İnternet ortamında yazmış olduğu yazıları beğeni ile okuduğumuz Mahmut Emin “Köpekleştirerek Entegrizm” başlıklı yazısında şöyle diyor:
“İktidar sahipleri, ‘muktedir’ olabilmek, iktidar sürelerini uzatabilmek amacıyla, ahaliyi kendileri gibi yapmak yolunda dönüştürme çalışmaları yapıyorlar. Bir nevi entegrizm yani… ‘Peki, nedir entegrizm? Dini veya siyasi inancı, tarihin bir önceki döneminde sahip olduğu kültür yapısı veya müesseseleriyle özdeşleştirmektir. Böylece mutlak bir doğruya malik olduğuna inanmak ve onun kabullenilmesini dayatmaktır.'(‘Entegrizm üzerine, Roger Garaudy’den aktaran Ayhan Karaçam, Değirmen Dergisi, sayı 73). Garaduy’nin tanımı tam da ülkemizdeki olanları anlatıyor. ‘mutlak doğruya inanmak ve onun kabullenilmesini dayatmak’. Bunu her taraftan yüksek sesle anlatarak, konferanslarda, TV tartışmalarında, siyasi mitinglerde, devletin yaptırdığı ve açılışı yapılan yatırımlarda her fırsatta ‘dayatıyorlar’. Özellikle Cuma günleri kameralar eşliğinde camilere giderek ve namaz çıkışlarında alay-ı vala ile demeçler vererek halkın beyinleri istedikleri yönde oluşturulmaktadır…”(1).
Köpekleştirmek mi Dönüştürmek mi?
Mahmut Emin, lafı üstü kapalı olarak geçtiğimiz Ramazan ayında devletin TV kanalında yayınlanan “Ramazan Sevinci” programında, “hamileler sokağa çıkmasın” sözüyle kamuoyunun tepkisini çeken zatın, TBMM İnsan Kaynakları Başkanlığı davetiyle meclis personeline vermiş olduğu “Hazreti Mevlana’yı Anlamak” konulu konferansta sarf ettiği sözlere getirerek, kendisini Türkiye’deki Entegrizm’in temsilcisi olarak göstermiş yazısında. Mahmut Emin haksız da sayılmaz bu konuda. Zira, adamın Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları tarafından 1 Kasım 1928’de gerçekleştirilen “Harf İnkılâbı” hakkında söyledikleri öyle kolay yenilir yutulur türden sözler değildir. Üstelik tamamen yanlıştır. Eğer maksatlı olarak söylendi ise düpedüz yalandır. Hem de kuyruklu türünden bir yalan. Ancak insan Sayın Mahmut Emin’in dediği gibi; “Köpekleştirerek entegrizm” in tuzağına düşmeye görsün; her türlü yalanı ve yanlışı doğru gibi aktarabilir insanlara. Hem de hiçbir fütur getirmeden. Bakın neler demiş o malum zat:
“İnkilap mı? İnkilap ne demek biliyor musunuz ‘Köpekleştirme’ demektir. Bu memlekette inkilap (köpekleştirme) yapılmıştır. Dünyanın en büyük kütüphane cinayeti 1928 yılında Türkiye’de olmuştur. Bir gecede Türkiye’nin kitapları okunmaz hale gelmiştir…”(2).
…
Evet; “İnkılâp” kelimesini, “k” harfini ince okumak suretiyle, daha doğrusu “kı” hecesini “ki” olarak okumak suretiyle telaffuz ederseniz, Arapçada “köpek” anlamına gelen “kelb” sözünden mütevellit “İnkilâp = köpekleşmek/köpekleştirmek” olur. Ancak eğer “İnkılâp” kelimesini, “k” harfini kalın okumak suretiyle, daha doğrusu “kı” hecesini yazıldığı gibi okumak suretiyle telaffuz ederseniz, o zaman da yine Arapçada “değişmek, bir halden öbür hale geçmek” anlamına gelen “kalb” sözüne atıf yapmış olursunuz. Anlaşılan yukarıdaki iftira ve itham içerikli sözlerin sahibi olan zat, “İnkılap” kelimesinin kökünü düpedüz yanlış biliyor veya doğru bildiği halde (iktidar erkine yaranmak maksadıyla) yanlış söyleyerek muhataplarına açık açık yalan söylüyor! Onlarda yanlış algılar oluşmasına çalışıyor.
Hatta “İnkılâp” kelimesi, “kalbolmak” şeklinde olmak üzere ve özellikle yaşlılarımız tarafından bir deyim olarak da kullanılmaktadır. Değişmek ve dönüşmek anlamına gelir bu deyim.
