“Araba Sevdası, Recaizade Mahmut Ekrem’in 1898 yılında yayımlanan romanıdır… Bihruz Bey tam da dönemin burjuva gençliğinin olması gerektiği gibi Fransız kültürüne hayran züppe bir gençtir… Ayrıca Bihruz Bey, mirasyedi bir gençtir ve hayatı lüks alafranga kıyafetler ısmarlamak, kır kahvelerinde ve mesire yerlerinde lüks arabasıyla gezmekten ibarettir. Yine Bihruz Bey’in diğer bir karakteristik özelliği ise istediği her şeye sahip olması ve bunun verdiği şımarıklığın pençesinde olmasıdır ki; hikayenin ana kısmı biraz da bu konu üzerinden gelişir… Bir devlet memurunun oğlu olan Bihruz Bey, yarım yamalak bir öğrenim görmüş, 23-24 yaşlarında bir gençtir. Babası ölünce, annesiyle kendisine 28.000 liralık bir servet kalır. Yazları Çamlıca’da, kışları Süleymaniye’de oturur. Bütün merakı pek zarif arabasıyla gezinti yerlerinde dolaşıp kendini göstermek, herkesten daha şık giyinmek, Türkçe cümleler arasında Fransızca sözcükler kullanmaktır. Bir gün yine arabasıyla Çamlıca’da dolaşırken, yepyeni bir landonda çok güzel bir sarışın kıza rastlar, hemen aşık olur…”(1).
İmam’ın Araba Sevdası
Diyanet İşleri Mehmet Görmez’e makam otosu olarak 1 milyon TL’lik Mercedes marka ve S500 model cedîd bir araba alındığını duyunca, ne yalan söyleyeyim, internette yukarıdaki şekilde tanıtılan Recaizade Mahmut Ekrem’in “Araba Sevdası” isimli romanı ve romanın kahramanı Bihruz Bey aklıma geldi. Bir an için Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’i, romanın kahramanı Bihruz Bey’e, merkezi bütçeden Diyanet’e ayrılan tahsisatı, Hac ve Umre Gelirlerini, Türkiye Diyanet Vakfı ile eski adı Tokyo Vakfı olan Hayır Hizmetleri Vakfı’nı da Bihruz Bey’e babasından kalan 28.000 TL’lik servete benzettim.
Mehmet Görmez için alınan yeni makam otosu, kamuoyunda ziyadesiyle tartışıldı. Hatta bu tartışmalar bütçe görüşmelerinin yapıldığı TBMM genel kuruluna kadar uzandı. Aracın fiyatı 1 milyon TL olarak söylendi. DİB yapmış olduğu basın açıklamasında aracın DMO vasıtasıyla temin edildiğini ve fiyatın medyada belirtilen rakamların çok çok altında olduğunu söyledi(2). TDV yönetimi ise biraz daha ileri giderek, bu konuda yazan, çizen ve konuşanlar hakkında hukuk mücadelesi başlatacaklarını ilan etti(3). En sonunda da aracın fiyatının 322.000 TL. olduğu açıklandı medyada. Zira DMO, KDV ve ÖTV’den muaf olduğu ve müşterisi olan kamu kurumlarından KDV ve ÖTV talep etmediği için bu kabil satın almaların fiyatı düşük oluyormuş! Biz söylenenlerin yalancısıyız sadece…
Ancak bu durumda şöyle bir sonuç çıkıyor ortaya: Mercedes S500’ün piyasa fiyatı, 1-1.1 milyon TL. Diyanet ise DMO vasıtasıyla aynı aracı 322.000 TL’ye satın almış. Yani arada korkunç bir fark var. Özetle söz konusu aracı DİB gibi bir kamu kurumu değil de özel hukuka tabi gerçek ve tüzel kişiler satın alsaydı ödeyecekleri rakam 322.000 TL değil, 1-1.1 milyon TL. olacaktı. Yani devlet vatandaşına 7-8 yüz bin TL’lik bir kazık daha atacaktı. Bu da ihtişam ve itibar diyerek israfa belenmiş kamunun, harcamalarına kaynak yaratmak için vatandaşını ne kadar söğüşlediğinin açık bir resmi olarak karşımıza çıkmış bulunmaktadır.
