İlgililer oluşumun bir kitlesel harekete dönüşebileceği uyarısında bulunuyor.*
Dresden kentinde ortaya çıkan oluşum diğer Alman kentlerinde de “Pazartesi Yürüyüşleri” adıyla genişlerken,başlangıçta sayıları birkaç yüz olan göstericiler artık binlerle ifade ediliyor.
Yurtsever Avrupalılar sözcüsü,”Kimse gündeme getirdiğimiz meseleleri ele almaya cesaret edemiyor. Hemen Nazi damgası vuruluyor. Radikal düşüncelerle işimiz yok” sözleriyle oluşumu savunuyor.
Aşırı sağ sözcüsü, hareketin masum bir vatandaş protestosu olarak nitelenemeyeceğine,halkın korku ve kin duygularıyla körüklendiğine ve bir medeniyetler savaşı başlatılmak istendiğine dikkat çekiyor.
Sol kanat,giderek bir katliam havası estirildiğine dikkat çekerken, sağdan gelen tehditin hafife alınmaması çağrısında bulunuyor…
*
İslamcılık, toplum ilişkilerini ilahî bir mesajın ışığında değerlendirmek, toplumu gereken İslamî ideale yaklaştırmaya çalışmak ve dinin kendisini bir üstyapı kurumu olarak değil bir temel şekillendirici olarak ele almaya dayanıyor.
Teminen iktidarı ele geçirmek için din adına siyaseti önceleyen bir algı oluşturuluyor.
*
Bu çerçevede Avrupa’nın kendi içine kapandığına,iç enerjisi ve entellektüel kaynaklarını tükettiğine inanılıyor.
Birincisi, Avrupa Birliğinin halkların faşizme tutulmaması için mevcut refahın korunmasını, sürdürülebilir kılınmasını amaçlayan tutucu bir sosyal model olduğu,
İkincisi, kişinin bireyselleşerek özgürleşirken, aileden ve cemaatten bağımsızlaşmasının öngörüldüğü düşünülüyor.
*
İslamcılar Avrupa ile ilgili öngörüleri ile mesela, Nur Cemaati’nin lideri Bediüzzaman Said-i Nursi’nin “Avrupa bir İslâm Devletine, Osmanlı Devleti de bir Avrupa devletine hâmiledir. Bir gün gelip doğuracaklardır” gibi sözlerinin bileşkesinden kendilerine vazife çıkarıyor.
Ne ki, İslam’ın Avrupa’nın hem içinde hem de dışında bir kavram olduğu ve her dönemi o dönemin şartlarına göre değerlendirme gerekliliği gözardı ediliyor.
Sadece Avrupa’daki Müslümanları ‘okumayı’ değil, Avrupalıların da Müslümanlarla karşılaşmalarını ‘okuma’ çabasına girilmiyor.
Yaşanan her yerde inançlarının olmazsa olmaz bir temel şekillendirici olarak hayata geçirilmesi isteniyor…
*
Avrupa giderek İslam ülkelerinden gelenlerin İslamı sosyal ve ekonomik alanda yaşamasıyla birlikte entegrasyon ve kimlik konularında sorunlarla karşılaşıyor.
Mesela, Cuma namazlarında dışarı taşacak şekilde bir araya gelmeler, türban, tesettür, helal gıda, sosyal yaşamda kız-erkek ayrımı, yaşam kültüründe farklılıklar ve nicesi İslamcıların sosyo-kültürel bir dayatması olarak algılanıyor, özellikle “Türban”ın İslamcılar’ın bir alamet-i farikası olmasından rahatsızlık duyuluyor.
Avrupalı Danimarka’daki karikatürlerden, İngiltere’deki Salman Rüşdi’nin ‘Şeytan Ayetleri’ kitabına uzanan bir dizi kültürel değerlerin çatışmasından ürküyor.
*
Neden aynı çabanın yaşanılan ülkenin vatandaşlığını belirleyen yasalarının ve dilinin öğrenilmesinde verilmediği sorgulanıyor.
