin  dile getirdiği insanların sözde eşitliği çok tehlikeli bir düştür!"
Diderot ve Helvetius gibi düşünürler halkın cehaletinin ve bağnazlığının yaygın bir eğitimle aşılması gerektiğini savundular. *
Bugün "Aydınlanma" deyince akla öncelikle din konusundaki geleneksel anlayışla mücadele ve laiklik fikrinin gelişmesi geliyor.
Gelişmişlik,Tanrı inancını muhafaza edip gerçek temellerine döndürmeye çalışanlarla, deizmi  ya da tanrıya inanan fakat kurumsal dinleri reddedenlerle ve ateizmle ya da tanrıtanımazlık savunanlarla birlikte özgür toplumlardan oluşuyor.
Hep birlikte, dünya artık yorumlanmaktan ötededir; insanlığın özgürlük,kardeşlik,barış ve refah gibi evrensel ideallerinin gerçeğe dönüşmesi için düşünceden eyleme geçildiği bir çağ yaşanıyor.</p>
<p>*
Prof. Görmez'in " Herşey Allah'tandır" düşüncesi aşılalı çok olmuştur artık herşey akılla sağlanıyor,aklınla  sağladığın herşey için istersen hamd ediyorsun...
Ama aklını kullanamayan bireyler ve toplumların üzerinen "burjuvazinin idealize edilmiş imparatorluğu" bütün haşmetiyle çöküveriyor.</p>
<p>*
Sonra Görmez," Son günlerde bunu acı acı yaşıyoruz ibretle çağdaş dünyayı izliyoruz. Bir tarafta son 10 yılda İslam coğrafyasında acılarla kıvranan 12 milyon insan katledildi, yok edildi ama geçen hafta Paris'te yine hiçbir şekilde hiçbir müminin, hiçbir aklı selimin kabul etmeyeceği 12 insan hunharca katledildi. Ama 12 milyon insanın katledildiğine ses çıkarmayan insanlığın sadece 12 kişiye düzenlenen bir cinayet sebebiyle ayağa kalkmasını ibretle izledik" diye geveliyor...</p>
<p>15.1.2015
</p> - think tank dusunce kurulus

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir