Prof .Dr.Şinasi Eskikaya, ITU
( Bu MAKALE IKI SENE ONCE YAZILMISDIR)
Sanırım çoğu kimse biliyor : 2 sene sonra (1915 de) Diyaspora,iddia ettikleri ( ve maalesef bizim vurdumduymazlığımız yüzünden de dünyanın önemli bir kesimine kabul ettirdikleri) soykırım olayının yüzüncü yıldönümü dolayısıyla,Washington’un seçkin bir yerinde, bir soykırım müzesi açmak hazırlığı içindeler.Bu olay uzun süredir bizce de bilindiği halde,bu konuda ,her zaman olduğu gibi,tarafımızdan hiçbir karşı harekette bulunulmadı.Gerçi iki sene kadar önce Fransa’nın malum kanunu gündeme alması üzerine biraz uyanır gibi olduk ama ,işte hepsi o kadar.Eğer,sayın Başbakanımızın temenni ettiği gibi,Fransız parlamenterleri içinde ,Başkanlarını gözü kapalı takip etmeyen ve “imzasının namusuna sahip “ 50-60 parlamenter çıkmasaydı,şimdi o kanun yürürlükte olacaktı..Ancak,gazete haberlerine bakılırsa, bugünkü Başkan da aynı kanunu dolambaçlı yollardan yeniden gündeme getirecekmiş..Ama ne gam!? Bizim bu gibi durumlarda kullandığımız deyimlerimiz var: “Bu hareket dostluğa sığmadı”,”İlişkilerimiz zarar görür”,”Kendileri bilir”,”Sonuçlarına katlanırlar”.Bakın bizim bu rehavetimiz karşısında tanınmış bir Amerikan tarihçisi ne diyor : “Bir yalan nasıl olur da bir asra yakın bir süredir hiç dokunulmadan kendi haline bırakılır ve kartopu misali yuvarlana yuvarlana büyüyerek bugünkü halini alır,anlamak mümkün değildir”.Evet,gerçekten de mümkün değildir.Nitekim,on yıllar boyunca (ve maalesef halen) her kesimi ile bütün bir toplum öyle bir rehavet içinde kalmışız ki,buna ne akıl erdirmek mümkündür ne de bunu kanıtlayacak olayları bir gazete makalesi içine sığdırmak.Ama gene de ,bir fikir vermesi açısından,yerin müsaade ettiği nispette birkaç tipik olaydan bahsedilmesinde yarar olur sanıyorum..
*Türkiye’den gitme yaşlı ermeni,1970 li yıllarda Asala adına Amerika’da ilk diplomatımızı şehit etmeden bir gün önce,100 sayfadan uzun bir mektup yazarak,bütün yayın organlarına postalamıştı.Yargılanması esnasında,onun ithamlarına karşı Amerikan Savcısı Türk Elçiliğinden belge istemiş,ancak hazırda böyle bir şeyimiz olmadığı için,savcıya vere vere,bir elçimizin bir vesile ile bir yerde yaptığı yarım sayfalık İngilizce bir konuşma metni verilebilmişti.Bu olaydan sonra yıllar geçmiş ama değişen bir şey olmamıştı. .Nitekim şu anda suyun başında olan sayın Bakanlarımızdan biri de,Amerika’da eğitim görürken bu konuda yararlanacağı bir kaynak bulamamaktan yakınmıştı.Aynen şu anda yurtdışındaki on binlerce öğrencimizin ve dahi Türk toplumunun hala bu tür belgeler bulamadığı gibi.Yani aradan bunca yıl geçti ama hala değişen bir şey yok.
*Bundan 7- 8 sene kadar önce,ülkelerden birinin parlamentosunda soykırım kabul edildiğinde, AKP hükümetlerinin birinde dışişleri bakanlığı yapmış olan bir zat,konu ile ilgili fikri sorulduğu için televizyonda konuşma yapıyor.Anlattığına göre : “Kendi Bakanlığı döneminde de benzer bir olay yaşanınca,o ülkedeki muhatabına serzenişte bulunmuş.O bakan da demiş ki “Bu tasarı,bir seneden fazla zamandır bizim parlamentonun gündeminde bekliyordu.Bu zaman içinde karşı taraftan binlerce belge ve yazı geldi.Sizin tarafınızdan ise,göze sürmek için bile olsa bir tek belge gelmedi.Ne olmasını bekliyordunuz ki?”.Bunu bize anlatan kim? O olay olurken Türkiye Cumhuriyeti’nin sorumlu bir mevkiinde, dışişleri bakanlığı koltuğunda oturan zat.Bilmem,başka bir söze,başka bir yoruma ihtiyaç var mı? Sonra da bu davanın kazanılmasını bekliyoruz. Ört ki ölem !.
