Putin’in Türkiye ziyareti bir dönüm noktası olabilir mi?

01 Aralık 2014, 21:17
Soner Polat
Ülke yedi düvelin işgali altında. Ümitler giderek tükeniyor. Yurtseverler çıkış yolu arıyor. Güneşin tutulduğu bu karanlık günlerde Gazi Mustafa Kemal Paşa, kolordu ve eşiti seviyedeki kolordu komutanlarına gizli ve özel bir telgraf gönderir. Bu telgraf “Kafkas Seddi” olarak bilinen tarihi durum muhakemesidir. Tam anlamıyla eşsiz bir strateji belgesidir.
Özeti şudur: “Anadolu emperyalist ülkeler tarafından tam olarak kuşatılmıştır. Harbi sürdürmek için dış destek akışını sağlayabileceğimiz yegâne alan Kuzeydoğumuz ve Kafkaslardır. Aksi halde nefes alamayız ve boğuluruz! Bu nedenle, bu bölgeyi bir emperyalist devletin (İngiltere) denetim altında tutmasına izin veremeyiz! Ya Kafkasları işgal etmeliyiz ya da Bolşeviklerin bu bölgeyi işgaline göz yummalıyız!”
Gerçekten de İstiklal Harbi Kuzey ve Kuzey Doğu’dan gelen silah, cephane ve malzeme desteği ile sürdürülebildi. Çoğunluğu eski ve küçük sivil ve askeri gemilerden oluşan Anadolu Donanması, Sovyetler Birliği’nden üç yüz bin ton civarında her türlü malzemeyi ülkemize taşıdı. Ayrıca, Sovyetlerden nakdi yardım da alındı.
Atatürk ölünceye dek, hiçbir ideolojik taahhüt altına girmeden Sovyetler Birliği ile olan dostane ilişkileri devam ettirdi ve emperyalist ülkelerden uzak durdu. Ulu Önder’in ölümünden çok kısa bir süre sonra Türk Dışişleri, İngiltere ve Fransa ile bağlayıcı antlaşmalar yaptı. Patlak veren İkinci Cihan Savaşı ve sonrasında şekillenen uluslararası denge, Türkiye ve SSCB’yi farklı yönlere savurdu.
Türkiye, SSCB ve özellikle Stalin’in kabul edilemeyecek toprak talepleri nedeniyle Batı’nın yörüngesine girdi. Bazı araştırmacılara göre ise SSCB’nin bu tür talepleri, özellikle dönemin Moskova Büyükelçisi Selim Sarper tarafından abartıldı. Prof. Dr. Yalçın Küçük’ün “Çöküş” adlı kitabından nakledelim: “Sarper, Molotov (dönemin SSCB Dışişleri Bakanı S.P.) ile görüşmesini Türkiye’ye bildirmeden önce o sırada ABD Büyükelçisi olan A. Harriman’a anlatmış ve Harriman da bunu rapor etmişti; üzerinde gizlilik kalkınca bu ve diğer belgeleri okuyabildim, yayımladım, hiçbir şekilde toprak ve üs istendiği iddiası doğrulanmamaktadır! (Çöküş, ikinci baskı, sayfa 367)”
Günümüzde de başta AlexandreDugin olmak üzere Rus jeopolitikçiler, “SSCB’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında yanlış politikalar izleyerek Türkiye’yi adeta Batı’nın kucağına ittiğini” ifade etmektedir.
Batı uzun süren “Soğuk Savaş” dönemi boyunca Türkiye’yi tepe tepe kullanmıştır. Türk yurttaşları ülkelerine nükleer silah yerleştirildiğini, ancak 1962 Küba krizinin ortaya çıkmasından öğrenebildi. Bu füzelerin ülkemizden sökülmesi bile, bütünüyle Türkiye’nin iradesinin dışında ABD-SSCB pazarlıkları sonunda oldu. Batı ve NATO, Türkiye’nin sanayileşmesi yönündeki en büyük engel olduğu gibi ülke içinde kurdukları etki odakları ile gerici ve tutucu çevreleri iktidara taşıdı. Ülkemizi borç batağına düşürerek adeta rehin aldı. Ekonomik manipülasyonlarla beğenmedikleri iktidarları devirdi.
Soğuk Savaş boyunca Türkiye’ye karşı stratejik konularda denge politikaları izleyen Batı, 1991 yılından itibaren SSCB’nin çökmesi ile birlikte maskeli baloya son verdi ve kirli yüzünü göstermeye başladı. Karadeniz’de, Ege’de, Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs’ta Türk ulusal çıkarlarını hedef aldı. Suriye’de Türkiye’yi tuzağa düşürdü. Türkiye’yi Müslüman Kardeşleri desteklemeye zorladı. Buna tepki olarak Hafız Esat (Beşar Esat’ın babası) PKK’yı besledi, büyüttü, Türkiye’ye karşı kullandı.Batı, Irak’ı darmadağın etti; PKK’yı palazlandırarak üstümüze saldı. Sözde Ermeni soykırım iddialarını politikalarının merkezine koydu. Şu günlerde bağımsız bir Kürt devletini zorlayarak, göstere göstere ülkemizi bölmeye çalışıyor.
