MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN ANKARA’YA GELİŞİ
(-“Millet yolunda kanımızı akıtmaya geldik! And olsun!”)
Aralık ayının son günleriydi.
Kış mevsimine karşın, hava açık ve ılıktı.
Bir kaç gündür kar serpiştiriyordu.
Tutar diye düşünülen kar, tutmamıştı.
Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’ya geleceği haberi, kulaktan kulağa yayılmıştı…
Yurdun kurtuluşu için gönüllü kişilerce oluşturulmuş ulusal örgütler, Paşa’nın Ankara’ya geleceğini günler öncesinden Ankaralılar’a duyurmuşlardı…
O tarihlerde Ankara, Anadolu’nun ortasında çorak ve bakımsız bir kasaba gibiydi.
Kalesi ve tiftik keçisiyle ünlüydü…
Osmanlı Devleti’nde tiftik üretimi ve ticareti önemli olduğu için, çok eskilere göre 18. Yüzyıl’dan sonra gözle görülür bir canlanış olmuştu.
- Yüzyılın sonunda kente demiryolu da gelmişti…
Osmanlı ülkesinin hemen her yerinde olduğu gibi burada da etnik ve dinsel gruplar iç içe yaşıyorlardı. Çoğunluk Türkler’deydi.
Türkler’i Ortodoks Hıristiyanlar ve Museviler izliyordu. İmparatorluğun hemen her yanında olduğu gibi ticaret ağırlıklı olarak Türk olmayan kesimlerin elindeydi…
Başta kale çevresi ve etekleri olmak üzere; kiremit çatılı yoksul evler, Anadolu kırsalının üzerinde çubuk ovasına doğru uzanıyordu…
İşte şimdi bu yoksul kentin yurtsever insanları, gözlerini dikmiş; kar serpintileri arasında uzanıp giden yolun ufkundan her an Mustafa Kemal Paşa’nın gelmesini bekliyorlardı.
Çankaya bağlarının batısında, Kırşehir yolu boyunca öbek öbek insanlar toplanmışlardı.
Seymenler geleneksel giysileri içinde, atlarının üzerlerindeydi. Bellerinde mavzerleri, ellerinde kılıçları ve kalkanları bulunuyordu.
Çoluk çocuk, yaşlı genç, kadın erkek; pür dikkat, kente uzaktan gelecek konukları bekliyorlardı.
Anlaşıldığı kadarıyla, ulusal örgütlerin çabaları halk üzerinde etkili olmuş, insanlar işini gücünü bırakmış, Paşa’nın karşılanacağı bu noktaya koşmuşlardı.
O güne kadar neler olmamıştı ki?
Önce Mondros Bırakışması… Tam barış olacak diye beklenirken, Anadolu’nun dört bir yanında başlayan haksız işgaller ve katliamlar… Sultan-Halife’nin ve onun hükümetlerinin bezgin ve teslimiyetçi politikaları…
Sonra haksız işgallere karşı Anadolu’da göz göz oluşan Kuvay-ı Milliye grupları…
Ardından Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a çıkışı…
28 Ocak 1920 tarihli Ulusal And; yani Misak-ı Milli…
Ardından kongreler…
Bu kongrelerde ulusal birlik ve bütünlük duygusunun vurgulanışı…
Tam bağımsızlık kavramının öne çıkışı ve her türlü işgallere karşı direnileceği kararı…
Heyet-i Temsiliye denilen ulusal kurulun oluşturuluşu…
Samsun’dan Amasya, Sivas ve Erzurum’a; oradan da yeniden Sivas ve Ankara’ya yönelen Mustafa Kemal’in şimdi de yönü işte bu kırsal kent, Ankara’ydı…
Ancak, niçin Ankara?
Ankara’da ise 20. Kolordu bulunuyordu. Bu kolordunun başında da Ali Fuat Paşa bulunuyordu.
Nazım Hikmet’in de dayısı olan Ali Fuat Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın Harp Okulu günlerinden beri en sevdiği arkadaşlarından biriydi…
Ankara’ya İngilizler ve Fransızlar da askeri birlik çıkarmışlar ve karargah kurmuşlardı. İzmir kanlı biçimde işgal edildiğinde, en önemli tepkilerden birisini Ankara göstermiş ve kentte bu olayı kınayan mitingler yapılmıştı.
Ali Fuat Paşa ile de temasa geçen Mustafa Kemal Paşa, Heyet-i Temsiliye’nin Ankara’da çalışmalarını sürdürmesi konusunda görüş birliğine varmıştı.
Bu nedenle Ali Fuat Paşa Ankara’da ön hazırlıklar yapmış, Ankara’ya gelecek Mustafa Kemal başkanlığındaki Heyeti Temsiliye üyelerinin konaklayacağı yerleri tek tek belirlemişti. Bir kurmay kafasıyla o, kimlerle iletişim ve ilişki kurulacağına dek ayrıntılı bir ön hazırlık yapmıştı.
O günlerde İstanbul’da Meclis-i Mebusan’ın yeniden açılması gündemdeydi. Anadolu’dan da giden milletvekilleri, İstanbul’daki çalışmaları sırasında, işte Heyet-i Temsiliye döneminde ortaya çıkan kararları, İstanbul’daki mecliste anlatmak gibi bir amaçla çalışacaklardı.
Heyeti Temsiliye başkanı olan Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları da bu gelişmeleri Ankara’dan izleyeceklerdi.