Mehmet Görmez için alınan aracın fiyatının 1 milyon TL olmayıp, sadece 322.000 TL olması, Diyanet’in elindeki kaynakları israf etmediği, şatafata ve gösterişe önem vermediği anlamına gelmiyor tabii. En başta Diyanet İşleri Başkanlarının, Mehmet Nuri Yılmaz’dan sonra giymeye başladıkları sırmalı kaftanlar, Diyanet’teki israfın ve gösterişin belirtisidir. 2. John Paul, 16. Benedictus ve Francesko olmak üzere yakın geçmişte Türkiye’ye 3 tane papa gelip gitti. İtiraf edelim ki; bizim Diyanet İşleri Başkanları’nın kıyafetleri, bu üç papanın kıyafetinden de gösterişlidir. Hele hele Papa Francesko. Türkiye’ye geldiğinde, bizim Diyanet İşleri Başkanı için alınan makam otosunun bir yıllık motorlu taşıtlar vergisine satın alınabilecek türden Renault Clio veya Symbol marka ve model bir araçla dolaştı. Bizimkilerin daha gösterişli bir araçla gezip tozması teklifini ısrarla geri çevirdi herif! Öyle ki; kendisini koruyan korumaların bindiği araçlar bile çok daha gösterişli ve pahalı idi.
Düşünsenize bir kere; dünyada sayıları yaklaşık 1.5 milyar olan Katolik dünyasının dini lideri olan Papa, sıfır fiyatı en babasından 50.000 TL olan bir araçla seyahat ederken, bizim 75 milyonluk Müslüman’ın tartışmalı dini lideri olan Mehmet Görmez, Papa’nın bindiği araçtan en az 10 kat daha pahalı bir araçla gezip tozuyor! Üstelik, Papa’nın Katolikler de dahil dünyadaki 2.2 milyar Hıristiyan nüfus üzerindeki manevi ağırlığını da hesap edersek, iki din adamı arasındaki tevazu farkının, Papa lehine Ağrı Dağı kadar olduğunu görürüz. İtibar farkı mı? Papa lehine olmak üzere; Everest Tepesi’nden bile yüksektir!
Geçenlerde; televizyonların birisinde BBP Genel Başkan Yardımcısı olduğu söylenen bir zat konuşuyordu. Konu, Ak Saray’a ve Tayyip Bey’in “Devlet itibarından tasarruf yapılamaz” şeklindeki lafına gelince adam şöyle bir benzetmede bulundu: “Dünyanın en zengin lideri Brunei Sultanı’dır. Adamın def’i hacet yaptığı tuvalet taşı bile altındandır. Peki, bu adamın adını, sanını duyan var mı dünyada? Brunei Sultanlığı’nın dünya siyasetinde herhangi bir ağırlığı var mı?”.
BBP Genel Başkan Yardımcısı doğru söylüyordu; Müslüman Brunei Sultanlığı’nın lideri Hasan El-Bolkiah, dünyanın en zengin liderlerinden birisidir ama onun adını sanını bizim gibi bazı meraklılar dışında hiç kimse bilmez. Çünkü yönetmiş olduğu küçücük ülkenin hiçbir ağırlığı yoktur dünya siyasetinde. Gerek Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, gerekse onun en gözde prenslerinden birisi olan Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, herhalde bunları bilmiyor olamazlar. Hz. Mevlana’nın “Ne adamlar gördüm üzerlerinde elbise yoktu, ne elbiseler gördüm içlerinde adam yoktu” lafı, galiba herkes için geçerli olan bir laftır diye düşünüyorum. Elbette “Yiyiniz, içiniz, ancak israf etmeyiniz. Çünkü Allah müsrifleri sevmez”(4) ayetinin de makam ve mevki farkı olmaksızın bütün Müslümanlar için bağlayıcı olduğunu.
Bir okuyucum, Diyanet İşleri Başkanı’nın oturması için tahsis edilen lojmana 400.000 TL’lik bakım ve onarım harcaması yapıldığına ilişkin haberin bulunduğu linki göndermiş. Böyle bir harcama yapıldı mı bilmem; ancak CHP’nin Müftü eskisi vekilinin, bu konuyu TBMM gündemine taşıdığını biliyorum(5). Ayrıca ben, bu adamlarla 21 sene teşriki mesai yapmış birisi olarak, bu tür harcamalarda bulunabileceklerini de biliyorum.
Yanılmıyorsam bundan 4 hafta önceydi; Türkiye çapındaki bütün camilerde Türkiye Diyanet Vakfı adına yine yardım toplandı. Bu, bu sene içinde TDV adına kaçıncı yardım toplanmasıdır sayamadım ama, doğrusu eski bir vakıf çalışanı olarak bu durum beni ziyadesiyle utandırmaktadır. Toplanan paraları hovardaca harcayanlar, utanmıyorlar ama ben hala TDV adına cami kapılarından yardım toplanıyor olmasından kesinlikle utanıyorum muhterem okuyucularım. Onca gayrimenkul gelirine, onca işletme ve şirket gelirine, denetimsiz olarak tahsil edilip harcanan ve dolayısıyla miktarını sadece Allah’ın bildiği Hac ve Umre Gelirlerine rağmen, hala cami kapılarından yardım toplanıyor olması, beni utancımdan yerin dibine sokuyor nedense!