Böylesine köşeye sıkıştığımız bir anda Putin’in ziyareti büyük bir anlam taşıyor. Ekonomik ilişkiler ve enerji alanındaki işbirliği öne çıkan konular olarak görülüyor. 30 milyar dolar tutarındaki ticaret hacminin 100 milyar dolara yükseltilmesi hedefleniyor. Böylesine büyük bir sıçrama pek gerçekçi gözükmese de Batı’nın Rusya’ya uyguladığı ambargo nedeniyle oluşan boşluğu Türkiye pekâlâ doldurabilir. Ülkemize gelen Rus turistlerin sayısı daha da artabilir. Rusya Türkiye’ye daha uygun fiyatlarla enerji satabilir. İki ülke bu fırsatı karşılıklı olarak en iyi şekilde değerlendirmelidir.
Ekonomik ilişkiler önemli olmakla birlikte, bu ziyarete tarihi bir nitelik kazandıracak olan stratejik ve jeopolitik konularda ortak noktaların bulunmasıdır. İki ülkenin Moskova’da karşılıklı ticaretin dolar üzerinden değil de ruble ve TL üzerinden yapılması için çalışmalar başlatması çok önemli bir adımdır.
Karadeniz kıyısını paylaşan İki büyük ülke, 10 Kasım 1938’dan itibaren adeta jeopolitik gerçeklere ihanet ederek sudan sebepler ve ön yargılarla birbirlerinden uzaklaştı. Jeopolitiğin dilini bilen Batı, 1991’den beri hem Rusya’ya hem de Türkiye’ye karşı atağa kalktı. Batı, Kafkasya ve Ukrayna’da Rus jeopolitiğinin kalbine hücum etti. Doğu Akdeniz ve Güney sınırlarımızın hem içinden hem de ötesinden Türk jeopolitiğinin kalbine saldırıyor. Bu girişimlerini sürdürürken, Türkiye’yi Rusya, Rusya’yı Türkiye ile karşı karşıya getirmek için elinden geleni yapıyor.
Rusya Kıbrıslı Rumların tezlerini desteklerken, Türkiye, Suriye ve Irak’ta Batı politikalarının önünü açıyor. Diğer bir ifade ile iki ülke de tarihten ders almış gözükmüyor. Umarım, Putin’in ziyareti taze bir başlangıç olur. Aksi halde ev sahipleri birbirlerini yerken, misafirler masadaki her şeyisilip süpürür.
Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr
[email protected]

01 Aralık 2014, 21:17 Soner Polat
Ülke yedi düvelin işgali altında. Ümitler giderek tükeniyor. Yurtseverler çıkış yolu arıyor. Güneşin tutulduğu bu karanlık günlerde Gazi Mustafa Kemal Paşa, kolordu ve eşiti seviyedeki kolordu komutanlarına gizli ve özel bir telgraf gönderir. Bu telgraf “Kafkas Seddi” olarak bilinen tarihi durum muhakemesidir. Tam anlamıyla eşsiz bir strateji belgesidir.
Özeti şudur: “Anadolu emperyalist ülkeler tarafından tam olarak kuşatılmıştır. Harbi sürdürmek için dış destek akışını sağlayabileceğimiz yegâne alan Kuzeydoğumuz ve Kafkaslardır. Aksi halde nefes alamayız ve boğuluruz! Bu nedenle, bu bölgeyi bir emperyalist devletin (İngiltere) denetim altında tutmasına izin veremeyiz! Ya Kafkasları işgal etmeliyiz ya da Bolşeviklerin bu bölgeyi işgaline göz yummalıyız!”
Gerçekten de İstiklal Harbi Kuzey ve Kuzey Doğu’dan gelen silah, cephane ve malzeme desteği ile sürdürülebildi. Çoğunluğu eski ve küçük sivil ve askeri gemilerden oluşan Anadolu Donanması, Sovyetler Birliği’nden üç yüz bin ton civarında her türlü malzemeyi ülkemize taşıdı. Ayrıca, Sovyetlerden nakdi yardım da alındı.
Atatürk ölünceye dek, hiçbir ideolojik taahhüt altına girmeden Sovyetler Birliği ile olan dostane ilişkileri devam ettirdi ve emperyalist ülkelerden uzak durdu. Ulu Önder’in ölümünden çok kısa bir süre sonra Türk Dışişleri, İngiltere ve Fransa ile bağlayıcı antlaşmalar yaptı. Patlak veren İkinci Cihan Savaşı ve sonrasında şekillenen uluslararası denge, Türkiye ve SSCB’yi farklı yönlere savurdu.
