“Ben tarafsızım…”
“İdeolojik konularla uğraşmam…”
“Siyasetle ilgilenmem…”
“Politikadan ve politikacılardan nefret ederim…”
“Siyaset benim ilgi alanımın dışındadır…”
“Bana mı kaldı dünyayı düzeltmek… Bana dokunmayan yılan bin yaşasın…”
Bu konuşmaları sık sık duyarız… Sık sık işitiriz…
Üstelik bu kişiler, çok iyi bir iş yapıyormuş gibi, bu sözleri gururla, övünçle söylerler… Hem de siyasetle, politika ile uğraşanları küçümseyerek, aşağılayarak… Onlara alaycı gözlerle bakarak…
Çünkü onlara göre bu düzen değişmez… Değiştirilemez… Bu dünya, haksızlık, hukuksuzluk temelinde ve güçlülerden yana kurulmuştur. Bu yaşam böyle gelmiş, böyle gider…
Onlara göre, zalimlerle ve egemenlerle mücadele etmek boşuna bir çabadır… Akıntıya kürek çekmektir… Boşuna zaman harcamaktır…
Bir kimse huzurunu ve düzenini bozmak istemiyorsa, başını belaya sokmak istemiyorsa, direnişlerden uzak duracak, politikanın kıyısından bile geçmeyecektir…
Peki, ne yapacaktır? Kendilerinin yaptığını: Yani dizi izleyecek, bilgisayarda oyun oynayacak, yarışma ve izdivaç programlarının hiçbirini kaçırmayacak, gerekirse 70’lik damatlarla, 70’lik gelinlerle birlikte, ekran başında göbek atıp, kurtlarını dökecektir…
İşte o zaman siz de, “Türkiye bölünürken siz ne yapıyordunuz sorusuna, “Biz o zaman dizi ve yarışmaları izliyor, yarışmacılarla birlikte ekran başında göbek atıyorduk…” diye yanıt verirsiniz… Tıpkı Yugoslavlar gibi…
Gerçi, “Politikadan ve politikacılardan nefret ederim…” diyenlere de bazen hak vermiyor değilim… Çünkü bazı çirkin politikacılar, pislikleri, yalanları – dolanları, ihanetleri ile bu ülke insanını canından bezdirdiler. Politikadan soğuttular… Politikacılara olan güveni sarstılar… Neyzen Tevfik bile bu türden milletvekillerine şu dizelerle isyan etmişti:
“Kime sordumsa seni doğru cevap vermediler;
Kimi alçak, kimi hırsız, kimi deyyus! dediler…
Künyeni almak için, partiye ettim telefon:
Bizdeki kayda göre, şimdi o mebus dediler!..”
Ama ne olursa olsun, kim ne suç işlerse işlesin, politikacıların tümü de yolsuzluk ve hırsızlık yapsa, yine de bu durum, insanların ülke sorunlarından uzaklaşması, toplumsal olaylara duyarsız kalması için geçerli bir neden değildir…
Toplum içerisinde yaşayan bir kimse asla tarafsız olamaz. “Ben tarafsızım” diyen bir kimse bile aslında taraf tutmaktadır… O, sessiz ve tepkisiz kalarak, namussuzları görmezden gelerek, sömürü çarkının soygunculardan, talancılardan tarafa dönmesini sağlamaktadır…
Zaten “Tarafsızlık”, “Tarafsız kalma” eylemi ve düşüncesi insanın doğasına da aykırıdır. Çünkü insan bir kitap, bir giysi, bir eşya, bir arkadaş, bir sevgili seçerken bile taraf tutmaktadır… Kendi dünya görüşüne, kültürüne, beğenisine uygun seçimler yapmaktadır. Çünkü hayat, insana her zaman “Seçme, beğenme, tercih etme zorunluluğu” getirmiştir…
Bir toplum içinde yaşayan, çoluğu çocuğu, annesi, babası, akrabaları, eşi dostu, geleceği olan bir kimse asla toplumdan ayrı, tarafsız bir yaşantı süremez…
Tarafsız kalma düşüncesi belki kendisinin ve başkalarının hoşuna da gidebilir ama ne yazık ki gerçekler budur ve çok acıdır…
Onlar, bir zamanlar 4+4+4 eğitim sisteminin uygulanmasına “TARAFSIZ VE SESSİZ” kalmayıp, karşı çıksalardı, bugün, “Ben çocuğumu imam hatip okuluna vermek istemiyorum. Zorunlu din dersine göndermek istemiyorum… Çocuğumu benden izinsiz, uzaktaki bir okula kaydettiler… Benim çocuğum ilkokula başlamak için daha çok küçük…” diye feryatlar koparmayacaklar, dizlerini dövmeyeceklerdi…
Şimdi sıra ilkokullardaki, anaokullarındaki çocukların başına türban geçirilmesine geldi. Yakında, isteseniz de istemeseniz de kuzu kuzu, tıpış tıpış tesettür mağazalarına gidip, çocuklarınıza türban beğeneceksiniz, beğenmek zorunda kalacaksınız…
Ne diyor Cumhurbaşkanı, “İsteseler de istemeseler de Osmanlıcayı öğrenecekler…” İşte o zaman, türbanın üstüne üstlük bir de Osmanlıcayı öğrenirler… Böylece yavrularınız “Çağdaş eğitimle (!) yetiştirilmiş olur…
YAZIYI BİTİRİRKEN SON SÖZÜMÜZ ŞU:
Zulmün, zalimlerin, sömürünün, baskının, din sömürüsünün, sınıfların olduğu bir toplumda kimse özgür değildir ve tarafsız, bağımsız da olamaz…
Cinayetler işlenirken, saçı bitmemiş yetimlerin hakları talan edilip, trilyonluk saraylara 10 bin liralık klozetler konulurken, bütün bu olup bitenleri durup seyretmek, sessiz kalmak, suça katılmak demektir, namussuzluk demektir…
Zaman gelecek, kimse, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” da diyemeyecektir… Çünkü o yılan, kendisine dokunulmadığı için ejderha olacak, kendisini de yutacaktır…
O kâbus günleri gelmeden, egemen güçler bizi “bitaraf” etmeden, “TARAF” olalım.
Hakkın, hukukun, ezilenin, sömürülenin tarafında olalım…
Emperyalizm ve uşaklarına karşı Türkiye’nin tarafında olalım.
Vatansızlara karşı vatanın, vatanseverlerin tarafında olalım…
Şeriata karşı laikliği, faşizme karşı demokrasiyi, mandacılığa karşı tam bağımsızlığı, Osmanlıcaya karşı Türkçeyi, Seyit Rızalara, Şeyh Saitlere, Abdülhamitlere karşı Atatürk’ü savunalım…
Bir yanıt yazın