DEGERLI DOSTUM, BIR COK PROJELERE BERABER IMZA ATTIGIMIZ. TURKIYE ICIN YAPILAN HERBIR CALISMAYI FEDAKARLIKLA DESTEKLEMIS OLAN, SEVGILI ARKADASIM TALAT HALMANI KAYBININ UZUNTUSU ICINDEYIM.. TALATI TANIYIPDA ONU SEVMEMENIN IMKANI OLMADIGINI IYI BILENLERDENIM.. MEKANI CENNET OLSUN .. AILESINE BASSAGLIGI DILERIM
DR. KAYAALP BUYUKATAMAN, Baskan
TurkishForum – Dunya Turkleri Birligi
______________________________________________________________________________
Taner YENER/İSTANBUL,(DHA) 9 Aralık 2014
Çevirmen, yazar, akademisyen Talat Sait Halman (83) son yolculuğuna uğurlandı. Halman’ın cenazesi Teşvikiye Camii’nden kılınan cenaze namazının ardından, Edirnekapı Şehitliği’nde toprağa verildi.
Talat Sait Halman için ilk tören Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde gerçekleştirildi. Törene Halman’ın tiyatrocu kızı Defne Halman, Istanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Erhan Yazıcıoğlu, Şehir Tiyatroları Genel Müdürü Şevket Demirkaya, iBB Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanı Abdurrahman Şen, Genco Erkal, Zafer Ergin, Tilbe Saran, Zeliha Berksoy’un da aralarında bulunduğu sanatçılar katıldı.
Cenaze törenine oyuncu Kıvanç Tatlıtuğ da katıldı . . .
BABACIĞIM KIZIN OLMAKTAN GURUR DUYUYORUM
Törende konuşan Defne Halman, “Babam birçok alanda çalıştı çeşitli görevlerde yer aldı ama hep şair olarak anılmak istedi. Babamın çalışmalarıyla, yapıtlarıyla, insanlığıyla ektiği nice tohumlar ölümünün ardından büyüyüp yeşermeye devam edecek. Hep bizlerle yaşayacak.” dedi. Babasının bir şiirini paylaşan Halman daha sonra tabuta dönerek “Babacığım kızın olmaktan gurur duyuyorum’ diyerek tabutunu okşadı.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN İLK KÜLTÜR BAKANI OLUŞU SAYGIYA DEĞER
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Erhan Yazıcıoğlu ise, “Kendisini çok beğenerek izleyeceği bir oyunun galasında bu sahnede ağırlayasaydık. Tabii keşkelerle geçmiyor hayat. Keşke, İstanbul’da tören haberini daha önce alsaydık. Ona daha da layık ve daha da büyük katılımlı bir tören yapabilseydik. Ama acilen bu kadarını gerçekleştirilebildik. Benim için Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kültür bakanı oluşu zaten başlı başına saygıya değer. Benim için Şekspir’i ilk kez Türkçeye kazandıran insan olması ve bildiğim kadarıyla siyasetin kirlenmeyen birkaç yüzünden biri olması ve onunla bir kez tanışma onuruna erdiğim için benim için gerçekten çok önemli ” dedi.
YAZICIOĞLU: KÜRT SORUNU ÜSTÜNE YAZDIĞI BİR YAZISINDAN BAKANLIGI İPTAL EDİLDİ
Yazıcıoğlu, Yaşar Kemal’in & lsquo; Kültürel ufuklar’ adlı iki cilt olarak yayınlanan kitabında Talat Halman’dan bahsettiğini belirterek, o kitaptan bir alıntıyı da şöyle okudu:
“…………….. Talat Halman bir zamanlar Kültür Bakanı oldu. Bizim ülkemizde edebiyatçılara devletçe hiç önem verilmemiştir. Düşünce adamları, sanatçılar bir hiçtir bizde. Bizim ülkemizde hapishaneye girmemiş, açlık çekmemiş bir sanatçıyı da çok az görürüz. Oysa Kültür Bakanı olunca Talat’ın ilk işi bizim şairimiz Dağlarca’yı ziyaret etmek oldu. İyi biliyorum ki, Dağlarca’nın kitapçı dükkanını bakanlık kapısı sanmadı. O sıralar Dağlarca sanırım hapisten yeni çıkmıştı ya da girmek üzereydi. Bir bakanın böyle belalı günlerde Dağlarca’ya gitmesi hepimizi şaşırttı. Bu yolu da bize Talat açtı. Bundan sonra 97 yılında Frankfurt kitap fuarı barış ödülü bana verilince zamanın Kültür Bakanı Almanya’ya benim için bile geldi. Sonra yalnız politik sebeplerden yani Kürt sorunu üstüne bir yazı yazdığından dolayı onun Kültür Bakanlığı iptal edildi. Ben de o zaman bir gazetede ‘Ne gam’ diye yazdım o Türkiye’nin Dünya’daki Kültür Bakanı’dır.”