Bilindiği gibi; Arapçada iki tane “K” harfi vardır. Bunlardan birisi kalın olarak “kaf” şeklinde okunur, diğeri ise ince olarak “kef” şeklinde okunur. Yani Türkçemizde aynı harfle “Ka” ve “Ke” şeklinde yazılan sesler, Arapçada iki ayrı harfle ifade edilmektedir; “kaf” ve “kef” harfleriyle.
Arapçada “köpek” anlamına gelen “kelb” kelimesi, ince “k” harfi ile yani “kef” ile, “değişme” veya “dönüşme” anlamına “kalb” kelimesi ise kalın “k” ile, yani “kaf” ile yazılır.
Dolayısıyla; “İnkılâb” kelimesi (Türkçede “inkılâp” şeklinde yazılır ve okunur), “kef” ile yazılan “kelb” kelimesinden değil, “kaf” ile yazılan “kalb” kelimesinden türetilmiştir.
Arap Dili’nin allamesi sayılan ve bir rivayete göre aslen Türk olan Râgıb el-İsfahâni “Müfredât-Kur’an Kavramları Sözlüğü” isimli ünlü eserinde şöyle diyor:
“Kalb: Bir nesneyi bir durumdan diğerine, bir işten diğerine ve bir yönden diğerine döndürme… Yüce Allah şöyle buyurmuştur: ‘Ve ileyhi tuklebûn = Ancak O’na döndürüleceksiniz-Ankebût/21.
İnkılâb: Bir durumdan diğerine, bir işten diğerine ve bir yönden diğerine döndürülmek ya da dönmek. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: ‘Enkalebtüm alâ e’gabiküm ve men yengalib alâ akıbeyhi = Gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse…/Âl-i İmrân/144)”(3).
…
TDK ise “İnkılâp” kelimesini şöyle tanımlıyor:
“İnkılâp: (k kalın okunur) Ar. İnkilâb. Bir durumdan başka bir duruma geçiş, dönüşüm”(4).
Osmanlıca Bilmek mi İktidarın Kayığına Binmek mi?
Yabancı dillerden, özellikle de Arapçadan dilimize geçmiş öyle kelimeler vardır ki; Lâtin harfleriyle yazılışları hemen hemen aynı, ancak anlamları farklı farklıdır. Bu kelimeler “Osmanlıca” ile yani Arap harfleriyle yazılması halinde bile sorun ortadan kalkmıyor. Çünkü okunuşları, yani sesleri birbirine çok yakın. Hatta Osmanlıca olarak yazılışları ve okunuşları (sesleri) birbirinin aynı olan ve ancak anlamları birbirinden farklı kelimeler de bulunabilmektedir. Dolayısıyla bu problem, Osmanlıca öğretmekle veya öğrenmekle değil, ancak yabancı kelimelere Türkçe karşılık bulunarak halledilebilir. Esasen Cumhuriyet’in yaptığı da büyük ölçüde budur. Elbette bazen kantarın topuzunun kaçırıldığı ve uydurukçaya sapıldığı zamanlar da olmuştur.
Örneğin dilimize Arapçadan geçmiş olan şu “Halik-Hâlik” kelimesini ele alalım. Bakın şimdi, bu “Halik-Hâlik” kelimesi, yazılışı hemen hemen aynı olmakla birlikte hangi anlamlara gelmektedir:
1. Halîk: Traş edilmiş.
2. Halîk: Tuvaletli (erkek veya kadın)
3. Hâlik: Yaratan, yoktan var eden, yaratıcı, Allah.
4. Hâlik: Helâk eden.
5. Hâlik: Helâk olan.
6. Hâlik: Miskinlik içinde ölen.
7. Hâlik: Berber
Görüldüğü gibi yukarıdaki 7 kelime de Lâtin harfleriyle hemen hemen aynı şekilde yazılıyor. Osmanlıca ile, yani Türkçenin Arap harfleriyle yazılması halinde de aynı şekilde yazılan kelimeler var. Mesela 1. ve 2. kelimeler Osmanlıcada da aynı harflerle yazılıyor. 5. ve 6. kelimeler de öyle. 3. ve 4. kelimeler farklı “H” harfleriyle yazılıyor ama benim gibi Osmanlıca acemisi bir adamın bu iki kelimeyi birbirine karıştırması işten bile değil. Yani “Allah” anlamındaki “Hâlik” kelimesi ile “Berber” anlamındaki “Hâlik” kelimesini demek istiyorum.