18 Aralık günü Sivas’tan yola çıkan kurul, Kayseri, Kırşehir ve Karaman üzerinden ilerleyerek, 27 Aralık 1919 cumartesi günü öğleden sonra Ankara Dikmen sırtarına ulaştı.
Yolculuk dokuz gün sürmüştü.
Yolculuk sırasında Kayseri ve Mucur’a birer gün kalınmıştı. Heyet-i Temsiliye üç otomobille Ankara’ya gelmişti. Ankara’ya gelen kurulda Mustafa Kemal Paşa’nın yanı sıra Rauf Bey, Ahmet Rüstem, Yaver Yüzbaşı Cevat Abbas (Gürer), Mazhar Müfit (Kansu) ve Hakkı Behiç Beyler ile İbrühim Süreyya Bey (Yiğit), Dr. Refik (Saydam) ve Hüsrev (Gerede) Bey vardı.
Kurulu Gölbaşı’nda Vali Vekili Yahya Galip (Kargı) Bey ile 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa karşıladı.
Mustafa Kemal Paşa’yı ve yanındaki kurulu getiren otomobiller, kendilerini karşılayan kurulun önünde durdu. Mustafa Kemal Paşa otomobilinden indi ve karşılayan kişilerle görüştü.
Daha sonra yanına Vali ve Ali Fuat Paşa’yı alarak, otomobiliyle ve kendini izleyen diğer otomobillerle birlikte, kalacağı yer olarak ayarlanmış olan Ziraat Mektebi’ne doğru ilerlemeye başladı.
Bu sırada kent Paşa’nın gelişi onuruna adeta kaynıyordu. Bir yandan davullar ve zurnalar çalıyor; Dikmen tepelerinden hafızlar ezan ve salât okuyorlardı.
Köylerden birçok atlı ve kağnı arabaları gelmiş, bir şenlik havası içinde kentlisi ve köylüleriyle Ankaralılar Mustafa Kemal Paşa’yı bağırlarına basıyorlardı.
Her tarafa “Geliyor!” diye tellallar çıkarılmıştı.
Paşayı karşılamak için seçilen atlı alayı Ulucanlar’dan Hacıbayram Camii’nin önünde toplanmış, dini tören yapılmış, yedi yüz piyade, üç bin atlıdan oluşan bir Seymen alayını, Ankaralı dervişler izlemişti.
Sonra esnaf, okul öğrencileri bu yürüyenleri izlemişlerdi.
Dikmen tepelerine gelindiğinde ezanlar ve salatlar arasında, Kızılyokuş’ta kurbanlar kesilmeye başlandı…
Karşılayanlar iki sıra halinde dizilmişlerdi.
Paşa otomobilinden inerek hepsinin tek tek hatırını sordu ve ellerini sıktı.
Daha ilerde, yedi yüz kadar zeybek giysisi içinde, ellerinde palalarla gençler vardı. Paşa bunlara yanaştı ve “Merhaba!”diye seslendi.
Hepsi bir ağızdan “Sağol!” diye yanıt verdiler.
Mustafa Kemal Paşa yeniden seslendi:
“Arkadaşlar, buraya niçin geldiniz?”…
Gençler yeniden yanıt verdiler:
“Millet yolunda kanımızı akıtmaya geldik! And olsun!”
Mustafa Kemal gene son kez seslendi:
“Var olun!”…
Ankara artık, Ulusal Bağımsızlık Savaşı’nın merkezi olmuştu…
Bu gelişmeleri, başkent İstanbul basını nasıl değerlendirdi dersiniz?
Bir kere Anadolu’daki bu gelişmeler onlar için bir eşkıyalık hareketiydi. Fitneciler ve din düşmanları onlara göre milletin arasına nifak sokuyorlardı…
Şimdi; o dönemin aykırı yazarlarından Refik Halit (Karay) Bey’in o sıralarda yazdığı şu satırlarına kulak verelim:
“Merhaba Sivas kuzuları, Ankara keçileri!… Ağıla mı geldiniz? İttihat sürüsünden yeni çoban başı, Millet Paşası mı sizi seçip ayırdı? Tüylerinizi kabartıp, boynuzlarınızı varaklayıp, sırtınızı kınalayıp sizi o mu hediye gönderdi? Boynunuzdaki tasmayı da o mu taktı? Kösemendiniz kimdir? Sivas’ın şu Karakeçisi mi? Yoksa Karaman “Kahraman” kuzusu mu? Niye koç Ankara’da kaldı? Âdeti uzaktan mı toslamaktır?”
Mütareke basını buydu.
Refik Halit Bey gibiler, Mustafa Kemal Paşa’ya “Milletin Paşası”, Ankara’da toplanan ulusçulara da “Ankara Keçisi, Sivas Kuzusu” derken kendince küçümsüyor ve ulusal hareketi bir eşkıyalık hareketi olarak göstermeye çalışıyorlardı.
Ancak ulusun nefesi çoktan Ankara’da atmaya başlamıştı…
İstanbul, ünlü şair Tevfik Fikret’in dediği gibi koyu bir sis altında öbeklenmiş kapkaranlık bir sis altında çırpınıp duruyordu.
O an, Ankara’da ortaya çıkan umut ışığı, bütün ulusu sarıp kavrayan gür bir güneş gibi bütün yurt topraklarını ısıtmaya başlamıştı.
Kemal Arı, 26.12.2014
Heyet-i Temsiliyeyi Şehir Haricinde Karşılayan Seymen Kuvay-ı Milliyesi, 27.12.35
Bir yanıt yazın