SİZE ÇOK TEŞEKKÜR EDERİZ SEVGİLİ TALAT HALMAN
Törende konuşan Genco Erkal, “Size teşekkür borçluyuz sevgili Talat Halman, zerafetiniz için, sevecenliğiniz, inceliğiniz, duyarlılığınız için. Güldüğümüz birikiminiz, hocalığınız için. Dostluğunuz, cömertliğiniz, zekanız ve tadına doyum olmaz sohbetiniz için, Türkçemizi baş taçı edişiniz için, dilimize kazandırdıklarınız için, Bizi edebiyatımızı, kültürümüzü dünyaya tanıttığımız için. Hayatımıza kattığınız bütün zenginlikler için, bu hoyrat dünyadaki dürüst ve aydınlık görüşünüz için. Size çok teşükkür ederiz sevgili Talat Halman” dedi.
İŞ, SİYASET VE SANAT DÜNYASINDAN BİRÇOK İSİM KATILDI
Talat Sait Halman’ın Türk bayrağına sarılı naaşı burada yapılan konuşmaların ardından alkışlar eşliğinde Teşvikiye Camii’ne gönderildi. Teşvikiye Camii’nde düzenlenen törene Halman’ın ailesinin yanı sıra, Eski Bakanlardan Ercan Karakaş ve Fikret Ünlü, İstanbul Kültür ve Turim İl Müdürü Prof. Dr. Ahmet Emre Bilgili, Hürriyet Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı Vuslat Doğan Sabancı, Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin, Hürriyet Gazetesi Yayın Danışmanı Doğan Hızlan, CHP İstanbul İl Başkanı Oğuz Kaan Salıcı, Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, Kıvanç Tatlıtuğ, Bedri Baykam, Erol Evgin, Müjdat Gezen, Engin Hepileri, Genco Erkal, Zafer Ergin, Zafer Algöz’ün de aralarında bulunduğu iş, siyaset ve sanat dünyasından birçok isim katıldı. Cenazeye katılanlar Halman’ın anısına açılan defteri imzaladı.
KENDİSİNDEN ÇOK ŞEY ÖĞRENDİK
Törende basın mensuplarına konuşan Eski Kültür Bakanı Ercan Karakaş, “Kendisinden çok şey öğrendik. Eski kültür bakanları olarak geçen yıl bir araya gelmiştik. Gerçekten Türkiye için büyük bir kayıp. Sadece kültür bakanı değil, çok iyi bir şair, bilim adamı. Ben bu vasıflara sahip insanların nadir olduğunu görüyorum. Çünkü sürekli çalışıyordu. Ders veriyordu. Kültür sanat konusunda bugünlerde tartıştığımız konuların hepsine kafa yoruyordu. Yanlışları söylüyordu. Aktif bir insandı o yaşta da. Büyük kayıp ama eserleri ve şiirleri ile bakan olarak yaptıklarıyla kültür sanat dünyası ile ilgili görüşleriyle her zaman anılacak unutulmayacak” dedi.
Talat Sait Halman’ın cenazesi öğlen namazına müteakip kılınan cenaze namazının ardından Edirnekapı Şehitliği’nde toprağa verildi.
Talât Halman için Şehir Tiyatroları’nda tören
Türkiye’nin ilk Kültür Bakanı ve Bilkent Üniversitesiİnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Talât Halman’ın naaşı Ankara’daki törenlerin ardından İstanbul’a uğurlandı. Halman için yarın İBB Şehir Tiyatroları Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde saat 10.30’da tören düzenlenecek.
Bunlarla da ilgilenebilirsiniz • Türkiye’nin ilk Kültür Bakanı Halman yaşamını yitirdi
• Türkiye’nin ilk kültür bakanı son yolculuğuna uğurlandı
• Talat Halman…
cumhuriyet.com.tr
Yayınlanma tarihi: 08 Aralık 2014 Pazartesi
Prof. Dr. Talât Halman için ilk tören bugün saat 11.00’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde düzenlendi. İkinci tören aynı gün uzun yıllar görev yaptığı Bilkent Üniversitesi’nin Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi’nde gerçekleşti. Prof. Dr. Talât Halman, 9 Aralık Salı (Yarın) günü İstanbul Teşvikiye Cami’nde kılınacak öğle namazının ardından Edirnekapı Şehitliği’nde bulunan aile kabristanında defnedilecek.
Tiyatro dünyası, Türk diline ve tiyatrosuna olağanüstü katkılarda bulunan, Türk eserlerinin yabancı dillere çevrilmesi ve tanınmasında önderlik eden, ünlü Shakespeare çeviri ve okumalarıyla bu sanata büyük emeği geçen Talât Sait Halman’ı kaybetmenin üzüntüsünü yaşıyor.
