BAŞIMIZA DİKİLMİŞ BAĞIRIYOR: “KORKMA, ÇÖZ!”
(-İyi hallerde değiliz; yazıktır milletçe bize…)
Maşşallah, pek demokrat olduk…
Ertuğrul Günay, eski Kültür Bakanımız…
Çıkmış ekrana, dikilmiş başımıza, biz karşısında süklüm püklüm açmış ağzını yummuş gözünü:
Neler söylüyor neler…
Demokrat olmalı ve her şeyi konuşmalıymışız…
Bu korkularla bir yere gidemezmişiz…
Muhalefetin en büyük sorunu, her şeye en baştan karşı oluşuymuş…
Ya ne olmalıymış?
Gerekiyorsa, bölünebilmeyi bile tartışabilmeliymişiz…
Özerklikten, güçlendirilmiş yerel yönetimlerden, fedarasyondan korkmamalıymışız…
Yani Türkiye, böyle bir ülke olabilmeliymiş…
Tamam, olalım…
Olalım da; ne biliyoruz ki hangi konuda ne, ya da nasıl olacağız?
Ancak sanki Büyük Kürdistan sorunu yokmuş, Büyük İsrail hedefi bu coğrafyada uygulamaya konulmamış; tepeden tırnağa feodal kültürü, ilişkiler düzenini aşmışız; içimiz dolu dolu demokrat bir toplum olabilmişiz gibi…
Örnekler de pek hoş:
ABD eyaletmiş; Almanya federal yapıymış; bunlar bölünüyor muymuş?
Çözüm süreci konu ya!
Güneydoğu konusunda içimizdeki korkuları atarak, demokrat bir tavırla irademizi ortaya koyacakmışız…
Çözeceğiz ve tabi ki çözüleceğiz…
Kim ne biliyor çözüm süreci konusunda?
Muhalefet bir şey biliyor mu?
Hatta iktidar milletvekilleri; başbakan bir şey biliyor mu?
Ben bilmiyorum…
Ey halkım, senin bir şey bildiğin var mı?
Kim ne biliyor da neye razı olacağız? Hangi konuda direniş göstermeyeceğiz. Neye evet ya da hayır diye oy vereceğiz?
Demokraside temelde halk ve halkın iradesi var diye biliyorduk; iyi de; “Korkma, çöz, çözmekten korkma!” derken, neyi çözeceğiz?
Neyi çözemediğimizi bile bilmiyoruz…
Bir de tehdit ediyor iyi mi?
Biz çözemezsek, Kenan Evren çözermiş…
Allah, Allaahh…
Çattık…
Tabiki burada Kenan Evren, mecazi anlamda kullanılıyor.
Daha doğrusu bir benzetme yapılıyor.
Kenan olmaz, başkası olur anlamında diyor usta siyasetçi…
Ve gene gözlerimin içine baka baka, hatta elini sallayarak Kenan Evren’den söz ederek;
-“Çözeceksen çöz… Sen çözmezsen, Kenan Evren çözer… Bu çok tehlikeli bir süreç” diyor…
Yahu, neyi çözüyorum, neyi çözeceğim; neyi çözmeliyim; neyi çözmedim?
De, söyle; neyi çözeceğim ben?
Bir şey bilmiyorum ki…
Kimsecikler de bir şey bilmiyor…
Kimse bir şey bilmiyor; dönüp birileri bana ya da halka; “Korkma, çöz bunu, çözmekten korkma!” diyor…
-İyi de Ertuğrul Günay Bey, siz neyi nasıl çözeceğimizi biliyor musunuz? Yani, çözüm süreci denilen o garip süreçte neler konuşuldu, hangi konularda uzlaşıldı; ne alındı, ne verildi; sen biliyor musun bunu?
Tık yok…
İyi de kimsenin ne süreçten haberi var, ne neler konuşulup, hangi konularda uzlaşmaya varıldığından…
Kimsecikler bir şey bilmiyor…
Bir iki kişinin bildiğini tahmin ediyoruz; onlar da belli zaten…
Ve karar da Türk Milleti adına veriliyor…
Türk Milleti hakkında çok önemli karar verilecek; milletin bir şeyden haberi yok; ama gene de hiç bir şeyden haberi olmayan millete dönülüp; kaşlar çatılıyor:
-“Çöz bunu, çöz!” diye haşlanıyor…
Yahu, yandık, haşlandık; ama Allah aşkına, az vicdanlı ol da ondan sonra de; “Çöz bunu!” diye…
Şoföre diyorsun ki, hadi git…
Adamın önünde sokaklar, caddeler var; ve hiç bir şey demiyorsun; nereye gidilecek, hangi yolda yol alınacak…
Ancak adama “Git, git!” diyorsun…
Millet de öyle:
Millet kendi hakkında karar veriliyor ve hiç bir şey bilmiyor.
Bilmediği gibi; sürekli olarak da çözüme destek ver; sorunu çöz diye iyice aptallaştırılıyor…
Kafamız karıştı; beynimiz bulandı; şeş beş görmeye başladık, zihin uçlarımız kısa devre yaptı; her şeyi alaca bulaca görüyoruz…
Pek demokratız ya; demokrasinin temeli olan halk es geçiliyor; halka hiç bilgi verilmiyor; neyi, nasıl çözeceğiz, bu konuda hiç bir düşüncemiz yok ve yine karşımızdaki ses:
-“Çöz!” diyor…
Dizlerimizin bağı çözülüyor, kafamız bulanıyor, gözlerimiz kararıyor; neyi, nasıl, ne amaçla, hangi yöntemle çözeceğimizi bilmeden, çözmüyoruz diye bir de suçlanıyoruz…
Kaybetmesek, bulduk…
İyi hallerde değiliz; yazıktır milletçe bize…