İblis’in Paçasına Tutunan Cemaat!
Paralel Yapı’ya yönelik gerçekleştirilen operasyon, bu cemaatin ne kadar ikiyüzlü ve tehlikeli olduğunu bir kez daha ortaya çıkarmış bulunuyor. Pes doğrusu; yalakalığın da böylesi demekten kendimi alamıyorum! Adamlar dün hedefe koyup, üzerlerinde atış talimi yaptıkları kişi ve kurumlardan bile medet umuyorlar şu anda. Çığırtkanlıkları ve yaygaraları dağı taşı tuttu adamların. Meğer ne kadar korkakmış bunlar!
İddialara göre; sahte hahamları Tuncay Güney ve eski bir bahriyeli olan İskender Pala’dan temin ettikleri evrakı, bavullara doldurup gazeteci kılığında evden eve nakliyatçılık işiyle uğraşan Mehmet Baransu isimli nakliyeci vasıtasıyla Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz’ün kapısına dayandıkları günleri çabuk unutmuşa benziyorlar. Başta siyasi şov olmak üzere; muhtelif beklentilerle geçmiş olsun diyerek kapılarına gelenlerin sözlerini allayıp pullayıp aktarıyorlar kamuoyuna. Cemaatin elindeki televizyon ve gazeteler ha bire bu tür haberleri veriyor günlerdir. Oysa evet; size yapılanları biz de onaylamıyoruz. Ancak bizim onaylamadığımız başka şeyler de var; mesela sizin sebep olduğunuz ve sonuna kadar desteklediğiniz kumpasları da onaylamıyoruz biz. Hani şu “Ergenekon” ve “Balyoz” adı altında insanlara reva gördüğünüz zulmü demek istiyorum.
Bakın bavulcularınız tarafından savcıya teslim edilen ve dava süreci boyunca kıyasıya savunduğunuz delillerin sahte olduğu bir bir ortaya çıkıyor. Balyoz’a temel olan 5 nolu Harddisk’ten sonra bilirkişilerin 11 ve 17 nolu CD’lerin de sahte olduğunu rapor ettiklerini yazıyor gazeteler(6). Bir zamanlar Gülen’in Türkiye’deki sesi ve ağabey dediğiniz Hüseyin Gülerce ise “Ben de hata yaptım maalesef. Ergenekon ve Balyoz davalarında öyle bir havaya girildi. Şimdi bakın kendileri de o arkadaşlardan, Ahmet Şık’tan özür diliyorlar. Bir havaya girip de meseleyi başka tarafa çekip de hakikatin ortaya çıkmasını kimse engellememeli. Bırakın yargı işini yapsın..”(7) diyor.
S Haber ve Bugün TV İzlemek
Bu konuda çoğu icraatını tasvip etmediğim ve 12 yıllık yol arkadaşı olan cemaati bir gecede satışa çıkaran hükümete de bir çift lafım olacak; Gülen Cemaati’ne Kaf Dağı kadar uzak olan benim gibi bir adamı bile özellikle 15-27 Aralık 2013 operasyonlarından sora “S Haber” ve “Bugün TV” tiryakisi yaptınız ya, daha ne diyeyim ben size!
Dediğim gibi; başta siyasiler olmak üzere bu günlerde çeşitli beklentileri olanlar “Geçmiş olsun” bahanesiyle Zaman Gazetesi’ne ve Samanyolu TV’ye akın ediyorlar. Hakan Şükür, İdris Naim Şahin ve İdris Bal neyse de şu Oktay Ekşi’nin Zaman Gazetesi’ne gidip, Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı ile sarmaş-dolaş olması, doğrusu görülmeye değerdi. Normalde sittîn sene bir araya gelmeleri mümkün olmayan bu iki zat, “Düşmanımın düşmanı dostumdur” anlayışı içinde bir anda sarmaş dolaş oluverdiler. Hatta Ekrem Dumanlı, Oktay Ekşi’nin ziyareti sırasında, geçmişte aralarında geçen bir tartışmadan dolayı uzun süredir kendisiyle küs olduklarını söyleyerek Oktay Ekşi’nin ziyaretini bir kat daha anlamlandırdı ve kendisine “Oktay Ağabey” diye hitap ederek, iltifatlarda bulundu.