Halman aynı zamanda tiyatro sanatçısı Defne Halman’ın babası idi. Ve kızının bu mesleğe icra etmesiyle her zaman gurur duyar ve desteklerdi. Her zaman, yakın dostu Şakir Eczacıbaşıile birlikte Muhsin Ertuğrul ustadın fikirlerinin ve idealinin yaşamasına, geç kuşaklara aktarılmasına destek olmuştu.
______________________________________________________________________
Türkiye, çok nadir bilge, hümanist şahane bir Atatürkçü aydın ve şairi kaybetti. Başımız sag olsun. SSA
TALAT S. HALMAN’ın ardından…
Yarın Salı günü, Talat Edirnekapı’daki şehitlikte pek muhtemel babasının mezarına defnedilecektir. Benim gitmeme şimdiki durumum engel. Orada bizim de ufak bir kabrimiz olduğundan, geçmişte babasının mezar bakımında ufak yardımım olmuştu.
Kısa pantolonlu ve pek spor yapmayan Talat, Prep. 1-D nin en ağırlıklı, sessiz ve bilge öncülerinden birisiydi. Arkadan kısa pantolonlu Türkkaya Ataöv gelirdi. Benim okul hayatım farklı hayat gerçekleri nedeniyle hayli dalgalı – kopuk ve ekmek peşinde koşmakla geçti. İşimi kurup, “importer-representative” olarak 1958’de New York’a DC-6B dört pervaneli Panair du Brasil uçağı ilk gittiğimde, Talat’ı “Record Hunter” magazasında bulmuş ve birkaç longplay de almıştım.
Talat ile Columbia Üniversitesinden tekaüt olup Türkiyeye döndükten sonra, daha sık görüşmek nasip oldu. Eşi Seniha ABD’de yerleştikten sonra,Talat’ı BİLKENT üniversitesinde çeşitli nedenlerle gördüm, akıl ve yardım istediğimde, elinden gelen her şeyi yaptı, en mutlu günlerinde – kutlama törenlerine genelde beni de çağırırdı. Hele “Festchrift” kitabının takdim ve tanıtımı başlı başına bir onur idi. Talat’ın o kadar çok ve hepsi mükemmel yüzü ve becerisi vardı ki, elimden her defasında hayran kalmaktan başka bir şey gelmezdi. Dünya Edebiyatı, Türk Edebiyatı, Tasavvuf, Hümanizm, evrensel tanıtım ve birliktelik, Atatürk ve bilim aydınlığı, vatan aşkı, insanlık şuuru ve UNESCO Çocuk Sevgisinden başlayarak şu kadar toplumsal harekette, kimseye müdana etmeden halk ve makul olanın yumuşak ve sevgi dolu sesi olmuştur. Çağının çok üstünde bir bilgi ve etik çizgide olduğu için, zamane aydınlarının birçoğu onu tanıyamadı, anlayamadı.
Talat Sait Halman, yaşamı boyunca, sevdi, sevildi, verdi, istemedi, bütün iyiliklerin timsali oldu. Hayatımda böyle bir dostum olduğu için, kendimi şanslı ve mutlu görüyorum. Bıraktığın AYDINLIK İZİ bir süre silinmeyecek ve Bilkent Edebiyat Öğrencileri sayesinde yıllarca yaşayabilecektir. Talat’ın yaşamı boyunca bana ve aileme gösterdiği yakınlık moralimi zenginleştirmiştir. Talatcıgım… Edirnekapı Şehitliğine arada bir uğrarım, mezar taşını tıklatırım, belki o tarafa kadar gider.
Şükrü Server Aya, 8.12.2014
_______________________________________________________________________________________________________________________
Bu Dünyadan Talât Geçti!
Kısa pantolonlu yıllarımızdan başlayarak Robert Kolej’de sınıf arkadaşım, şiir dünyasının büyük izler bırakan ustası, çok sayıda özgün araştırmaların sahibi, Türkçe ve İngilizcenin titiz uygulayıcısı ve yetmiş yıllık alçakgönüllü kardeşim Talât Halman’ı yitirdik. On bir gün önce İstanbul’daki kalabalık bir toplantıda ikimiz de konuşmacıydık.
Benim gibi, hiç yorulmayan, yaşından umulmaz biçimde bir ülkeden ötekine zevkle koşturan ve yepyeni konulara el atmayı göze alan Talât’ı geçen günkü toplantıda ilk kez bitik gördüm ve şaşırdım. Oysa kendimizi, yakın zamanlara değin, delikanlılara taş çıkaracak biçimde genç hissediyorduk. Örneğin dün denilecek yakın bir geçmişte ABD’de 41 üniversitede art arda konuşma yapmış, ayakta böbrek taşı düşürürken bile konuşmayı sürdürmüştüm.
