“Devlet Bahçeli’ye Açık Mektup: Tunceli Seferiniz Kutlu Olsun!” başlıklı bir önceki yazımda Sayın Bahçeli’ye dedim ki; “Keşke bu seferi; vekil başvekilin ‘Hodri Meydan’ çıkışını beklemeksizin yapabilseydiniz. Zira şimdi bu seferinize, Vekil Başvekil Davutoğlu’nun geçtiğimiz salı günü parti grubunda sizi hedef alarak yapmış olduğu ‘Tunceli Türkiye’nin bir vilayeti mi? O zaman bu söylediklerini Tunceli’de söyle, cesaretin varsa…’ şeklindeki çıkışın gölgesi düşecektir!”
Davutoğlu Abûzer Efendilikten Bir Türlü Kurtaramadı Kendisini!
Doğrusu Davutoğlu beni hiç yanıltmadı. Demek ki; az çok mürekkep yalamış hemen herkes gibi ben de siyaset yapma tarzını ve şahsi karakterini yeterince anlamışım Sayın Davutoğlu’nun! Devlet Bahçeli’nin geçtiğimiz gün (28.11.2014) Tunceli’ye yapmış olduğu ziyaret üzerine şu değerlendirmeyi yapmış Sayın Vekil Başvekil:
“Bahçeli’nin Tunceli ziyaretinden memnun oldum. Ama keşke Tunceli’ye gitmek için bizim çağrımızı beklememiş olsaydı. Keşke Tunceli’ye gittiğinde sadece Tunceli’ye bir mekan ziyareti yapmanın ötesinde, Tuncelilerle kucaklaşabilme, onlarla göz göze bakarak konuşabilme imkanı ve cesareti bulmuş olsaydı…”(1).
Yani Ahmet Davutoğlu, tıpkı geçtiğimiz Salı günü parti grubu toplantısında yaptığı gibi yine Bahçeli’nin cesaretini masaya yatırdı dün. Davutoğlu’nun iki de bir Bahçeli’nin cesaretini masaya yatırıp test etmeye kalkışması karşısında başrollerinde Kemal Sunal ve Meral Zeren gibi sanatçıların oynadığı bir Atıf Yılmaz filmi geldi aklıma; SALAKO!
Reşit Ağa’nın (İhsan Yüce) yanaşması Salako (Kemal Sunal), biraz da Reşit Ağa’nın kızı Emine’nin (Meral Zeren) zorlamasıyla onu kaçırmak zorunda kalır. Kızın asıl niyeti, Salako’yu kullanarak yavuklusu Hamido’ya(Oktar Durukan) kaçmaktır. Bütün bunlardan habersiz olan Reşit Ağa ise kızı Emine’yi tefeci Abuzer Ağa’ya vermek ister. Hamido ise Emine’yi kabul etmez. Çünkü dağlarda eşkıyalık yapan Hamido, gerçekte bu iki ağanın beslemesi durumundadır ve onlara ihanet etmek istemez. Salako’nun Emine’yi kaçırdığının duyulması üzerine iki ağa, marabalarını da silahlandırarak Salako’nun peşine düşerler. Yolda Abuzer Ağa iki de bir Reşit Ağa’ya yüklenir;
-“Ağa, bu salak oğlan şimdi kıza bir şey yaptıysa?”
Reşit Ağa;
-“Yok canım” dese de Abuzer Ağa ısrar eder;
-“Reşit ağa, şimdi bu salak oğlan Emine’ye bir şey yaptıysa?”
Reşit ağa dayanamaz sonunda şöyle der;
-“Abuzer Efendi öyle uzattın ki deme gitsin. Yahu o Salak Oğlan’ın ne haddine Emine’ye ilişmek? Emine heç ona teslim eder mi kendisini?”
Filmin sonunda, Abuzer Efendi’nin korktuğu başına gelir ve gelişen olaylar yüzünden ağanın güzeller güzeli kızı Emine, yanaşma Salo’ya kalır!
…
Davutoğlu da tıpkı filmdeki Abuzer Efendi gibi. İki de bir Devlet Bahçeli’nin cesaretini gündeme getiriyor. Bahçeli, gitti, mecliste konuştuklarını, üstelik çok daha sert cümlelerle Tunceli şehir meydanında haykırdı ama nafile! Davutoğlu hala Abuzer efendilik yapmaya devam ediyor! Bu arada Emine, büsbütün Salako’ya kalacak haberi yok bizim Abuzer Efendi’nin! Yani bölge, büsbütün PKK’nın eline geçecek, ancak o farkında değil! Ya da farkında da farkında değilmiş gibi davranıyor. Oysa Sayın Davutoğlu, Abuzerlik yapmasa da muhalefete karşı olabildiğince yumuşak bir siyaset izlese ve muhalefetin bölge illerinde rahatça siyaset yapmasının önünü açsa, inanın kazanan hem muhalefet, hem de iktidar olacaktır. Hatta en çok da iktidar partisi kazançlı çıkacaktır. En azıdan “bizim sağladığımız güven ortamı sayesinde bölgede siyaset yapma imkanı buldular” deme şansları olacaktır. Ancak neylersiniz ki; iktidar bölgede kendisine rakip istemiyor.
