Öğretmen,şair ve yazar arkadaşımız Sündüz Arslan Akça, 24 Kasım Öğretmenler Günü nedeni ile güzel bir yazıyı kaleme almış. Öğretmenlerin mücadelesini ve yaşamını da şiir akıcılığında anlatmış. Önemsediğimiz bu yazıyı sizlerle paylaşıyoruz. Değerli eğitimci Sündüz Arslan Akça’ya da bu güzel yazısı için teşekkür ediyoruz.
Bu gün mesleğimde 24. yılım…
Şöyle bir geçmişe doğru yolculuk ediyorum; bu süreçte neler yaşandı, nelerle karşılaşıldı ve neler götürdü benden/bizden? 24 yıl, bir film şeridi gibi geçiyor yüreğimle us’um arasında. Yüreğim hep çocuktan yana, konu çocuk olunca yüreğim hizmetkâr…
Sınıf öğretmeni olarak mezun olmak, ”kendini her şarta hazırla” anlamına gelir. Bizim göreve başladığımız yıllarda tercih hakkımız yoktu. Bayrağın dalgalandığı her yerde görev yapmak zorundaydık. Öyle üst yerlerden tanıdığımız; abimiz, amcamız, dayımız da yoktu bizi rahat ettirsin. Erzurum’un Horasan ilçesinin Alagöz Köyü’ne tayin olduğumda tam 19 yaşındaydım, tabiri caiz ise bir “ana kuzusu”…
O yıllarda doğunun en ücra yerleri; genellikle bu yaşlarda ve bana benzeyen ana kuzuları ile doluydu. Geceleri korkudan uyumasalar bile, alışkın olmadıkları zor şartları ve bütün sıkıntıları göğüslemek zorundaydılar Atandıkları yerlerin yaşam koşullarına aldırış etmeden görevlerini en iyi şekilde yapmaya azimli. Nitekim karşınızdaki çocuklar, her yerde aynı. Hatta çetin şartların içinde neş’et etmiş bu çocuklar daha can ciğerdir. Siz, bütün zorlukları, bahsi geçen bu çocuklar için göğüslersiniz. Sınıf öğretmeniyseniz şayet; mesleğinizin büyük bölümü köylerde geçer. Köy çocuklarının o masum gözleri umutla bakar size. Dünyaya açılan bir kapı olursunuz adeta. Bir umut ışığı, bir meşale hatta güneş…
Bu köylerdeki yavrularımız, elindeki mendilini size sunardı; “öğretmenler gününde” yıkamış, ütülemiş ve kolonyaya batırılmış bir şekilde… Mendil, sizin için çok önem arz eder, duygulandırır. Mendilin içine yerleştirilmiş onlara ait koca yüreklerini görürsünüz. Bir ömür boyu, o koca yürekler sizinle olur. Aklınıza her geldiklerinde burnunuzun direği sızlar. Ve zaman, hızla akıp gider köy okullarında. Ekmeğini, suyunu yüreğini paylaşırsınız öğrencilerinizle. Birlikte üşür, birlikte tezeği getirir ve birlikte sobayı yakmaya çalışırsınız. Kardan ıslanmış ayaklar içinizi sızlatır. Ellerinizin arasına alıp ısıtmaya çalışırsınız. Yine birlikte kahkahalar savurursunuz. Karı, kışı, zorluğu bir anda unutursunuz çocuk gözlerinde…
Yıllar yılları kovalar. Ellerinize minik yürekler bırakılır. Siz o yüreklere sevgi tohumu ekip, büyütmeye çalışırsınız. Her yürekten binlerce tohum üretene dek çabalar durursunuz. Dönüp çiçeklerinize bakarsınız yıllar sonra; rengârenk çiçekler arasında ruhunuz bu güzel görüntünün kokusunu ciğerlerine kadar çeker. Gün gelir, o minik yürekleriniz, çeşitli meslek dallarında karşınıza çıkarlar. Kimisi bir telefonla, kimisi gelip ellerinizi öper beklenmedik bir zamanda. Elleriniz, yüreğiniz titrer heyecandan. İçiniz içinize sığmaz. Hatırlanmak, sizi duygusallaştırır. Ve siz, bu güzel anı herkesle paylaşmak istersiniz. Dağ çiçeklerine benzettiğiniz öğrencilerinizi göstermek istersiniz. O hatırlanma duygusu yok mu; bütün yaşadığınız olumsuzlukları siler atar. İşte bu mesleğin en güzel getirisi. Dünyaya bir daha gelseydim sadece çocuklarım için -yine öğretmen olmak isterdim-…
Öğretmen olmak, Rabb’imin bir lütfu diyorum. Zorluklarını bilmeseniz de, bizi anlamasanız da olur. Bizi anlayan bir kişi bile olsa “yeter” deyip “yola devam” ediyoruz. Bazen yaşanılan kötü durumlar, “kısa süreli” hayal kırıklıkları yaşatsa da sınıflarımıza girince aynı saf duygular tekrar sarıyor yüreklerimizi. Kuru kuruya bir kutsiyettik yüklemişler mesleğimize. Yılda bir kere de olsa hatırlanmak güzel…
Bu meslek, sadece minik yüreklerin hatırına yapılacak/yapılan bir meslektir. Biliyorum ki çoğu meslektaşım, yaşadıklarımızdan, sıkıntılarımızdan dolayı sürekli; ‘Bu iş daha yapılmaz” diyor. Bu söylem, son zamanlarda giderek çoğaldı. Bunu duyan yöneticilerimiz de ”atanmayı bekleyen o kadar çok insan var ki sırada” diyor… Haklılar! Elbette var! Ne yapsınlar elleri mahkûm. Her şey zorlaştırılmış, siz ehveni şer deyip kötünün iyisini tercih etmek zorunda kalıyorsunuz.