Talât da bir anakaradan ötekine yetişir, en güç beğenen uzmanlara kendini zevkle dinletirdi. Bu değerli yaşam-boyu dostum, ozan doğmuştu. Yunus Emre, Shakespeare, Fuzuli, Sadi, Goethe, Puşkin, Milton, Tagore, Nazrul İslâm, Mayakovski ve Nâzım doğuştan ozandılar. Yüzünde tüy bitmemiş, kısa pantolonlu Talât da daha on iki yaşındayken aruzla dizeler döktürür, sınıfta kalkar okur, başka bir ustanın mısraında “burada vezni bozmuş” sözünü önce o söylerdi. Birkaç yıl içinde Şeyh Galip, Fikret ve Haşim’den İngilizceye çeviriler yaptı. Horace, Keats, Wordsworth, Masefield, Moore ve Houseman gibilerini de Türkçeye aktardı.
Daha sonraları eski Anadolu ve Ortadoğu şiirlerini topladı, Rumi’yi Türkçeleştirdi, Yunus Emre’yi (Anadolu tadını bozmadan) İngilizceye çevirdi, Laz fıkralarını bile şiirle anlattı. Tüm Shakespeare sonelerinin Türkçesi onundur. Saymakla bitmez. Yazdıklarının yalnız başlıklarının sıralandığı ayrı bir cilt var. İki büyük acı yaşadı. Biri Boğazlar Komutanı amiral babasının bir ameliyattan sağ çıkmayışı ve Seniha’yla onun gepgenç oğullarının bir New York penceresinden düşmesi. İkincisinden sonra bana yazdığı bir mektupta şöyle diyordu: “Artık ölümü yaşıyorum.” Ama bu iki olay dışında şiir cennetindeydi. Fazıl Say nasıl müzikle yaşıyorsa, Talât da şiirle yaşıyordu. Böylesi bir daha ne zaman gelir?
Prof. Dr. TÜRKKAYA ATAÖV
__________________________________________________________________
Halman’a üç tören
Kalp krizi sonucu hayatını kaybeden Türkiye’nin ilk Kültür Bakanı şair Talat Sait Halman için dün Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda, TBMM’de ve Bilkent Üniversitesi’nde cenaze töreni düzenlendi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı önünde yapılan törene Halman’ın ailesi, yakınları, Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Abdurrahman Arıcı ile bakanlık çalışanları katıldı. Halman’ın naaşı daha sonra TBMM’ye getirildi. Buradaki törene ise Halman’ın ailesinin yanı sıra CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, eski TBMM Başkanı İsmet Sezgin, eski Kültür ve Turizm bakanları Ertuğrul Günay ve İstemihan Talay, CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi, bazı eski bakanlar ve milletvekilleri katıldı. Halman’ın Türk bayrağına sarılı naaşı, TBMM’deki törenin ardından da Bilkent Üniversitesi’ne getirildi. Müzik ve Sahne SanatlarıFakültesi’ndeki törene; kızı Defne Halman, DSP eski Genel Başkanı Rahşan Ecevit, eski Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, CHP Milletvekili Mustafa Balbay, Bilkent Üniversitesi Rektörü Abdullah Atalar, Prof. Dr. Ali Doğramacı, yazar Yalçın Küçük ve öğrenciler katıldı. Babasının şair olarak anılmak istediğini belirten Defne Halman, “Ben de onun bir şiirini paylaşmak istiyorum” diyerek, ‘Ölüm Yılım’ adlı şiiri okudu. Halman, babasına ait şiiri okuduktan sonra, “Demek ki buymuş ölüm yılı. En sevdiği işinin başında, en sevdiği insanlarla” dedi.
ÖLÜM YILIM
Bu yılımı seçmiştim ölüm yılım olsun diye
Hangi ecel? Kim bilir
Ne umutsuz bir hastalık ne de
bitkin bir yürek
Yaşadığım her yanlış anı sona erdirmenin tam zamanı
Ama bilmem neden bir aşk fısıltısı mıydı ne?
Bir bakış mı nilüferlerden
Alaca karalıkta bir ürperti
Birden değiştirdim ölüm yılımı
Soluk alıyorum şimdi bir mavi süsen gibi yanlış anlarımın ötesinde
Belki bir gün minnet duyacağım şeytanminaresindeki şarkıya
Şuan seviniyorum. Gel gitle birlikte kıyıya dönünce bir ölü martı
Zaferimin son soluğu gelecek
Ben kaderimi zorlayınca kendi
ölüm yılıma teslim olmaya.