Devlet, Devleti Hayata Döndürmüştür!
Hiç abartmıyorum; Sayın Davutoğlu’nun 23 Kasım günü Tunceli’ye yapmış olduğu ziyaret sırasında sergilemiş olduğu söylem ve eylemleriyle bitkisel hayata soktuğu devleti, Sayın Devlet Bahçeli, bitkisel hayattan kurtararak en azından yoğun bakım odasına çıkarmıştır. İşte Bahçeli’nin, A.Davutoğlu’nun çakma seyit ve eşkıya başı Rıza’nın torunlarının dizinin dibine oturup “Size zulmedildi” diyerek ayağa düşürüp, komaya soktuğu devleti komadan çıkartıp en azından yoğun bakım koğuşuna koyduğu sözleri:
“Bugün buraya kardeşlik hissiyatını pekiştirmeye geldik. Bugün buraya Tuncelili kardeşlerimle hasret gidermeye geldim. Aramıza örülen nifak duvarlarını yıkmak için Tunceli’deyim. Tunç yürekli kardeşlerimle buluşmamızı çekemeyenler dedikodu yaptılar. Tunceli’ye gelmemizi yabancı bir ülkeyi ziyaret ediyormuş gibi sabote etmeye ve engellemeye kalktılar… İşte Tunceli’deyim. Devlet milletiyle Tunceli’dedir. Bizim vatan topraklarında gidemeyeceğimiz yer yoktur. Çünkü biz Türkiye’yiz. Buraya sizlerle gönül diliyle konuşmaya geldik… Geçmişte yaşananları bugüne getirip özür lobisi kurmanın huzurumuza katkı sağlamayacağını da asla unutmuyoruz.
Dünyanın neresinde olursa olsun halkının güvenini desteğini almış meşru bir devlet kendisine yönelen tehlikeleri bertaraf etmekle yükümlüdür. Hiçbir ahlaksız sürece müsamaha gösterilemez. Milleti bölmeye çalışanlara izin verilemez. 1937-38’de Tunceli’de baş gösterenler isyandır. Bu isyana karışanlar da devrin bölücü teröristleridir. Teröristin dini, milliyeti, nesebi önemli olmayacaktır. Elinde silahla dağda gezen topraklarımızdan pay kapmak isteyen masum vatandaşlarımıza kasteden hiçbir bedbaht mazlum görülemeyecektir. Bunların özürler dilenerek, hürmet ve hayranlıkla yad ettiğimiz evladı Kerbela’dan addedilmesi hakarettir… Devlet diz çökmez. Devletin el etek öpeceğini ileri süren Başbakan’a diyorum ki devlet el de etek de öpmez. Diz çökseydi, el öpseydik Tunceli diye bir ilimiz de olmazdı. Büyük Türk milleti hepimizin iftiharıdır. Bu topraklar bu vatanın ayrılmayacak bir parçasıdır. Kardeşçe yaşamak varken el ele, gönül gönüle Allah’ın nimetlerinden sahiplenmek dururken içimizi karıştırmak isteyenlere niçin göz yumalım.
Pir Sultan Abdal’a yarın mahşerde ne diyeceğiz. Yavrusunu kaybetmiş bir koyunun dahi feryadını ciğerinde duymuş Pir Sultan Abdal hepimizin kutup yıldızıdır. Hz. Hüseyin hepimizin içindeki yas ve acıdır. Hz. Ali bizimdir, insanlığa istikamet vermiş 12 imam her şeyimizdir. Allahımız, peygamberimiz, kıblemiz bir. Dinimiz, dilimiz, geleceğimiz bir ve aynıdır. Başbakan’ın korku istismarını yarıp muhabbet deryasından kana kana içmek için sizlerin konuğu olduk. Ne mutlu Türküm diyene.”(2).
Alevi Canlara Çağrımdır
Şimdi sözün burasında durup, Tunceli’de mukim Alevi Canlara bazı sözlerim olacak: Sayın Bahçeli’nin kentinize ziyareti sebebiyle binlerce Türk Milliyetçisi ve Ülkücü kentinize akın etti. Peki siz ne yaptınız? Bütün dükkânlarınızın, kahvehanelerinizin ve lokantalarınızın kepenklerini indirerek bu insanları en azından aç, susuz ve soğukta bıraktınız! Peki, Ülkücüleri işgal ordusu ve yağmacı pozisyonuna düşürmek yakıştı mı sizin geleneksel misafirperverliğinize? Piri Türkistan Ahmet Yesevî’nin, Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî’nin ve Pir Sultan Abdal’ın öğretisinde var mı misafire karşı böyle bir tutum sergilemek? Kucağında ceylanla aslanı bir arada tutan Hünkar Hacı Bektaş’ı Velî, böyle mi tavsiye ediyor Makalat’ında?
