(-Ölüm Yıldönümünde Rahmetle Anıyoruz)
Her şeyi bir yana bırakın, yalnız İsmet Paşa’nın ardından yapılan iftiralar, kor olup insanı yakmaya yeter…
Yok Türkiye’nin führeriymiş; yok faşist, diktatör bir milli şefmiş; şunu yapmış da bunu yapmış da!
Evet, yanlışları olabilir.
O da insan.
Ama yurtsever.
Konuştuğunuz insan kim?
Batı cephesi komutanı…
“Aziz Türk Milleti” sözünü söylerken; yüreği nasıl parçalanacak gibi bir grur taşıyor, dikkat ettiniz mi?
Kim, başka kim?
Ankara’da, ulusal meclise ilk zafer gururunu tattıran kahraman…
“Bozüyük yanıyor! Düşman binlerce ölülerini ayaklarımız altına bırakmış, kaçıyor!” mesajını çektiğinde, Ankara’da mecliste ağlayarak milletvekilleri birbirlerine sarılıyorlar.
Kim başka?
Büyük Taarruz’da, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın yanında; onun en önemli kurmaylarından biri…
Öteki komutanlara göre yaşı çok genç, henüz 38.
Dikkat edin, 38 diyorum…
Büyük Taarruzun en zor halkası olan Dumlupınar’da, kırık bir kağnı arabasının üstünde, Mustafa Kemal Paşa’nın yanında, dürbünüyle savaş alanını gözetliyor. Bir ara kağnı arabasında üzüm çuvalı olduğunu fark ediyorlar. Avuçlarıyla üzümlerden yemeye başlayınca; Mustafa Kemal Paşa mırıldanıyor:
“Şu hale bak! Üzüm çalan farelere döndük!
Gülüyorlar…
Elbette, kendilerinden çok genç bu kurmayı, döneminin anlı şanlı kişileri kıskanıyorlar. Atatürk ona o denli güveniyor ki! İnsan fıtratı her yerde var; başarıyı çekemeyenler, iftiralar atanlar; arkadan oyunlar çevirenler…
Mustafa Kemal Paşa’ya kin bileyenler, açıkça onla mücadeleyi göze alamadıklarından, İsmet Paşa üzerinden Atatürk’e vurma yolunu seçiyorlar…
Ve 39 yaşına geldiğinde Lozan’da, Lord Curzon gibi bir diplomasi şeytanının karşısında… Küçücük boyu, cin gibi bakışları; hep gülümseyen gözüyle, sağır ya, kimi zaman duyuyor, kimi zaman duymuyor…
Lord Curzon en keskin konuşmalarından birini yapıyor, gözlerinden ateşler fışkırıyor… Konuşmanın dehşetinden herkes etkilenmiş; çok kişi deli gibi Kürzon’u alkışlıyor.
Ve adam konuşmasını bitirip, “Ne dersin Bay İsmet?” dediği anda, elini kulağına koyup, kulağını uzatıyor:
“Ne dediniz? Duymadım da…”
Ve Lord Curzon istediklerini bir türlü kabul etmeyen İsmet Paşa’yı, konferansı terk ederim diyerek tehdit etmeye yelteniyor. Onun cevabı net ve kesin:
“Biz haklarımızı almadan barış olmaz. Güle güle!”
Yahu, başka kim İsmet Paşa?
Cumhuriyet döneminde devrimlerde Atatürk’le yan yana… Her adımda o var. Ve Atatürk ona o denli güveniyor ki; sabaha karşı yatağına girerken, biliyor ki İsmet Paşa namazını kılmış ve devlet işlerinin başına geçmiştir. Artık rahat bir uyku çekebilir…
Bunu da söylüyor zaten Atatürk:
“Şimdi İsmet uyanmış, işinin başına geçmiştir”
Başka kim?
İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’yi savaşın içine çekmeye çalışan Churchill ve Roosevelt’e karşı, diplomasinin en kıvrak oyunlarını oynuyor.
Pat diye ortaya atmıyor kendini.
Kahirede, Adana’da yaptığı görüşmelerde, Türkiye savaşa girmesin diye diplomasi oyunları kurguluyor.
Ve dünya ateş topu haline geliyor; ancak o yoksul Türkiye’yi savaştan uzak tutmayı başarıyor.
Bir koyalım, üç alalımcılardan; bir gecede Şam’a gireriz diyenlerden değil yani…
Sonra kim?
Bir klasik müzik tutkunu…
Abartısız, çok büyük bir müzik zevki var…
Bir entelektüel kulağa sahip; öyle Arap yalellileri kesmiyor onu.
Ve tutuyor, 50 yaşında “çello” öğrenmeye karar veriyor.
Çello alıyor; bilmeyenler için diyelim: Kocaman bir kemana benzeyen yaylı çalgı… Gövdesi yere konuyor, omzunuza dayıyorsunuz ve bir yay eşliğinde klasik müzik çalıyorsunuz.
Bunun için bir Alman müzisyenden ders bile alıyor.
Pembe Köşk’ten çello sesleri geliyor.
Çello çalan bir Türk Cumhurbaşkanı…
Elbette Devlet Opera ve Balesi’nin en başta gelen izleyicilerinden…
Öyle; “Tüküreyim öyle sanatın içine!” falan demiyor. Ya da; “Yıkın bu heykeli!” diye talimatlar da vermiyor. Sanatçıyı kolluyor, sahip çıkıyor; ve Türkiye en yoksul günlerinde, onun zamanında, sonradan dünyanın en ünlü sanatçıları olacak kişileri yetiştiriyor.
O ise; Devlet Opera ve Balesi’nde, bir locada…
Kulağı az duyuyor ya; Paşa iyi duysun diye locaya bir hoporlör yerleştiriyorlar. İsmet Paşa, locadan konseri izlerken, o hopörlörden gelen sese kulağını vermiş, dinliyor.
Cumhurbaşkanı ya; eşi Mevhibe Hanım araba istiyor; çünkü çarşıya pazara koskoca cumhurbaşkanının eşi alışverişe gidiyor.
Ancak almıyor İsmet Paşa, nuh diyor peygamber demiyor.
Ha sahi; ne oluyor sonra biliyor musunuz?
Demokrat Parti iş başına geliyor.
Celal Bayar Cumhurbaşkanı, Adnan Menderes başbakan…
Ve Devlet Opera ve Balesi’nde derhal bir onarım başlatılıyor. Paşa’nın oturup, konser dinlediği locadan, onun kulağını dayadığı hopörler sökülüp atılıyor..
Sahi, kim İsmet Paşa, kim?
Daha doğrusu şöyle soralım:
Kimmiş İsmet Paşa?
Adammış, Adam…
Adam gibi adammış!
Kim ne derse desin, içimden şu sesler yükseliyor:
“Nur içinde yat aziz Paşam… Mekânın cennet olsun”
Bir yanıt yazın