Oktay Ekşi de “Burada, Wolter’in hepinizin bildiği bir sözü için varım. ‘Sizin kanaatlerinize katılmıyor olabilirim ama kanaatlerinizi ifade etme hakkınızı sonuna kadar savunmak benim de görevimdir.’ İşte o nedenle burada sevgili Ekrem Dumanlı’nın ifade ettiği pek çok kanaate katıldığımı ifade ettikten sonra söyleyeyim. Elbette katılmadığım kanaatleri de var. Ama onları müdafaa etme bana da düşen, size de düşen bir borç olduğu için buraya geldim. Dayanışma borcumun gereğini yerine getirmek istedim. İfade hakkı, özgürlüğün korunması bağlamında Ekrem Dumanlı’ya ve bütün Ekrem Dumanlı’lara sonuna kadar destek olmanın bana düşen bir görev olduğunu bilerek burada yanınızdayım.”şeklinde laflar etti ziyareti sırasında(8).
Evet, biz de aynı şekilde düşünüyoruz; fikirlere katılmasak da, herkesin fikrini özgürce savunma hakkı olduğuna inanıyoruz. Ancak bizim inandığımız bir şey daha var; o da ilkeli, dürüst ve tutarlı olmak. Şahsen ben inanıyorum ki; bu gün zorda kaldıkları için Oktay Ekşi’den bile şefaat bekleme noktasına gelip, onun paçalarına tutunmaya çalışan Zaman ve Samanyolu mensupları, kısaca Gülen Cemaati, sanırım Oktay Ekşi’nin 1999 yılında söylediği aşağıdaki sözlerin hiç birisine katılmazlar. Eğer katılsalardı, onun kurmuş olduğu Cumhuriyeti hiç hedef alırlar mıydı? Hiç, kendisini Deccal, sevenlerini İblis, inkılâplarını “köpekleştirmek” olarak telakki ederler miydi? İşte Oktay Ekşi’nin o sözleri:
“Bu sütunda eşim, bugüne kadar sanıyorum hiç yer almadı. Ama bu defa başka: İkimiz birlikte Türkiye’den belki 10, belki 15 bin kilometre ötede, Avustralya’nın başkenti Canberra’da, ruhumuzu Atatürk’le yıkadık. Çok basit bir şey yaptık: Avustralyalılar kendi savaş kahramanlarının anısını sonsuza kadar yaşatmak için muhteşem bir anıt-müze yapmışlar. Görülmeye, örnek almaya değer bir müze… Anıt-müzenin dışındaki geniş yeşil alanda 11 ayrı anıt var. Bunlardan biri, hatta müzeden çıkıp da yeşilliğe doğru inerken solda bulunan ilki, (Avustralya’da İngiliz kuralları geçerli olduğu için sol saygı açısından önceliklidir) Kemal Atatürk Anıtı.
1985 yılında o zamanki Dışişleri Bakanımız Vahit Halefoğlu tarafından açılan anıt çok sade, aslında ‘ay’ şeklinde yapılmış bir duvardan ibaret… Ama anlamlı ve güzel… Duvarın iç yüzünde tam ortada Atatürk rölyefi var. Güzel bir Atatürk çehresini, bronzdan yapmışlar ve duvara koymuşlar. Eşimle ikimiz birlikte işte o rölyefi bir kere, beş kere okşadık. Okşayışımız sebepsiz değildi:
Atatürk rölyefinin hemen sağ-alt tarafında bir yazı dikkati çekiyor: ‘İnsanlık ve savaş’ konusunda bugüne kadar söylenmiş büyük nutuklar vardır. Perikles’in, Antonius’un ve Abraham Lincoln’ün nutukları gibi… Ama Atatürk’ün 1935’te İçişleri Bakanı Şükrü Kaya aracılığıyla ANZAK Günü törenine gönderdiği mesajın yanında hepsi çok sönük kalır. Duvarda işte o mesaj yazılıydı:
‘Bu ülkenin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada dost bir vatan toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz! Sizler, kahraman Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız… Uzak diyarlardan evlatlarını savaşa gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.’
Düşmanının da saygısını ve kalbini kazanmış bir dâhinin rölyefini okşamak ona olan borcumuzu ödemeye yetmez ama ruhumuzu bir kere daha yıkamaya yetti.”(9).
__________
1-http://tr.wikipedia.org/wiki/Araba_Sevdas%C4%B1,
2-
3- ,
4- Kur’an-ı Kerim, A’râf Suresi, 7/31.
5- ,
6-16.12.2014 tarihli Vatan Gazetesi “O delil de sahte çıktı” başlıklı haber, s, 1,15,
7- 16.12.2014 tarihli Hürriyet Gazetesi, “Ben de hata yaptım maalesef” başlıklı haber, s,16,
8-http://www.zaman.com.tr/gundem_oktay-eksi-ifade-ozgurlugune-sahip-cikmak-borcumuz_2264388.html,
9- Oktay Ekşi: Canberra’da Atatürk başlıklı yazısı,
Bir yanıt yazın