Kerbela çöllerinde Ehl-i Beyt’i aç-susuz bırakan Yezid’e elbette haklı olarak bin yılı aşkın süredir lanetler yağdıran siz Alevi kardeşlerim, Hak-Muhammed-Ali hakkı için söyleyin; MHP’lilerin kentinize yapmış olduğu ziyaret sırasında onlara Yezit’in yaptığı muameleyi yaparak, dükkânlarınızı kapatmak suretiyle kendilerini Tunceli’de aç-susuz ve soğukta bırakmanız, hiç yakıştı mı size?
Hele hele “Cenazemiz vardır” bahanesiyle, Bahçeli ve maiyetini Cemevine kabul etmemeniz asla yakışmamıştır size, haberiniz olsun. Oysa ne güzel fırsattı; madem cenazeniz vardı, yuğ törenini beraber icra ederdiniz MHP’lilerle. Bundan güzel daha ne olabilirdi. AKP Genel Başkanı’nı ve maiyetini cemevine kabul edip onlara izzeti ikramda bulunmanız siyaset olmuyor da MHP Genel Başkanı ve maiyetini kabul edip birer bardak su veya çay ikram etmeniz mi siyaset oluyor? Kusura bakmayın; bu tam bir ikiyüzlülük örneğidir. Anlaşılan PKK terör örgütü sizin cemevini de ele geçirmiş bulunuyor. Ya da 500 araçla kentinize gelen MHP’liler, kışın ortasında 500 adet buzdolabı veya suyu olmayan köylere 500 adet otomatik çamaşır makinesi hediye etmedi diye yaptınız bütün bunları!
Ey Alevi Canlar, size sesleniyorum; 12 taleple Davutoğlu’na gittiniz, ancak hiçbir talebinize olumlu cevap alamadınız değil mi? Size tavsiyem şudur ki; eğer bahse konu taleplerinizin hayata geçmesini istiyorsanız öncelikle ciddi ve dürüst olun. Bu ülkenin tapusu AKP’ye verilmiş değildir. Bu sebeple; bütün siyasi partilere eşit mesafede bulunmanız menfaatinizedir ve bu durum taleplerinizin gerçekleşmesine ivme kazandıracaktır. Zira ben yakından biliyorum ki; sizin taleplerinize muhalefet partilerinin tamamı, iktidar partisinden daha sıcak bakıyorlar. Eğer öyle olmasaydı, iktidar partisi şimdiye kadar çoktan halletmişti sizin problemlerinizi. 12 yıldır hiçbir şey yapmayan bir iktidardan hala beklentiniz varsa, buyurun bekleyin derim. Başka ne denilebilir ki size.
Bakın ben bir Sünni bir vatandaş olarak sizin haklı taleplerinize açıkça destek veriyorum ve bunu her platformda savunuyorum. En azından benim gibi adamları kaybetmemek için dürüst olun ve Tunceli’de MHP’lilere karşı takınılan tavrın Alevilerin değil, PKK’nın bir tezgâhı olduğunu topluma derhal açıklayın. En azından ben böyle olduğunu zannediyorum. Aksi takdirde benim gibi adamlar da bu konuda topa girmekten çekinirler, bilesiniz. Tunceli Cemevi Başkanı Sayın Ali Ekber Yurt, “Allah’u Ekber” hakkı için, bu konuda açıklama yapma görevi galiba sana düşüyor. Şu halde senden bu konuda bir açıklama bekliyoruz beyefendi. Hem de hemen. Aksi takdirde haydi bize eyvallah…
Papa’ya Saygı
Atatürk’ün kurmuş olduğu devlet tarafından verilen “Devlet Şeref Madalyası” nı utanmadan kabul ettiği halde, Anıtkabir’e gitmeyerek ve Türk Devleti’nin resmi protokol kurallarını hiçe sayarak Büyük Türk Milleti’ne saygısızlık eden şerefsizleri düşündükçe, ayağının tozuyla Anıtkabir’e koşmak suretiyle Türk Milleti’ne, İstanbul Sultanahmet Camii’nde tıpkı selefi papa gibi “Huzur Duruşu” yapmak ve dua etmek suretiyle Müslümanlara saygısını gösteren Katolik dünyasının ruhani lideri olan Papa Francıs’e saygı duymamak elde değildir. Atatürk, “Muasır Medeniyet” derken boşuna batıyı işaret etmemiştir.
Sebebini bilemediğim bir şekilde DİB Başkanı Mehmet Görmez kendisine sürekli olarak “Aziz Misafirimiz”, Cumhurbaşkanı da sürekli “Patrik” şeklinde hitap etmiş olsa da ben en azından kendi adıma Papa Frnancis’e “Ülkemize hoşgeldiniz” diyorum…
______________
1-http://www.milliyet.com.tr/davutoglu-bahceli-nin-tunceli/siyaset/detay/1976393/default.htm,
2-
Bir yanıt yazın