****************************************************************************************************
Sevgili Talat Halman hakkında arkadasların yazdıklarını ve hatıralarını okudukça ne kadar müstesna bir insanı tanımış olmanın gururunu duyuyorum. Bu kadar yaratıcı ve çok yönlü bir dahi insan hakkında yazılanlar az bile, bır anma toplantısı yapılması çok isabetli olurdu, denildiği gibi cennet artık onunla çok zengin.
Bir çok arkadaşın yazdığı gibi Shakespeare sonelerini Türkçe’ye çevirmesini o zaman çok takdir etmiştim. 50 seneden fazla olmalı, New York’da ‘Record Hunter’ diye 5’th Avenue ve 42’nd Street de New York’un en büyük plak mağazasının müdürüydü, şimdi hayatta olmıyan, bizim sınıftan RC mezunu Türk arkadaşları mağazada işe almıştı, ben de her gidişimde uğrar ve sohbet ederdik. Shakespeare tercumelerini o zamanlar yazmıştı. Bu tercümeler hakkında aklımda kalan en öemli özellik, Türkçelerinde, çok zor olan Aruz Vezni kullanmıştı.
Bu hususu doğru mu hatırlıyorum, belki bilen başka bir arkadaş varsa yazarsa çok sevinirim. Elinde bu tercümeler olanlar kontrol edip belirtirler. O zamanlarda sevgili hocamız Ekrem Beyi de rahmetle anmış olalım. O çok zor gelen Aruz Vezni deyince ‘Failatün Failatün Failatün Failün’ hatırlıyorum,
Ben bu yazıyı yazarken televizyonda (Ntv) Talat’ın İstanbul, Teşvikiye camiinde yapılmakta olan cenazesini vermeye başladı, orada olanlar farkında olmuşlardır, spiker önce kısa bir özgeçmişini verdikten sonra cenazede olan tanınmış insanları ismen saydıktan sonra ne kadar değişik alanlardan, sinema, tiyatro, edebiyat, güzel sanatlar, siyaset, diplomasi, ve bilim alanlarından olduklarının altını çizdi. İstanbul dışında yaşadığım için bulunamadım, fakat ekranda cenazeyi anlatırken bir ara Talat’ı bir konuşması esnasında çekilmiş bir videosunu gösterirken onun o gülen gözlerinin içini ve coşkusunu görünce benim de gözlerim doldu.
Unutulmıyacak bir arkadaşımız, güzel insan Talat’a rahmetler ve hepimize de baş sağlığı dilerim.
Atilla Çelikiz R.C. ’54
________________________________________________________________________________
Edebiyat/Yazılar/Düzyazılar
OĞUZCAN’IN DÖRTLÜKLER DÜNYASI
Talât S. Halman
Dört satırlık şiir birimi, Türk şiirinin tarihi boyunca, özlü düşünceler ve yoğun duygular için en yaygın ve en etkili olarak kullanılan ifade aracı olmuştur. Divan ü Lûgat-it-Türk’teki şiir parçaları, ilk Türk ozanlarının tek mısra, beyit ve üçlük bi¬rimleri üzerinde durmayıp en fazla dörtlüklerle içli dışlı olduklarını gösteriyor. Dörtlükler, halk şiirimizde, hiç olmazsa bin yıldır baş tâcı… Ana¬dolu’nun dört bucağında, analar çocuklarına ma¬ni söyler, âşıklar sevdiklerine… Dilimizin en duy¬gulu, en ince şiirlerinden çoğu, adını bilmediğimiz halk şairleri tarafından, mani biçiminde yara¬tılmıştır:
A benim bahtiyârım
Gönülde tahtı yârim
Yüzünde göz izi var
Sana kim baktı yârim
Halk düşüncesi, dünyâyı değerlendirirken, varı yoğu yorumlarken,dörtlüklere başvurmuştur:
Mal sahibi mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi
Mal da yalan mülk de yalan
Var biraz da sen oyalan
Genellikle aruz kullanan (en çok Fâilâtün Fâi¬lâtün Fâilün vezniyle yazıları) Tuyuğ da eski şiiri¬mizin üstün ve özgün başarılarından saydığımız bir dörtlük türüdür. Türk düşünce ve duyarlığı, bir¬kaç yüzyıl, nefis tuyuğlarla dile gelmiştir. Ne yazık ki sonradan bu türe rağbet azalmış, geleneksel şiire ilginin canlandığı dönemlerde bile tuyuğ nedense hep ihmale uğramıştır. Rübailere ve bağımsız dört¬lüklere yeniden önem vermeye başlayan Türk şair¬lerinin tuyuğ da yazmaya başlamasını umar ve di¬leriz.