Beni en çok üzen nedir biliyor musunuz? Siyasetin olmaması gereken bu kurumda; siyasi kirliliğinin çok görülüyor olması! Öğretmen atamalarından tutun, idareci tercihine, hatta öğrenci nakline varıncaya kadar. Mesleki kariyer, ödüller vs. bulaşmadığı alan yok! Evet, üzülüyorum. 24 yılımı verdiğim ve vermeye devam edeceğim mesleğimle ilgili endişeliyim!
Bir kangren haline gelen eğitim sistemimiz, “yap-boz” modeliyle ne yazık ki içler acısı hale geldi. Sürekli deneme, yanılma yolu ile dayatılan eğitim sistemleri bizleri yordu. İnsan yetiştirilen bu kurumda kesinlikle olmaması gereken bir sistem bozukluğu yaşanıyor…
Bu bir eleştiriden ziyade bu bir “kaygı”… Geleceğimiz adına bir kaygı ve endişe… Ve sunulan her yeni sisteme, öğretmenlerin hemen ayak uydurma beklentisi. Olan çocuklarımıza oluyor! Yarım yamalak yetişen bir nesil…
Oluşturulan programlarda, alt yapı yerleşmeden, müspet sonuç almadan uygulamaya sunulması… Sonuçta muzdarip olan öğretmenler! Çünkü tek muhatap onlar. Öğrencisi, velisi sistemle ilgili suallerine cevap bulmak için ona ulaşabiliyor ve onun yakasını tutuyor. Bir önemli mevzu da kaynak yetersizliği.. Bu badireyi aşmak için velilerin kapısı çalınıyor. Biliyoruz ki okulların teknoloji ve donanıma ait ihtiyaçları kurumumuz tarafından -tamamen- karşılanmıyor! Kaliteli bir eğitim için gerekli donanım, haliyle velilerimize dolaylı bir yolla yüklenmiştir. Öğretmenler bu anlamda bir çalışma içine girdiğinde, günah keçisi yine onlar oluyor.
Bağlı olduğumuz bakanlığımızın, sorunlarımızı dinlemesi ve yanımızda olmasını beklerken; yeni neslin mimarları öğretmen camiasına kulak tıkaması bizleri derinden yaralamış ve incitmiştir.
Ben bir öğretmenim…
İşini en iyi şekilde yapmak isteyen ve bunun için çaba harcayan bir öğretmen… Yarından, yarınlardan kaygı taşımamalıyım! Amacım, çocukları ilim, irfan ve imanla donatabilmek. Bu uğurda her yüreğe sevgi tohumları eken bir bahçıvan olmalıyım.
Ben bir öğretmenim…
Uçsuz, bucaksız gökyüzünde, çocuklarımla uçurtmalar uçurabilmeliyim. Deniz aşırı hayallere onlarla yelken açmalıyım…
Ben bir öğretmenim…
Yerli ve milli olmayan, yabancı bir kültüre ait taklidi eğitim sistemleriyle yıprattığımız çocuklarımızın vebalini, sırtıma vurmamalıyım.
Ben bir öğretmenim…
En önemlisi bir insanım…
İnsan yetiştirmenin vebali taşıyorum omuzlarımda. Bu görevi yaparken bir de siz gelmeyin üzerime! Onlara harcamam gereken zamanımı çalmayın!.
Ben bir öğretmenim…
Hakkımda karar alırken; lütfen dönün bana sorma zahmetinde bulunun, fikrime müracaat edin.
Ben bir öğretmenim!
Tüm bunlara rağmen; dünyaya tekrar gelsem, yine aynı mesleği tercih edenim…
Neden? Ne için? Derseniz; bana mesleğimi bu denli sevdiren minik yüreklerim için… Gelecek için, umudu yarınlara taşımak için… Eserlerimizin karşısına geçip bahtiyarlık içinde seyretmek için…
Ben bir öğretmenim…
Öldükçe yaşayacağım çocuk yüreklerinde…
Sündüs Arslan AKÇA
Eğitimci-Yazar
24 Kasım 2014/Tokat
Bir yanıt yazın