*Hatırlarsınız,sayın Başkan Obama ülkemize geldiğinde ilk sözü “Soykırım konusunda görüşlerim aynı,bir değişme yok” olmuştu.Diplomasinin en ince ve nazik uslubu kullanılarak sayın Başkan’a şöyle denilemez miydi: “Sayın Başkan,düşüncelerinize saygı duyuyoruz.Ancak bu soykırım iddiaları yalanlarla,yanlışlarla dolu.Size yanıltıcı bilgi vermişler.Bir defa tehcir edilenlerin sayısı şu..,yolda ölen ya da kaybolanların sayısı da bu..Konuşmalarda,yazılıp çizilenlerde yer alan “bir buçuk milyon ermeni öldürüldü “iddiasının gerçeklerle uzaktan yakından bir ilgisi yok.Üstelik bunları sizin tarihçileriniz de yazıyor.” dedikten sonra ,”Bakın siz Pearl Harbor baskınından sonra Japon kökenli milyonlarca vatandaşınızı,en ufak bir kusurları olmadığı halde ,yerlerinden,yurtlarından edip (tehcir ederek) götürüp senelerce başka bir bölgede topladı ve yaşattınız.Bizim tehciri yaparkenki sebeplerimiz sizinkinin en az bin katı” dedikten sonra, sayın Başkan’a hikaye kitabı yerine,kendi tarihçilerinin bu konuda yazdığı bir kitap hediye edilemez miydi
*Diyaspora ,her yıl çeşitli alanlarda on binlerce aktivite yaparak büyük mesafeler katetmekte..Bunun kusuru,başta ,gelmiş geçmiş tüm iktidarlar olmak üzere,tüm siyasi partilerimiz ve toplumun her kesimine ait.Millet te yeteri kadar bilgilendirilmediği ve hatta,zaman zaman da yanlış yönlendirildiği için olaya aktif olarak katılamamakta.Sonuç olarak ta,bir asırdır boş kaleye gol atan Diyaspora,meydanı bugün de boş bulduğu için nihai hedefine doğru adım adım ilerlemekte.İsteklerinde ise bir sınır yok.Bununla ilgili son bir olay daha anlatarak yazıma son vermek istiyorum:
1998 senesi 28-29 (30?) Mayısında,Lübnan’da bir toplantı yapılıyor.Katılanların kendilerine uygun gördükleri sıfat “Toprakları ellerinden alınmış halklar”.Yani “PKK,Diyaspora,Ermenistan,Suriye,Güney Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan.”Toplantı sonunda aldıkları kararları 10 madde halinde sıralayıp,”bu kararların gerçekleşmesi için her platformda müştereken çalışacaklarını” beyan ederek altını imzalıyorlar.”Türkiye Soykırımı kabul etmeli”,”Tazminat ödemeli” ..gibi bilinen hususların dışında ,çok çarpıcı iki karar daha var ki,o tarihte görevli olan subayın bana anlattıklarından aklımda kaldığı kadarıyla şöyle:
1-Türkiye,işgal ettiği toprakları derhal asıl sahiplerine iade etmeli (Herhalde bununla şu kastediliyor: Hatay Suriye’ye,Doğu Anadolu Diyasporaya (Ermenilere),Güneydoğu Anadolu PKK’ya,Kuzey Kıbrıs Güney Kıbrıs Rum Kesimine,Ege sahilleri (belki İstanbul da dahil) Yunanistan’a).
2-Türkiye,işgal ettiği günden bu yana,bu topraklardan elde ettiği bütün gelirleri,faizi ile birlikte toprakların asıl sahiplerine ödemeli.
Bunları “Haydi canım sen de! bunlar deli saçması” diye niteleyebilir ve çok sayıda diplomatlımızın yaptığı gibi,”bundan bir şey çıkmaz” diyerek olayı küçümseyebilirsiniz.Ama düşünün ki,”bir buçuk milyon Ermeni öldürüldü” yalanı ilk ortaya atıldığında da “böyle saçma bir iddia olmaz” denmiş ve üzerinde durulmamıştı.Sonuç ise ortada.
Kaybedilmiş gibi gözüken bu davanın kazanılması mümkün müdür? Bence ,boşa geçen bunca zamandan ve heba edilen bunca fırsattan sonra,çok zor olsa bile,(hakikatlar bizden yana olduğu için) gene de mümkündür. Yeter ki,başta İktidar olmak üzere,tüm Siyasi Partilerimiz,Üniversitelerimiz,Medya,Sivil Toplum Kuruluşları ve Aydınlarımız böyle bir mücadeleyi gerçekten ve inanarak istesinler.Aslında izlenecek yol ve yapılacak işler de bellidir.Gerekli olan şey ise sadece : “Bilgi,Niyet ve Yürek..” Gerisi teferruattır.(Ancak,bu yönde hiç ümidimin olmadığını da ilave etmeliyim.).