Divan edebiyatımızda kıt’a ve dü-beyt diye ta¬nımlanan dörtlükler de rağbet görmüştür. Fuzuli’¬nin ünlü dörtlüğü hatırlardadır:
İlm kesbiyle pâye-i rifat
Ârzü-yu muhâl imiş ancak
Işk imis her ne vâr âlemde
İlm bir kîl u kal imis ancak
Türk şairi, özlü düşüncelerini, hayat görüşleri¬ni, felsefi yorumlarını, aklına yerleşen izlenimleri dile getirmek istediğinde, en çok “rübai” türüne başvurmuştur. “Rübai” İslâm uluslarının edebiya¬tına İranlıların bulup verdiği tek türdür. Eski söy¬lentilere göre, “rübai” vezni, rastlantı sonucunda ortaya çıkmış: Şen şakrak bir çocuk, kendi uydur¬duğu bir satın yüksek sesle söylerken oradan geçen bir şairin hoşuna gitmiş. Şair (bazı kaynaklara göre, Rüdagi) çocuktan işittiği ritmi, aruza uygula¬yarak yeni bir vezin olarak geliştirmiş. Gitgide, or¬taya 24 tane “rübai” vezni çıkmış, bunlar 12’şer ve¬zinli “ahreb” ve “ahrem” adlı iki grupta toplan¬mıştır. Fars şiirinde rübaiye “terane” de demişler .
İran şiirinde rübai, en gözde şiir türlerinden biri… Nesiller boyunca, Hamandanlı Tahir’in, Ebu Said’in, Şeyh-el Ensarî’nin rübaileri doya doya okunmuş, ezberlenmiş.
Gerek rübai, gerek hümanist heyecan olarak, tarihin en ünlü ve en önemli dörtlüğü, herhalde Mevlâna Celâleddin Rumi nin “Bâz â bâz â harençi hasti bâz â” mısraıyla başlayan şaheser rübaisi¬dir.
Gel, gel yine, her neysen, kimsen yine gel,
Kâfırsen, ateş ve put seversen yine gel:
Girmez ki umutsuzluk bizim dergâha,
Yüz tövbeni bozsan bile gel, sen yine gel.
“Rübai” türünün en büyük üstadı elbette Ömer Hayyam’dır. Sadece kendi dilinde ve ülkesinde değil, Batı ve Doğunun başka kültürlerinde de Hay¬yam yaygın rağbet görmüştür ve görmektedir. Felsefi söyleyişin doruğuna özlü şiirlerle varan Hayyam üzerinde uzun süredir hararetli bir tartışma yapılıyor: Bazı yorumculara göre, rübaiyatın yüce ustası, din-dışı düşüncelerini dile getiriyordu; bazılarına göre ise, üstü-kapalı ifadeler kullana¬rak tam bir mutasavvıf gibi yazıyordu. Bu tartış¬malar bir yana, İran’da ve başka ülkelerde Hay¬yam’ın hikmeti hicvi, hayat görüşleri dillere des¬tan olmaya devam ediyor.
Türkiye’de Hayyam en sevdiğimiz, en benimse¬diğimiz İranlı şair olmuştur. Bunda, birçok usta çeviricinin ve elbette en başta Yahya Kemal’in bü¬yük emeği geçmiştir. “Hayyam” adlı rübaisinde Yahya Kemal ne güzel bir özet sunmuştur.
Hayyâm ki her bahsi açar sâgarden
Bahsetmedi cennete akan Kevser’den
Gül sevdi şarab içti gülüp eğlendi
Zevk aldı tırâşide rübailerden
Yahya Kemal, Hayyam’dan çevirilerine “Türk¬çe Söyleyiş” adını vermişti. Çevirideki üstün başa¬rısının sırrını rübai tarzında dile getirmiştir.
Hayyâm’ı alıp tercüme et derlerse
Öğrenmek için tâlib isen bir derse
Derdim ki rübaisini nazmetmelisin
Hayyâm onu türkide nasıl söylerse
Ömer Hayyam’ı Batının popüler bir şairi yapan Edward FitzGerald, nefis İngilizce söyleyişler sun¬muş, ama Hayyam’ın anlamını ve sözlerini bazan tanınmayacak kadar değiştirmiştir. Üstelik, Hay¬yam’ın birbirleriyle bağlantısız olan rübailerini sanki bağımsız değillermiş gibi belirli bir sıraya koymuş ve aralarında ilişkiler bulmaya ya da kur¬maya kalkışmıştır. Yine de, FitıGerald’ın çevirile¬ri kudretli, göz kamaştırıcıdır. Hayyam’ın orijinal rübailerinden Türkçeye yüzlerce çeviri yapıldı ama, FitzGerald’ın İngilizce adaptasyonlarından hiç çeviri yok. Umarım, bellibaşlı çevirmenleri¬mizden biri ya da birkaçı bu büyük eksikliği ya¬kında giderir.