Türkiye, SSCB ve özellikle Stalin’in kabul edilemeyecek toprak talepleri nedeniyle Batı’nın yörüngesine girdi. Bazı araştırmacılara göre ise SSCB’nin bu tür talepleri, özellikle dönemin Moskova Büyükelçisi Selim Sarper tarafından abartıldı. Prof. Dr. Yalçın Küçük’ün “Çöküş” adlı kitabından nakledelim: “Sarper, Molotov (dönemin SSCB Dışişleri Bakanı S.P.) ile görüşmesini Türkiye’ye bildirmeden önce o sırada ABD Büyükelçisi olan A. Harriman’a anlatmış ve Harriman da bunu rapor etmişti; üzerinde gizlilik kalkınca bu ve diğer belgeleri okuyabildim, yayımladım, hiçbir şekilde toprak ve üs istendiği iddiası doğrulanmamaktadır! (Çöküş, ikinci baskı, sayfa 367)”
Günümüzde de başta AlexandreDugin olmak üzere Rus jeopolitikçiler, “SSCB’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında yanlış politikalar izleyerek Türkiye’yi adeta Batı’nın kucağına ittiğini” ifade etmektedir.
Batı uzun süren “Soğuk Savaş” dönemi boyunca Türkiye’yi tepe tepe kullanmıştır. Türk yurttaşları ülkelerine nükleer silah yerleştirildiğini, ancak 1962 Küba krizinin ortaya çıkmasından öğrenebildi. Bu füzelerin ülkemizden sökülmesi bile, bütünüyle Türkiye’nin iradesinin dışında ABD-SSCB pazarlıkları sonunda oldu. Batı ve NATO, Türkiye’nin sanayileşmesi yönündeki en büyük engel olduğu gibi ülke içinde kurdukları etki odakları ile gerici ve tutucu çevreleri iktidara taşıdı. Ülkemizi borç batağına düşürerek adeta rehin aldı. Ekonomik manipülasyonlarla beğenmedikleri iktidarları devirdi.
Soğuk Savaş boyunca Türkiye’ye karşı stratejik konularda denge politikaları izleyen Batı, 1991 yılından itibaren SSCB’nin çökmesi ile birlikte maskeli baloya son verdi ve kirli yüzünü göstermeye başladı. Karadeniz’de, Ege’de, Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs’ta Türk ulusal çıkarlarını hedef aldı. Suriye’de Türkiye’yi tuzağa düşürdü. Türkiye’yi Müslüman Kardeşleri desteklemeye zorladı. Buna tepki olarak Hafız Esat (Beşar Esat’ın babası) PKK’yı besledi, büyüttü, Türkiye’ye karşı kullandı.Batı, Irak’ı darmadağın etti; PKK’yı palazlandırarak üstümüze saldı. Sözde Ermeni soykırım iddialarını politikalarının merkezine koydu. Şu günlerde bağımsız bir Kürt devletini zorlayarak, göstere göstere ülkemizi bölmeye çalışıyor.
Böylesine köşeye sıkıştığımız bir anda Putin’in ziyareti büyük bir anlam taşıyor. Ekonomik ilişkiler ve enerji alanındaki işbirliği öne çıkan konular olarak görülüyor. 30 milyar dolar tutarındaki ticaret hacminin 100 milyar dolara yükseltilmesi hedefleniyor. Böylesine büyük bir sıçrama pek gerçekçi gözükmese de Batı’nın Rusya’ya uyguladığı ambargo nedeniyle oluşan boşluğu Türkiye pekâlâ doldurabilir. Ülkemize gelen Rus turistlerin sayısı daha da artabilir. Rusya Türkiye’ye daha uygun fiyatlarla enerji satabilir. İki ülke bu fırsatı karşılıklı olarak en iyi şekilde değerlendirmelidir.
Ekonomik ilişkiler önemli olmakla birlikte, bu ziyarete tarihi bir nitelik kazandıracak olan stratejik ve jeopolitik konularda ortak noktaların bulunmasıdır. İki ülkenin Moskova’da karşılıklı ticaretin dolar üzerinden değil de ruble ve TL üzerinden yapılması için çalışmalar başlatması çok önemli bir adımdır.
Karadeniz kıyısını paylaşan İki büyük ülke, 10 Kasım 1938’dan itibaren adeta jeopolitik gerçeklere ihanet ederek sudan sebepler ve ön yargılarla birbirlerinden uzaklaştı. Jeopolitiğin dilini bilen Batı, 1991’den beri hem Rusya’ya hem de Türkiye’ye karşı atağa kalktı. Batı, Kafkasya ve Ukrayna’da Rus jeopolitiğinin kalbine hücum etti. Doğu Akdeniz ve Güney sınırlarımızın hem içinden hem de ötesinden Türk jeopolitiğinin kalbine saldırıyor. Bu girişimlerini sürdürürken, Türkiye’yi Rusya, Rusya’yı Türkiye ile karşı karşıya getirmek için elinden geleni yapıyor.
Rusya Kıbrıslı Rumların tezlerini desteklerken, Türkiye, Suriye ve Irak’ta Batı politikalarının önünü açıyor. Diğer bir ifade ile iki ülke de tarihten ders almış gözükmüyor. Umarım, Putin’in ziyareti taze bir başlangıç olur. Aksi halde ev sahipleri birbirlerini yerken, misafirler masadaki her şeyisilip süpürür.
Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr
spolat102@outlook.com</p> - yalcinkucuk

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir