ISKİLİPLİ BİR HOCA: MEHMET ATIF…
(-Vergi da Vereceğuk, Şapka da Giyeceğuk)
Günümüzün moda adlarından biri de İskilipli Atıf Hoca’dır…
O, 1926 yılında vatana ihanet suçundan İstiklal Mahkemeleri tarafından yargılandı ve idam edildi…
Bugün idamı ile ilgili çok değişik görüşler ileri sürülüyor.
Özellikle cumhuriyet karşıtları, neredeyse O’nun ne denli bir demokrat olduğunu ima ederek; cumhuriyeti kuranların “haşa” ne büyük birer kan içici olduğunu söylemeye çalışıyorlar…
Sahi; İskilipli Atıf Hoca niçin idam edildi?
Olaya yakından bakalım:
Önce ona yakıştırılan bir rüyadan başlayalım:
O’nun tutuklanıp yargılandığı günlermiş…
Tutukevinde Rahmetli Hoca, yargılanmadan önce savunma metnini hazırlamak için uğraşıyormuş…
Bir anda öyle bir yorgunluk hissetmiş ki bu yorgunlukla uyguya dalmış…
Rüyasında Hz. Muhammed’i görmüş.
Muhammed, gür sesiyle Atıf Hoca’ya seslenmiş:
-“Ümmetim Atıf!”
Ne yapsın Atıf!
Şaşkınlıklar içinde kalmış elbet…
Karşısında Hz. Muhammed…
Hz. Muhammed, gözlerini üzerine dikmiş ve niçin o denli kendini yorduğunu sorgularmış gibi seslenmiş:
-“Bana kavuşmak istemiyor musun?”
Peygambere kavuşmayı istememek ne?
Her gerçek mümin, peygamberine kavuşmak ister…
Bu söz yüreğine kırbaç etkisiyle inerken; “birden uyanmış doğrulmuş Atıf Hoca.
Bu sözde bir keramet var deyip, savunma yapmaktan caymış…
Böylece bir İskilipli Atıf portresi çıkarılıyor karşımıza:
Haksızlıklara karşı direnen ve zulmün karşısında kendini savunmaya bile gerek görmeden dik duran bir kişi ve kimlik…
Öyle mi?
Bir bakalım:
Onu anlatan kaynaklara göre, İskilipli Atıf, 1875 yılında Çorum’un İskilip’inde dünyaya geldi.
İdam edilerek ölümü ise 1926…
Bu hesaba göre, 51 yıl yaşamış.
Babası Türk, annesi Arap…
Altı yaşında öksüz kaldı.
Dedesi tarafından yetiştirildi…
Köyünde ve sonra da İskilip’te din eğitimi aldı…
1893 yılında İstanbul’a gelmiş ve 1902 yılına kadar Medresede öğrenimini tamamladı.
Sonra İstanbul’da Fatih Camii’nde ders vermeye başladı.
Hakkında kimi suçlamalar olduğu için, dönemin Şeyhülislamı tarafından Bodrum’a sürüldü. Orada da usulsüz para topladığı anlaşılınca; Kırım’a kaçtı…
İkinci Meşrutiyet ilan edilince, dönemin özgürlük havasından yararlanarak İstanbul’a geri geldi.
Ancak, 31 Mart gerici ayaklanmasına katıldığı tespit edilerek tutuklandı.
1913 yılında, dönemin Harbiye Bakanı Mahmut Şevket Paşa öldürüldü. O, bu cinayette sorumlu bulundu ve Sinop’a sürüldü.
Beş yıl kadar sürgünde kaldı. Sonra müderrisliğe yeniden devam etti.
Ve Birinci Dünya Savaşı bitmişti. Osmanlı Devleti parçalanıyordu.
O, Mustafa Sabri ve sonradan Nurculuğun kurucusu olan Said-i Nursi ile bir müderrisler derneği kurdu.
Sonra bu derneğin adı, “İslam Teali Cemiyeti” (İslam Kurtuluş Derneği) olarak değiştirildi.
Mustafa Sabri Şeyhülislam olmuştu.
Derneğin başkanı da İskilipli Atıf olmuştu.
İslam Teali Cemiyeti’ Anadolu’da İngilizlerle ortaklığa giderek şeriatçı bir devlet kurmak istiyordu.
Şeyhülislam Mustafa Sabri aynı zamanda İngiliz Muhipleri Cemiyeti’ nin de üyesiydi.
Bu cemiyetin kurucusu ve başkanını da anımsayalım:
Rahip Robert Frew…
Anadolu’da ulusal savaş başladığında, bu kişiler ve dernekler ulusal savaşa karşı çıktılar.
Bir ayrıntı:
İskilipli Atıf Hoca bir yandan müderrislik ve ilgili derneğin başkanlığını yaparken; aynı zamanda Alemdar gazetesinde yazılar da yazıyordu.
Bu gazete önemli bir şey yaptı:
Padişah Vahdettin ve Şeyhülislam Mustafa Sabri’nin ortak imzasını taşıyan Atatürk’ün ve Anadolu’da emperyalizme karşı direnenlerin öldürülmesinin dinsel bir görev olduğunu belirten fetvayı yayınladı.
Ardından da başkanlığını Atıf Hoca’nın yaptığı İslam Teali Cemiyeti’nin girişimiyle bir bildiri yazılarak, Yunan uçaklarıyla Anadolu’ya dağıtıldı.