Rübai sanatı, Türk şiirinde doruğuna Yahya Kemal’le erişti. Yahya Kemal’in rübaileri, güçlü ve güzel gerçekleri inanılmaz bir rahatlıkla dile ge¬tirmiştir. “Ömür” başlıklı rübai, bu pürüzsüz sa¬natkârlığın ünlü örneklerinden biridir:
Bir merhaleden güneşle deryâ görünür
Bir merhaleden her iki dünyâ görünür
Son merhale bir fasl-ı hazandır ki sürer
Geçmiş gelecek cümlesi rüyâ görünür
Yahya Kemal’in diri tuttuğu rübai geleneğini Cemal Yeşil ve Arif Nihat Asya günümüze kadar sürdürdüler. Orhan Veli de birkaç tane güzel rübai yazdı, rübai çevirdi. Nazım Hikmet, aruz veznini bir kenara iterek, modern “Rübailer” yarattı.
Türk şiirinin dörtlük geleneği, en etkili örnek¬lerinden birkaçını çağımızda “Râbia Hatun”dan kazandı. “Râbia Hatun”un dillere pelesenk olan dörtlüklerinden biri:
Olsandı sen hava, olsamdı ben sema,
Alsamdı ben seni dem dem, nefes nefes;
Olsandı sen zaman, olsamdı ben mekân
Eflâki dolduran bir aşk olurdu, bes.
Dörtlük ve özellikle rübai türünün çağdaş üs¬tadlarından biri, Ümit Yaşar Oğuzcan… Belirli ve¬zinler ve kesin kafiye/rediflerle dört satıra derin bir düşünceyi ya da sürükleyici bir duyguyu sığ¬dırmak hiç de zor değilmiş gibi, Oğuzcan bize özlü sevgi, felsefe, toplumsal eleştiri dörtlükleri veri¬yor. Muhteva ve üslübu dört başı mâmur bir sentez¬de birleştiren şu şiiri, rübai türünün şaheserle¬rinden biridir:
Her gün yeni bir can yaratır hak bende
Ergeç yeşerir kupkuru yaprak bende
Son meyvesiyim ben bir ölümsüz ağacın
Binbir tohumun sürdüğü toprak bende
Oğuzcan’ın rübailerinden ve başka dörtlükle¬rinden çoğu, veciz sevgi şiirleri:
Gökyüzüm olsan seni dağ gibi sevsem
Her ânını yeni bir çağ gibi sevsem
Sevenler için bu dünyâda ölüm yok
Ölsem de seni bin yıl sağ gibi sevsem
Oğuzcan’ın aşkı bu şiirlerde bazan beşeri öl¬çüler içinde güçlü bir güzelliği dile getiriyor.
Bir bakıp gözlerime herşeyi anlarsın ya
Benimle kederlenir, benimle ağlarsın ya
Şu sonsuz karanlıklar hiç umurumda değil
Batmayan güneş gibi içimde sen varsın ya
Bazan da, dört satır içinde, aşk bir ölümsüzlük macerası oluyor:
Bir ömre değer sevdiğimin bir gecesi
Ağzımda duâdır adının her hecesi
Fâni yaşayıp böyle ölümsüz sevmek
Âlemde bütün sevgilerin en yücesi
Son yılların en güzel birkaç sevgi şiirinden biri olan bu dörtlükteki manevi yüceliş, Ümit Yaşar’ın dörtlüklerinde sık sık görülen bir temadır:
Ölüm olmaz cihanda sevmeyi, sevilmeyi
Yüz yıl yaşamaktan daha üstün tutana,
Aşka taptık diye korkutma cehennemle bizi
Biz o âlemde asıl cenneti bulduk Tanrım
Bir damla dedim, sen bana deryâ verdin
Her ânıma renk, ömrüme mânâ verdin
Yıllarca o tek Mutluluğun girmediği
Dünyâmı yıkıp bir yeni dünya verdin.
Aşkın sancılan ve kuşkulan da var Oğuzcan’ın dörtlüklerinde… Şair, sona ermeye mahkûm ya-şantıların üzüntüsü içindedir:
Bir gün sevilenden ve sevenden ne kalır
Gözden, o dudaktan, o bedenden ne kalır
Anlat bana ey sevgili, senden başka
Can verdiğim ân âleme benden ne kalır.
Oğuzcan’ın derin bir karamsarlığı, yaşamak ve sevmek karşısında umutsuz ağıtları da var:
Bir gün bile anmaz bizi andıklarımız
Ergeç unutur sevgili sandıklarımız
En sonra kül olduk bu büyük yangında
Boşmuş, tutuşup kor gibi yandıklarımız.
