AKP saldırıyor…
AKP’nin polisi hem de acımasızca saldırıyor. Gaz sıkıyor. Gaz bombası atıyor… Yerlerde sürüklüyor… Basınçlı su sıkıyor… Hem de bu kış kıyamet gününde…
Peki, kime, kimlere yapıyor bu zulmü?
Kendisini yetiştiren, eğiten, geleceğe hazırlayan, iş ve meslek sahibi yaparak ekmek parası kazanmasını sağlayan öğretmenlere…
Öğretmenlerine…
Öğretmenler çevredeki apartmanlara gizleniyorlar… Bir kısmı da ordu evine sığınıyor… Emniyetçiler onları yakalamakta, gözaltına almakta ısrarlı… İçeriye girenleri istiyor askerden. Asker vermiyor… Tartışma başlıyor… Hatta silah doğrultan bile oluyor… Sonunda polis şeflerinin araya girmesi ve emniyetin gerilemesi ile gerginlik sona eriyor…
Öğretmenlerin amacı “Millî Eğitim Şûrası’nda alınan kararları ve 17-24 Aralık yolsuzluklarını protesto etmekti. Demokratik haklarını kullanıp, her zaman olduğu gibi, hiçbir taşkınlık yapmadan, yakıp yıkma eylemine girişmeden, bir basın toplantısından sonra dağılacaklardı…
Ama olmadı. İktidar bu direnişten rahatsızlık duydu. Çünkü işin içinde yapılan yolsuzlukların, hırsızlıkların, halka anlatılması vardı.
AKP, otobüs yakan, yol kesen, adam kaçıran, can alan PKK’lılara gösterdiği hoşgörünün onda birini bu silahsız, Molotof kokteylsiz öğretmenlerine göstermedi.
Neden? Gerçeklerin gün ışığına çıkmasından, direnişlerin yaygınlaşmasından korkuyordu çünkü…
Yüreklerini korku sarmıştı…
Korku dağları bekliyor. Hırsızlıklarının, yolsuzluklarının toplum tarafından duyulmasını, bilinmesini istemiyorlar…
Suçun çoksa, korkun da çoktur. Zulmün çoksa, korkun dağlar kadar büyüktür. Her zaman, her yerde karşına çıkar o korku. Peşini bırakmaz.
Yüreğindedir. Beynindedir. Yaşantındadır.
Yatarken, kalkarken, konuşurken, gülerken, yerken içerken, dolaşırken hep yanındadır. Hep aklındadır.
En çok da geceleri… “Uyku girmez gözüne. Zalım yastık diken olur yüzüne…”
Sen belli etmesen de, cesur görünsen de, efelik taslasan da ses tonunda, yüzünde, davranışlarında o kendini gösterir. Açığa vurur. Soğukkanlılığını yitirirsin. İpe sapa gelmez laflar edersin. Direnişler, mitingler, yürüyüşler, konuşmalar, eleştirirler seni tedirgin eder…
Haksızlığa, hukuksuzluğa karşı “meşru direniş” yapan, anayasal hakkını kullanan öğretmenlere gaz bombaları ile basınçlı sularla, TOMALARLA saldırırsın, gerçek şehir eşkıyaları karşısında dut yemiş bülbüle dönersin, elin kolun bağlanır… Hak arayan, direnen insanla eşkıyayı birbirine karıştırırsın.
“Kimse bana itiraz etmeyecek. Kimse sesini yükseltmeyecek. Muhalefet de iktidar da ben olacağım …” dersin, dikensiz gül bahçesi yaratmaya çalışırsın ve bu uygulamanın adını da “ileri demokrasi” koyarsın…
Nerede bu yoğurdun bolluğu?
Bir zamanlar Vahdettin’ler de emperyalizm ve işbirlikçilerine direnen, isyan bayrağını açan Mustafa Kemal’i “eşkıyalıkla” suçlamışlardı.