Bu bildiride Atatürk için Selanik dönmesi, yankesici, fitneci, hain, haydut, alçak, melun, cani, zalim, hırsız, canavar gibi ifadeler kullanılıyordu.
Yani işin özü, Atıf Hoca’nın başında bulunduğu dernek, bu bildiriye imza atmıştı.
Anadolu’da TBMM’nin kurulma çabalarının sürdüğü dönemde, Yunan uçakları bu bildirileri atarken; İskilipli Atıf Hoca ulusal iradeyi yok sayan yazılarını yazmayı da sürdürüyordu.
Örneğin Alemdar gazetesinde yazdığı bir yazıda şunları söylüyordu: “İslam kilidinin anahtarını, İngiltere’nin eline teslim etmekte, İslam için bir tehlike yoktur!”
İşte İskilipli Atıf Hoca’nın Ulusal savaşta duruşu ve tutumu böyleydi.
Ve ulusal savaş bitti.
Türkiye büyük bir devrimci sürecin içinde, çağdaşlaşma yönünde adımlar atıyordu.
İşte devrimci atılımların yapıldığı bu dönemde bir risale yazdı:
“Frenk Mukallitiği ve Şapka”…
Bu risalede kaleme aldığı görüşlerini, İstanbul Fatih Camii’nde yaptığı konuşmalarında da dile getiriyor ve devrim karşıtlığını körüklüyordu.
Bu risalesinde O, Müslümanların Hristiyanlar’a benzemeye çalışmasının dinen doğru olmadığını yazıyordu. Ona göre Batı Medeniyeti ancak insanın hayvani ve cismani yönüne hizmet etmekteydi.
Şapka, kafirlerin giysisiydi ve kafirliğe hizmet ederdi.
Bu giysileri giymek, şeriat kurallarına göre yasak ve haramdı.
O’nun bu görüşlerine karşı, Süleyman Nazif keskin kalemiyle karşı çıktı:
Bu gibi adamlar bir yandan bu tür düşüncelerini dile getirirken, öte yandan Frenk icadı olan gömleğini cübbesinin altında taşıyorlardı.
Ki onlar, Dürrizade gibi, başlarındaki sarıkları İngilizlerin ayakları altına yaymışlardı.
Ayaklarında Frenk ayakkabıları vardı; ama şapkaya saldırıyorlardı.
Şapka Kanunu çıktığında Erzurum, Rize, Giresun, Maraş, Kayseri ve Konya gibi yerlerde kimi kalkışma belirtileri ortaya çıktı…
Hükümet olaylara müdahale etti ve kimi yerlerde tutuklamalar ve yargılamalar yapıldı.
Hatta Rize açıklarında, isyancılara göz dağı vermek amacıyla Hamidiye adlı savaş gemisinden kente doğru kuru sıkı top ateşi yapıldı..
Bu olay, Rizeliler arasında kimi neşeli sözlere de yansıdı:
“Atma Hamidiye atma, vergi da vereceğuk, şapka da giyeceğuk”
Bu kışkırtıcı durum nedeniyle İskilipli Atıf Hoca da tutuklanıp, Ankara’ya getirildi…
İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanacaklardı.
Üç Aliler Divanı toplandı:
Kel Ali (Çetinkaya), Kılıç Ali, Necip Ali (Küçüka) ve Reşid Galip
Yargılandı…
Yandaşları, O’nun yargılanmadığını ve Mahkeme heyetine karşı çıktığını söylediler.
Doğru Değildi.
Mahkeme kurulu, hakkındaki suçlamaları yüzüne okudu:
İskilipli Atıf Hoca, cumhuriyetin yenilikçi adımlarına karşı engel olmuştu.
“Frenk Mukallitliği ve Şapka” adlı bir risale yazarak, halkı gerici isyana kışkırtmıştı.
Devlet, bu risaleyi yasaklamış ve toplama kararı almıştı…
Ancak buna karşın eser, isyan bölgelerinde ücretsiz olarak dağıtılmıştı.
Bu yapılan aramalarla ortaya çıkmıştı.
Bu günler zor günlerdi. Ülkenin tarihi için acılı günlerdi.
Yine mahkeme yüzüne, cumhuriyet dönemine dek, ta 31 Mart kalkışmasından beri işlediği suçları okudu.
Özellikle de Yunan uçaklarıyla dağıtılan bildirileri…
Ve sonuç:
İdam…
Naşı Ankara’da, Samanpazarı’na yakın bir yere gömüldü…
İlerleyen yıllar içinde de ailesine teslim edilerek; naşı İskilip’e getirildi.
Ölüm acı şey…
Keşke bunların hiç birisi olmasaydı.
Ne Yunan uçaklarından o bildiriler atılsaydı ne de İskilipli ve onun gibiler asılsaydı…
Her ölüm, acıdır…
Bir insan yüreği taşıyarak, elbette ölümleri alkışlayacak değiliz…
Ama ya ulusa ve yurda karşı işlenen cinayetler?
Onları görmezden gelebilir miyiz?
Bize düşen ne?
Bu günlere zorluklarla geldik…
Yeni zorluklara kapıları kapamak için uğraşmak…
Ve kazanımlarımızın değerini bilip…
Onlara sahip çıkmak değil mi?
Prof. Dr. Kemal ARI