Hayal kırıklıkları, hayatın katı gerçekleri karşısında kötümserlik, güvensizlik ve yakınma da Oğuzcan’ın dörtlüklerinde başgösteren duygu ve dertler arasında…
Hak her kulunun alnına bir şey yazmış
Bir say bakalım alnı açık kaç kişi var.
Hep aynıdır âlemdeki zindancıbaşı
İşkence kalır, yalnız eserler değişir.
Ergeç sezeceksin var olan şey yokluk
Binbir yalanın kaynağı bir eski yalan.
Şair, kötülerin, aç gözlülerin, sömürücülerin boş yere didindiklerini de dört kuvvetli mısra ile apaçık belirtiyor:
Hep zulmederek halkı soyup gitmişler
Eller keserek, gözler oyup gitmişler
Yıllar yılı çaldıkları dünya malını
Bir gün yine dünyada koyup gitmişler.
Oğuzcan’ın karşısına dikilen dünyada “Devler küçülür, gözde büyürken cüceler…” Böyle bir çevre¬de, dindarlar da yanlış düşünceler, boş umutlar içinde görünür.
Dindar kişiler zannediyor hak çağırır
Aslında o fânileri toprak çağırır
Toprak anamız her zaman âdil ve büyük
Her canlıyı ölmezliğe mutlak çağırır.
Şair, Tanrıyı Tanrıya şikâyet eder gibidir: Dünyayı sakat yaratmıştır, kötülük ve adaletsiz¬likle doldurmuştur. Şairin elinde olsa yepyeni bir evren yaratırdı:
Son ver ulu Tanrım bana küskünlüğüne
Ben çoktan inandım senin üstünlüğüne
Bambaşka bir âlem yaratırdım yine de
Versen o büyük kudreti bir günlüğüne
Türk edebiyatının en güzel lirik protesto şiirle¬rinden biri, Oğuzcan’ın pürüzsüz bir rübaisidir:
Bitsin diyorum bunca karanlık bitsin
Boş midelerin duyduğu açlık bitsin
Madem ki eşit geldik eşit gitmeliyiz
Haksızlık imiş, zulm imiş, artık bitsin
Karanlık ve kahpe bir dünya içerisinden insa¬nı güzelliğin, zevkin ve aşkın yücelttiğini şair ne hoş sözlerle belirtiyor:
Her zevki tadıp her şeyi bilmek ne güzel
Her sevgiyi, her neş’eyi bilmek ne güzel
İnsanlığın alçaldığı bir dünyâda
Bir insanı sonsuz sevebilmek ne güzel.
Rübai şeklini, vezinlerini, kafiye düzenini Ümit Yaşar Oğuzcan kadar başarılı ve etkili kulla¬nan üç beş kişi kaldı Türkiye’de… Oğuzcan’ın rü¬bai ustalığı, hem klasik rübai, hem yenilikçi rübai alanında üstün başarı sağlamasıyla gerçekleşmiş¬tir. Şu rübai Ömer Hayyam’ın ruhunu şâd ettiği gi¬bi, Yahya Kemal’i de sevindirir, hattâ imrendirirdi herhalde…
Âlemdeki esrarı serencâm söyler
Sâki susar ellerde gezen câm söyler
Her mısraı nâdide rübailerle
Söylerse büyük gerçeği Hayyam söyler
Oğuzcan, rübai kalıplarından çıkıp hece vez¬ninde dörtlüklere yöneldiğinde de taze ritmlerle, ince duygusal söyleyişlerle etkiliyor okurlarını… 7–7 ile yazdığı şu aşk dörtlüğü, sevenlerin ve sevi¬lenlerin dilinden düşmeyecektir:
Bir pınarsın, içilen ama hiç kanılmayan
Seveni yanıltmayan, sevince yanılmayan
Özlenen sen, özleyen sen, özleten sen
Varken, doyulmayansın; yokken, dayanılmayan.
Oğuzcan’ın dörtlükleri, kendi içlerinde, bir fel¬sefi bütünlük, bir duygu bayındırlığı, bir mimari denge sağlamaktadır. Ne var ki bu doyum olmaz şi¬irlerden çoğunu okurken, keşki daha fazla sürseler diye düşünmemek elde değil. Dörtlükler, felsefe alanında, his ve heyecan ülkesinde uzamasını öz¬lediğimiz birer tavaf..
Rübai, mani, tuyuğ, kıt’a, dü-beyt, terane; daha geniş bir terimle: dörtlük… Şiirin bu temel biri-minde doruğa yükselenlerin arasına Ümit Yaşar Oğuzcan, elinizdeki rübailer ve dörtlükler derleme¬siyle giriyor. Oğuzcan’ın dörder satırlık nefis şiir¬lerini yıllar boyunca doya doya okuyacağız, ezber¬leyeceğiz, okutacağız.
— 1972 —
________________________________________
Bir yanıt yazın