“Sokaklarımız işgal ediliyor,medeniyetimizi korumalıyız” tepkisi doğuyor.
Giderek çok kültürlülüğün sorunların çözümünden ziyade hayaller yaratmaktan başka işe yaramadığı inancı büyüyor.
*
Nitekim Avrupalılığı oluşturan tarihsel birikim ve gelişim, kamusal mekânlar, cinsiyet algısı ve estetik amaç, estetik kaygı, estetik boyutun sürekli devinimiyle oluşan sanat bileşkesinde çok kültürlü siyaset bakışı ile pek çok çevrenin ”şeriat”,”devleti ele geçirmek isteyen İslami devrimci hareketler”, ”radikal İslam” olarak tanımlamalar yaptığı İslamcılarla bir dönem geçilirken,
Almanya’da önceki Cumhurbaşkanı Wulff’un “Hristiyanlık ve Yahudilik Almanya’nın geçmişi ve bugününün bir parçasıdır. Ama artık İslam’da Almanya’nın bir parçası haline gelmiştir” ifadesiyle başlattığı tartışma,
Yaklaşık iki yıl önce şimdiki Cumhurbaşkanı J.Gauck’ın “Burada yaşayan Müslümanlar Almanya’ya aittir “ifadesiyle gelişmiş, Almanya’nın Müslümanlara mı İslamcılara mı ait olduğu noktasından gelişerek bugünlere gelinmiş bulunuyor.
*
Avrupa’da İslamcılık öncelikle siyasetçiler tarafından değil, kamusal alanda tartışılıyor.
Avrupalı din’in toplumsal bir bağ ve ortak duyarlık yarattığını kabulle birlikte, dinin toplumsal davranışı sosyal düzeni belirleyen bir sistematik olarak düşünülmesini yanlış olarak değerlendiriyor.
Dini cemaatlerin ivmelediği İslamcılığın, kendi burjuvazilerinin tarihi gelişiminde kilise ve monarşinin elinden aldığı ekonomik iktidarı ya da moderniteyi aşındırmasına itiraz ediyor…
Öyleki Avrupa kamusallığı, en çok İslam’la olan çatışmasında canlanıyor ve harekete geçiyor.
Kamusal alanda Türkiye’nin Avrupa Birliği adaylığı en önemli konulardan biri olarak gündemini koruyor.
*
ABD’nin İslamın demokrasiye aykırı olmadığı öngörüsüne kandığı, Türkiye ve Ortadoğu’da yol verdiği İslamcı ideolojinin ve e kadar ulaşan pratiğinin ne menem bir küresel tehdit olduğu anlaşılmıştır.
Şimdi ABD hatasından dönmeye çabalıyor, Başkan Obama “Ülkemizi de tehdit eden İslamcı ideoloji ve teröristlerle mücadele stratejimiz ön cephedeki ortaklarımızı destekleyerek bizi tehdit eden teröristleri yok etmeye dayanıyor” ifadesiyle belirlediği konumdadır.
Nitekim Almanya İçişleri Bakanı T.de Maizière, aralarında “sorunlu unsurlar” bulunmasına rağmen “Yurtsever Avrupalılar” gösterilerine katılanların birçoğunun günümüzde geçerli endişeleri dile getirdiğine dikkat çekiyor.
Almanların bir kısmının kendilerini ülkelerinde yabancı gibi hissettiğini ortaya koyan bir araştırmayı örnek gösteriyor ve “Bu sorunları ciddiye almalı, çözümü üzerinde durmalıyız. Sorunların aydınlatılması, diyalog ve çözüm arayışı, bu süreçte yardımcı olacaktır”diyor…
*
Almanya’da İslamcı ideoloji ve teröre kadar ulaşan pratiği ile mücadele süratle güç kazanarak kamusal alandan Avrupa’ya yayılıyor, halklar parlamentoları ivmeliyor.
Bir yanıt yazın