Gelin görün ki; Türkçemizde tek “H” ünsüzü olmakla birlikte, Arapçada tam üç ayrı “H” ünsüzü bulunmaktadır. Bunlar “Ha”, “He” ve “Hı” ünsüzleridir. “Ha” ve “He”, Türkçemizdeki “Ha” ve “He” hecelerine denk gelmekle birlikte, “Hı” sesi oldukça farklıdır ve sanki tükürürcesine gırtlak kazınarak çıkarılmaktadır. Yani, yukarıda görüldüğü gibi, 7 ayrı anlama gelen “Halik-Hâlik” kelimesinin yazılışı ve okunuşu konusunda, üstüne şapka, inceltme ve uzatma işareti namına ne koyarsanız koyun problem ortadan kalkmıyor. Hatta Osmanlıca ile yazsanız bile ortadan kalkmıyor problem. Şu halde yapılacak şey, Türkçenin dil kurallarına uygun olarak bu kelimelerin Türkçe karşılıklarını bulmaktır ve bu kelimeler, “berber” örneğinde olduğu gibi bazıları yabancı dillerden istifade edilerek de olsa bulunmuştur da.
“Hal” ve “Hala” kelimelerindeki durum da “Halik-Hâlik” kelimelerindeki durumdan pek farklı değildir. Bakın Lâtince harfleriyle “Hal” şeklinde yazılan bu kelime, hangi anlamlara gelmektedir:
1. Hal: Soyma.
2. Hal: Boşanma
3. Hal: Tahttan indirme.
4. Hâl: Vücutta husule gelen ben, nokta.
5. Hâl: Annenin erkek kardeşi, dayı.
6. Hâl: Şimdiki zaman.
7. Hâl: Oluş, bulunuş, durum, vaziyet.
8. Halâ’: Boş
9. Halâ’: Tuvalet, ayak yolu.
10. Hâla: Hala, babanın kız kardeşi.
11. Hâlâ: Şimdi, henüz.
…
Görüldüğü gibi; ilk 7 kelimenin Lâtin harfleriyle yazılışı hemen hemen aynıdır. Yazılışlarında az çok fark bulunsa da bu sefer telaffuzları hemen hemen birbirinin aynıdır. Ya da bazıları bu kelimelerdeki telaffuz farkını ayırt edemeyebilir. Üstüne üstlük, 1, 2, ve 3. kelimelerin Osmanlıca yazılışları da aynıdır; yani aynı Arap harfleriyle yazılmaktadır. Tıpkı 4. kelime ile 5. kelimenin, 6. kelime ile 7. kelimenin Osmanlıca yazılışlarının da aynı olduğu gibi(5).
Koyun Gibi Öbekleşenler ve Büsbütün Köpekleşenler!
Şu halde “Dedelerimizin mezar taşlarını okuyamıyoruz” ya da “Ecdadın bize bıraktığı telkin, tavsiye ve yol göstermeleri” öğrenemiyoruz diyerek, Osmanlıcanın bazı liselerde zorunlu, bazılarında ise seçmeli ders olarak okutulmasına alkış tutmanın, hiç kimseye faydası yoktur. Bu, tam anlamıyla gündem saptırmak ve algı yönetimi ile iktidarını biraz daha devam ettirmek sevdasında olan iktidar partisinin kayığına binmek, iktidarın değirmenine su taşımak anlamına gelmektedir.
Ha bir de Atatürk ve Cumhuriyet ile kavgası olanların yakmış olduğu intikam ateşine körükle veya benzinle gitmek anlamına gelmektedir. Anlaşılan iktidara finoluk ve tazılık peşinde koşan itler, Atatürk’e ve Cumhuriyete saldırmak için her türlü kahpeliği yapıyor bu ülkede kardeşim. İsminin başındaki Prof. unvanına aldırmaksızın, yalan bile söyleyebiliyorlar. Bilim namusu filan hak getire bunlarda…
____________
1- ,
2- ,
3-bk. Müfredât, s,1227, Çev. Yusuf Türker, 1. Baskı, Pınar Yayınları, İst.2007. Ayetlerin anlamı, TDV Yayını olan Kur’aân-ı Kerim ve Açıklamalı Meâli, Ankaar-1993 isimli eserden naklen tarafımızca eklenmiştir.
4- Türkçe Sözlük, c, 1, s, 1087, TDK Yayını, Ankara-1998
5-Kelimeler ve karşılıkları Ferit Devellioğlu’nun “Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat” isimli eserinden aktarılmıştır. bkz. Age, s, 362-3, 366, 29. Baskı, Akaydın Kitabevi, Ankara-2012.
Bir yanıt yazın