Bir zamanlar Şeyh Bedreddin’ler, Pir sultan Abdal’lar da eşkıyalıkla suçlanmıştı. Hızır Paşa’lar, Bolu Bey’leri dünyaya direk kalacaklarını sanmışlardı. Halkı canından bezdirmişlerdi.
GERÇEK OLAN BİR ŞEY VARSA O DA ŞUDUR: DİKTATÖRLER KORKAKTIRLAR. KENDİ GÖLGELERİNDEN BİLE KORKARLAR.
Tedirgindirler. Yalan söylerler. Hem de su içer gibi yalan söylerler. Olayları ve gerçekleri çarpıtırlar. Düşmanla işbirliği yapmaktan asla çekinmezler.
KORKU İMPARATORLUĞU KURARLAR.
Direnen, haksızlığa karşı çıkan, halkının mutluluğunu, ülkesinin tam bağımsızlığını isteyen gençlerin gözüne biber gazı sıkarlar. Tekmelerler. Yerlerde sürüklerler. İşçilere düşman muamelesi yaparlar. Soğuk kış gününde, ayazda, tazyikli, basınçlı soğuk sularla öğretmenleri yerden yere vururlar. Ama Apo posteri taşıyan hainlere ses çıkarmazlar.
Milyonlarca emekçiyi işsiz güçsüz bırakmak için ellerinden ne geliyorsa yaparlar. Alın teri ile çalışanları açlığa, sefilliğe mahkûm ederken, yandaşlarının bolluk, zenginlik, mutluluk içerisinde yaşam sürmesini sağlarlar.
İşçiden korkarlar, köylüden korkarlar, subaydan, öğretmenden, öğrenciden korkarlar, yani halktan, TC vatandaşından korkarlar…
“ÇÜNKÜ HİÇBİR KORKUYA BENZEMEZ, HALKINI VATANINI SATANIN KORKUSU…”
Ama işin sonunun nereye varacağını, nelerle karşılaşacaklarını hiç ama hiç hesaplamazlar. Hesaplayamazlar… Hitler’lerden, Mussoni’lerden, Evren’lerden ders almazlar.
Gözlerini hırs bürümüştür çünkü onların. Zenginlik, sultanlık, padişahlık bürümüştür. Durmadan “HEP BANA, RABBENA” derler. Zulmederler…
Atalarımız, zorba sultanlara “Zulmün artsın padişahım ki tez yıkılasın…” diye boşuna söylememiştir. Çünkü zalimler köşeye sıkıştıkça, çaresizlik bataklığında çırpındıkça, altlarından koltuklarının kaydığını gördükçe, bir kat daha zalimleşir, zulümlerini daha da artırırlar… Zulmü artanların sonu tez gelir…
Baskı, zulüm uygulayarak, insanları dört duvar arasına atarak, yetim hakkı yiyerek, yığınları aç sefil bırakarak hiçbir iktidarın şimdiye dek ayakta kaldığı, saltanatını sürdürdüğü görülmemiştir. Karanlığın temsilcileri, tüm çabalarına karşın tarih çarkına geriye çevirememişlerdir.
Tarihin bu şaşmaz geleneği yine bozulmayacaktır. Zafer, önünde sonunda, mutlaka ama mutlaka, sömürüye, haksızlığa, baskıya direnen emekçilerin, yurtseverlerin olacaktır.
Hiçbir faşist kendini ülkenin tek egemeni, durdurulamayacak, engellenemeyecek tek gücü sanmasın. Hızır Paşa’lar, Nemrut Mustafalar, Damat Ferit’ler, Evren’ler, Özal’lar, Çiller’ler nasıl yok oldularsa, bugünkü zalimler de günü geldiğinde ABD’si, AB’si ile birlikte çekip gidecektir… Toz olacaktır…
Efendilerinin önünde secdeye yatan yandaş basın, yandaş sanatçılar ve tüm yandaşlar da efendileri ile birlikte tarihin çöplüğünde yerlerini alacaktır…
TARİH, HALK DÜŞMANLARININ KIRIK DÖKÜK MEZAR TAŞLARIYLA DOLUDUR.
Bir yanıt yazın