Bir yazıda okumuştum…
Dönem Mütareke dönemi… En azılı muhaliflerden biri olan ünlü gazeteci Hüseyin Cahit, o karmaşa ortamında işgalci güçlere; onlarla birlikte değişen ve düzene ayak uyduran, bir başka yazar dostuyla Galata’dan geçerken karşılaşmış. Görür görmez:
-Aç bakalım ağzını..
Adam ne yapsın? Şaşırmış; ancak bu buyurgan sese fazla diretememiş; gayri ihtiyari ağzını açmış…
Öteki:
-Çıkar bakalım dilini demiş…
Muhatabı, dilini de çıkarmış.. Ancak şaşkınlığını da gizleyemeden sormuş:
-Niçin demiş, niçin??
-Onca… yaladıktan sonra; renk değişimi var mı diye merak ettim de…
Günümüzün Türk aydını, ne yazık ki dillere pelesenk olan bu öyküyü hep anımsatıyor.
Günümüzün aydını, doğruları söylemekten uzak; olayları irdelemekten aciz; bütünüyle kendini gücün ve kudretin etkisine kaptırmış; yalakalık ve yağdanlık rolünü oynuyor… Birilerini ve kimi kesimleri savunmak için, bin bir takla atarak, pişkinliğin en ileri örneklerini sergileyen sözüm ona aydın tiplerini gördükçe; iğrenmekten kendimi alamıyorum.
Ve aklıma Tevfik Fikret geliyor:
Abdülhamit’e zangoçluk eden kimileri; bu zangoçluklarının karşılığında artık ne nemalanıyorlarsa; Tevfik Fikret’e de evet şaşırmayalım; “yalakalık” yapmasını önermişler ve bunun bir başlangıcı olarak, onu Sultan Abdülhamit’in cülus törenine davet etmişler. O ise şu yanıtı vermiş:
-Ben öyle bir günde, değil cülus törenine gitmek; evimde mum bile yakmam…
Evet, bu meşhur inziva adamı, culus günlerinde, yani padişahın tahta oturuşunun yıldönümlerinde hep evinde mumları söndürerek oturmuştur.
Ya bugün durum ne?
Ve gerçekten halka güvenen; halkının sorunlarıya bire bir uğraşan aydınlar; bir bir azalıyor…Bir toplum için bu bir felaket belirtisi… Umarım, toplum kısa zamanda aklını başına toplar da; önce aydınını sorgular; gerçek aydınla sahtesini ayırır; ve derken aydınına kol kanat gererek; kendi prometelerini yaratma erdemini gösterir.
Bunu yapamazsak vay halimize…